habersoL: Şeytanlaştırmak, iğrençleştirmek, düşmanlaştırmak – Fatih Yaşlı

fatihyasli346354645

‘İç düşmanın yok edilmesi, dinin, devletin, milletin ve vatanın yaşamasının, “biz” in biz olarak varlığını devam ettirmesinin ve toplumsal saflığını/sağlığını korumanın şartı haline gelmiştir çünkü.’

I. Millete Karşı Yurttaş, Yığına Karşı Toplum
Artık biliniyor; bir “millet” vardır ve bu, iktidarın “biz”ini teşkil etmektedir. Sünni- muhafazakâr-milliyetçi erkeklerden müteşekkil, kadınların ise ancak kendilerine biçilen “mutaassıp/ namuslu anne-ev kadını” kimliğiyle dâhil olabildikleri bir toplamdır bu.

Bir süredir “Sünni-ulus” olarak adlandırdığım bu toplam, yeni rejimin “makbul vatandaş”ına tekabül etmektedir aslında. Her ne kadar ulus, millet, yurttaş gibi modern kategorilerle tarif etmeye çalışsak da, ümmet anlayışı ve biatla şekillendirilmiş, modern-öncesi karakteri hayli baskın, yurttaşlığı düzenli aralıklarla sandığa gidip iktidar partisine “evet” demekten ibaret olarak gören, “milli irade” söyleminin öznesi olmakla birlikte, aslında bu söylem aracılığıyla iradesizleştirilen/iktidarsızlaştırılan bir yığın, toplum olamamış bir toplamdır söz konusu olan.

Bir de Gezi/Haziran Direnişiyle birlikte ortaya çıkan bambaşka bir irade vardır. Muhafazakârlaşmaya karşı sekülarizm ve otoriterleşmeye karşı özgürlük arzusunun biçimlendirdiği, “özel” olana karşı “kamusal” olanı savunan, kelimenin modern anlamıyla “yurttaş” kategorisine dâhil edilmesi gereken, demos ve kratos sözcüklerinin doğrudan ifade ettiği “halkın iktidarı” anlamında demokrasi talep eden ve yığın olmaktan toplum olmaya doğru hızla ilerleyen bir iradedir bu.

İktidarın “millet” tanımının dışında bırakılan bu iradeye karşı bir polisiye-yargısal operasyon, bir sürek avı yürütüldüğü bilinmektedir. İradenin neredeyse bütün unsurlarına, üniversite öğrencilerinden hukukçulara, sendikacılardan akademisyenlere, taraftar gruplarından liselilere uzanan bir çizgide operasyonlar yürütülmekte, söz konusu irade teslim alınmaya çalışılmaktadır.

Ancak meselenin sadece polisiye/hukuki bir boyutu yoktur; aleni bir psikolojik savaş durumuyla da karşı karşıyayızdır. Goebbels’e rahmet okutacak devasa bir propaganda aygıtıyla, onlarca televizyon, gazete, internet sitesi ve sosyal medya ağı ile yürütülen bir psikolojik savaş söz konusudur.

II. İç Düşmanın Kurgusal İnşası: İğrençleştirme ve Şeytanileştirme
Ortada bir “iç düşman” vardır; iktidarın “millet”ine/ “biz”ine dâhil edil(e)meyenlerden ya da dâhil olmayı reddedenlerden, yani muhalif sosyalistlerden, Alevilerden, Kemalistlerden, Kürtlerden müteşekkil bir “iç düşman”dır bu ve yukarıda sözünü ettiğim iradeyi oluşturmaktadır. “Gayri milli irade” diyebilir miyiz, diyebiliriz sanıyorum, çünkü bu iradeye yönelik en temel eleştiri vatan hainliği, gayri millilik ve dış güçlerin hizmetinde olmak üçgeninde şekillenmektedir.

Ortada bir “millet” ve bir de ona ait olan “vatan” vardır; ezan-bayrak-kuran kutsal üçlemesi üzerinden metaforize edilen, metafizik bir kutsallaştırmayla anılan, “bir çakıl taşı bile vermeyiz” hamasetiyle savunulan bir vatandır söz konusu olan. Bu metaforun, kutsallaştırmanın ve hamasetin dışında kalan herkes ise vatan hainidir. İşte Gezi/Haziran Direnişi, gayri milli iradenin kristalize olduğu, dolayısıyla “vatan hainliği”nin somutlaştığı tarihsel an ve kırılma noktasıdır. Kutsala saygısı olmayan, kozmopolit, soysuzlaşmış ve ahlaksız Gezici figürünün iç düşman kategorisinde inşasının tam da bu ihanet hali üzerinden şekillendiğini söyleyebiliriz.

Vatan haini iç düşman figürünün inşası kuşkusuz söylemsel bir inşadır; bu figür, basın açıklamalarıyla, köşe yazılarıyla, röportajlarla, miting ve toplantılardaki konuşmalarla inşa edilir; bu inşa sürecinde iç düşman sözcükler aracılığıyla iğrençleştirilir ve şeytanileştirilir. Bu, “biz”e karşı inşa edilen “öteki”yi, yani düşmanı insan olmaktan çıkarıp öldürülebilir bir figüre, böceğe, yılana, fareye ya da toplumsal bünyeyi bozan ve üstesinden gelinmesi gereken bir virüse dönüştürür. Böylece “öteki”, hukuki hakları olan bir insan/yurttaş olmaktan çıkarılarak iktidarın şiddetinin doğrudan yöneldiği ve yasanın korumadığı bir varlık haline gelir. İğrençleştirme ve şeytanlaştırma “biz”i korku ve kaygı aracılığıyla bir arada tutar aynı zamanda: Kutsala saldırıp toplumsal huzuru ve sağlığı bozan iğrenç ve şeytani bir figür olarak iç düşmana karşı saflar daha da sıklaştırılmalı, aynı zamanda ona karşı milletin ve devletin müdafaası adına mücadele eden liderin etrafında sorgusuz sualsiz biat halinin belirlediği bir kenetlenme yaratılmalıdır.

Gezi/Haziran Direnişinde somutlaşan gayri milli iradenin temsilcisi iç düşmanın, yani Gezici/Direnişçi figürünün iğrençleştirme ve şeytanileştirme sürecine üç örnek üzerinden biraz daha yakından bakabiliriz bu aşamada: Birincisi Dolmabahçe’deki Bezmialem Camii’nde yaşananlar, ikincisi “Kabataş Saldırısı” ve üçüncüsü Beyaz Tv’deki “Gezicilerin kaçırdığı çocuğun” çıkarıldığı program.

III. İşemek, Sevişmek, Kedi Kesmek
“Cami’ye ayakkabılarıyla, kızlı erkekli girdiler, içki içtiler, seviştiler.” Bu, Bezmialem Camii’nde yaşandığı iddia edilenlerin bir özeti ve iğrençleştirme/şeytanlaştırma söyleminin muhteşem bir örneğidir. Her şeyden önce ortada bir cami vardır; yani halkın büyük bir bölümünün ve kendisini o büyük bölümün temsilcisi olarak gören muhafazakâr iktidarın kutsal addettiği bir ibadet mekânı. Sadece bu da değil, camii “ezan susmaz”la sembolize edilen vatanın somutlaştığı yerdir ve buraya ayakkabılarla girmek başlı başına bir saygısızlıktır her şeyden önce. Ayrıca camii aynı zamanda bir erkek mekânıdır ve oraya kızlı-erkekli girmek mekânsal bir ihlal anlamına gelmektedir. Sevişmek ise şeytanlaştırma mantığının uç noktasıdır: Ancak hastalıklı bir hayal gücünün ürünü olabilecek bir fantezinin, yani camide sevişmenin, üstelik grup seks yaparak sevişmenin, muhafazakâr yığınların algı dünyasını sarsacak, altüst edecek ve onların Gezici figürüne sonsuz bir kin duymalarını sağlayacak şekilde gündeme getirilmesidir.

Şeytanlaştırmaya eşlik eden iğrençleştirmede keşfedilen eylem ise “işemek”tir. Önce Erdoğan eylemcilerin Gezi Parkı’nın her tarafında işediğini ve Parkın sidik koktuğunu söylemiş; daha sonra ise Bekir Bozdağ Bezmialem Camii imamının sürgün edilmesine dair soruları yanıtlarken, “eylemciler camiye idrar dolu torbalar bıraktılar” diyebilmiştir. Bunları önceleyen ise “Kabataş Saldırısı” olarak anılan “hayali” hadisedir.

Saldırı hayalidir ve üstelik berbat bir hayalgücünün ürünüdür. Senaryoya göre çocuklu ve başörtülü bir kadın (muhafazakâr algı için kutsal ikili!) Geziciler tarafından Kabataş İskelesi’nde saldırıya uğramış ve dövülmüştür. Saldırganların belden yukarıları çıplaktır, kafalarında renkli bantlar, ellerinde ise eldivenler vardır. Başörtülü anneye bebeğinin gözleri önünde saldırıp dövmüşler, sonra da üzerine işemişlerdir. Görünüm itibariyle şeytanileştirilmiş eylemciler ve yaptıkları iğrenç eylemin bütünleşmesi: Dövdükleri kadının üzerine işemek! Yine ortalama muhafazakâr aklı dehşete düşürecek, karşısındaki iğrenç şeytana karşı safları sıklaştırmaya ve lidere biat etmeye hizmet edecek, aynı zamanda Gezicileri insan olmaktan çıkararak taşlanması gereken iğrenç şeytanlara dönüştürecek bir anlatı vardır karşımızda. Söz konusu anlatı başörtülü bir kadını dövüp üzerine işeyen ve Müslümanların kutsal mekânı olan camiye idrar torbaları bırakan, din, kutsiyet, devlet, millet, vatan düşmanı, şeytanın hizmetkârı, ahlaksız, soysuz bir güruh şeklinde tarif etmekte ve bu iğrençleştiren/şeytanlaştıran tarif üzerinden yaratmaktadır “iç düşman olarak Gezici” imgesini.

Üçüncü örnek, iğrençleştirme ve şeytanileştirmenin en “kitsch”, en pespaye, en sefil örneğidir. Tüm bu saydıklarımın beden bulmuş hali olan Rasim Ozan Kütahyalı’nın, kendisinin belediye başkanı versiyonunun oğlunun kanalında sergilediği parodiden söz ediyorum; gariban bir aileye üç kuruş para vererek düzenlenmiş, insan aklına, onuruna, haysiyetine hakaret etmek maksatlı bir mizansenden. 13 yaşlarında bir çocuğu ekrana çıkarabilmiş, “Geziciler kedi kesiyor, kedi kanı içiyorlar” dedirtebilmişlerdir. Şeytanileştirmenin bir teşbih, bir benzetme olmaktan çıktığı ve sözcüğün gerçek anlamını ifade eder hale geldiği andır bu. Böylelikle iç düşman olarak Gezici figürüne satanist, yani şeytana tapan mührü de vurulmuş olmaktadır. Şeytani değil, doğrudan şeytanın hizmetinde olan, ona tapan bir figür vardır artık karşımızda.

Gariban bir ailenin zavallılığı, Kütahyalı’nın sesi ve görüntüsü, akıl, haysiyet ve onur düşmanlığı, ortalığı kesif bir kokuya boğarak televizyon kanalizasyonundan evlerin odalarına akmaktadır. İşemeyle, kedi kesmeyle, camide grup seksle dolu hastalıklı bir fantezi dünyası, iktidar hırsıyla, para kazanma tutkusuyla birleşmekte, muhafazakâr yığınları korku ve kaygıyla “biz” olarak bir arada tutma ve liderin etrafında kenetleme hedefinin bir parçası olarak dolaşıma sokulmaktadır.

IV. Cinayet ve Yas
Üç örnek üzerinden ortaya koymaya çalıştığım tüm bu iğrençleştirme ve şeytanileştirme söyleminin iç düşmanın maruz kaldığı devlet şiddetini meşrulaştırmaya nasıl hizmet ettiği ise ortadadır. Gezicilerin biber gazına maruz bırakılmaktan öldürülmelerine kadar uzanan genişlikte uğradıkları şiddet “biz” açısından meşrudur, çünkü şiddete uğrayanlar yaşamayı hak etmeyen virüsler, böcekler, haşereler, şeytanlardır. Biber gazı üzerlerine haşerelerin üzerine sıkıldığı gibi sıkılabilir, sinekler ya da fareler misali öldürülmelerinde ise bir sakınca yoktur. “Biz”i koruyan “polisimiz” iç düşmana karşı görevini yerine getirmiş, yapması gerekeni yapmıştır. İğrençleştirilip şeytanlaştırılarak iç düşman kategorisine dâhil edilenlerin hayatları yaşanmaya değer bulunmaz; bu nedenle de öldürülmeleri cinayetten sayılmayacağı gibi kendileri için kamusal bir yas tutulması da gerekmez. İç düşmanın yok edilmesi, dinin, devletin, milletin ve vatanın yaşamasının, “biz” in biz olarak varlığını devam ettirmesinin ve toplumsal saflığını/sağlığını korumanın şartı haline gelmiştir çünkü.

Fatih Yaşlı
2 Ekim 2013

Kaynak; haber.sol.org.tr