Evrensel: Taraftarın yazı – Erdem Aksakal

Futbola kafayı yoranlara az zulüm değil tek sayılı yılların yaz ayları. Dünya Kupası ya da Avrupa Şampiyonası, malum, çift sayılı yıllara fikslenmiş. Günde üç tane maçla yer yer yan pas fesadı geçirsen de, 90’un Kamerun’u, 92’nin Danimarka’sı, 94’ün Bulgaristan’ı, 2004’ün Yunanistan’ı gibi hoş sürprizlerin bir yenisini yakalamak için bile o sıcakta oturulur televizyonun başına. Belli mi olur, geçen sezon takımını sırtlayıp götüren yıldızını izlersin ya da bir vesile gönül verdiğin ülkenin takımını. Rengarenkliğin ötesindeki taraftar gruplarına gıpta eder, oradan kendi tribününe transfer edebileceğin birkaç figür var mıdır bakarsın. Takımının yöneticileri de hem gazetelerde adı geçsin, hem de ola ki boşa çıkan eski bir yıldıza transfer teklif edebilsin diye turnuva peşinde dolaşır durur. Hele ki 4’e bölünen yıllarda Avrupa Şampiyonası’nın üstüne bir de olimpiyat gelir ki, tadından yenmez. Futbolun tatile girdiğini dahi hissetmezsin. Tek sayılı yıllarda, aksine, bu filmin hiçbir sahnesiyle karşılaşamazsın. Koca yazı transfer dedikoduları, bir sezon açılışı, birkaç da hazırlık maçıyla geçirir gidersin. Günler yavaş ilerler tek sayılı yılların Temmuzlarında. Lakin tek sayılı 2013’ün yazı hiç de durgun geçmedi . Mayıs sonu Haziran başıyla birlikte herkesin yaşamına giren Gezi Parkı, taraftara da bir karnaval yaşattı. Çarşı başta olmak üzere birçok taraftar grubu Gezi Parkı sürecini yaşadı, dönüştürdü. Direnişe renk kattı, kendisine de direnişten yeni renkler edindi. Direnişten elde ettiği öğreti “İki kişinin dahi bir araya gelmesi sakat bir durumdur”dan öteye geçemeyen iktidar ise, Gezi’ye tüm gücüyle saldırdığı yetmezmiş gibi taraftara “Gezi’de yaşadığınız her şeyi unutun” mesajını verip duruyor. Bilmiyor ki insan aklı İstanbul’un dört bir yanındaki duvarlar gibi değil, Gezi’de üretilen rengarenk yazılar bir kat boya atınca silinmiş olmuyor zihinlerden.

taraftar

SEN DELİYSEN TARAFTAR SENDEN DELİ

Peki taraftarın ne yapmasından korkuyorlar bu kadar? Neye gücü yeter taraftarın? Nereye kadar karşı durur? İktidarın Süper Kupa finaline giden herkesin üzerinde kurduğu baskının izanla açıklanabilir hali yok. Şehir girişinde GBT kontrolleri, stat kapısında alkolmetreler, olası bir “Her Yer Taksim Her Yer Direniş” tezahüratını medyadan gizleme çabaları rasyonel hareketler değil.  Duvar yazısının üzerine boya çekmekle, yazanın, okuyanın ve duvarın yazıyı unutmasını ummak kadar beyhude çabalar. Öte yandan da akıl dışı yasağın işlemesinin en zor olduğu topluluk da taraftar grupları. Taraftarlık zaten akıl işi değil ki? Sen deliysen, ben senden deliyim; akılla değil kalple seçtim tarafımı diyen taraftara nasıl söksün bu yasaklar? “Her yer kara her yer kırmızı”, “Gol ata gol ata kazanacağız” tezahüratlarını üreten Gençlerbirliği taraftarını bu saatten sonra hangi yönetmelik kesecek? Taraftar grubu zaten her yıl 40 farklı rakibe, zaman zaman kendi yönetimine, tembel futbolcusuna, deplasman otobüsüne, stadyum polisine karşı pozisyon alan; karşı duruşun üstadı olmuş bir yapılanma. Küme düştüğü sezondan kendine zaferler icat eden, mağlubiyeti futbolcusuyla baklava yiyerek teselli eden bağlılığı, had bildirme tehditleriyle mi zedelemeyi planlıyorsunuz beyler gerçekten? Hep kazananın safını tutanların akılları almıyor, taraftar olmayı seçenlerin o gün bile isteye isteye kaybedenler kulübüne kayıt yaptırdığı. Her mitingde başka bir takımın atkısını boynuna sakil biçimde dolayarak, atölye imalatı çakma Çarşı flamalarıyla edinilmiyor taraftarın ruh hali.  Kaybetmekten korkanlar seçim zaferlerinden başka bir konu konuşmak istemiyor. Karşı durdukları taraftar ise kaybetmeye zaten şerbetli. Ezeli rakibine 6-0 yenilen, son dakikada şampiyonluğu elinden kaçıranlar, küme düşmeye doymayan, takımını yalnız bırakmayanlar korkar mı yenilmekten? Sabretmeyi de kaybetmeyi de, nasıl derler, gayet iyi biliyor taraftar. Aslolanın sahadaki tabela zaferi değil, kazanmayı kutlayıp mağlubiyette dertleşecek sahici dost omuzlar olduğunu yaşayarak öğrenmiş. Ligin uzun bir maraton olduğunun tabii ki de farkında.  Adı üstünde taraftar bu insanlar. Kalbinin gösterdiği tarafı şüphesiz haklı bulanlar. N’aparsın, taraftarlık az buçuk delilik demek. Bu doğası deli varoluş, kalbinin ve aklının gösterdiğinin aksini yapsın, geri adım atsın derdinde girmek; olacak iş mi? Taraftarın en sevdiği futbolcular dik durup eğilmeyenler değil, maçtan önce taraftarın önünde zarif bir bel kıvırarak selam verip, maçta emeğini ölesiye dökenler. Yanında durana karşılıksız sarılmayı (bu kalıbı da dilimize yapıştırdınız, çok yaşayın) çok iyi bilen taraftar; karşı tribünde duran taraftara da sarılmayı öğrendi bu mevsim. Olimpiyatın, turnuvanın olmadığı 2013 yazında olimpiyat ruhunun, spor kardeşliğinin manifestosunu yazdı Türkiye’deki taraftar grupları. Yapma gerilimlere fitilini ateşleyip, çakma barış söylemlerine rağmen kolayca savaşa itilen taraftar toplulukları kalmadı artık. O geçmişin konusuydu. Artık sene tek sayı da çift sayı da olsa, spor gazetelerinden transfer bekleyerek yazı harcayamayacak kadar çok konu var taraftarın aklında.

Erdem Aksakal
17 Ağustos 2013
Haberin kaynağı için tıklayınız; evrensel.net