Bianet: Eskişehir direniş alanında – İrem Dönmez

“Aman yavrum olaylara karışma” tembihleriyle büyüyen bizler, Eskişehir’de, barikatların önünde çam fidanlarının olduğu, çadırların kurulduğu direniş alanında sesimizi yükseltmeye devam ediyoruz.

“On gün oldu, hayatımın en anlamlı on günüydü” dedi birisi, bir diğeri “Birey olduğumu, işe yaradığımı hissediyorum” dedi. O esnada birisi evde yapıp getirdiği keki dağıtıyordu çadır ahalisine, bir teyze yaptığı sarmaları yedirmeye çalışıyordu. Çadırlara astıkları seyyar ışıklarla sınavlarına çalışanlar, proje çantasıyla gelip bitirme ödevini hazırlayanlar, sokak çocuklarına satranç öğretenler, annesini arayıp “Yok anne ya, çadır kent gibi burası, merak etme sen” diyenler vardı.

Yenilen biber gazlarından, kısılan seslerden, tomalarla ıslandıktan, polis copuyla hemhal olduktan sonra Espark önüne kurulan çadırlarla sivil direnişe geçen Eskişehir’deki direniş alanında bugün pek çok farklılık, renk ve ses var.

Çoğunluğunu üniversite öğrencilerinin oluşturduğu direniş alanında direniş, vicdan ama en çok da umut var. “Aman yavrum olaylara karışma” tembihleriyle büyüyen bizler, bugün anne baba sözünden çıkmış olmanın, omuz omuza bir şeylere karşı durmanın mutluluğunu tadıyoruz. Her birimizin burada olmamızın ayrı ayrı nedenleri var.

“Anne, baba biz artık varız”

diren-eskisehir3

“Polisin vahşileşmesi, direnişçilere nefretle bakması beni en çok kıran şey oldu. Üstelik bunu kendilerine kitap okuyan, onlarla yemeklerini paylaşan, barışçıl yaklaşan kişilere yaptılar” dedi birisi çadırını yağmurdan korumaya çalışırken.

Anne, babasını anlattı sonra. Esasında anlattığı bugün alanları, sokakları dolduran, yirmili yaşlarında olan bizlerin haliydi: “Hepimiz “Aman kızım, aman oğlum dikkat et”, “Boş verin siz mi kurtaracaksınız ülkeyi”, “Bunlar da gelir bunlar da geçer. Biz neler gördük” sözleriyle büyüdük. Ama bir yerden sonra insanlar bundan vicdani olarak yaralanmaya başladı ki, düşünce olarak zaten yıpratılıyorduk ama artık vicdan olarak da yıpratıldıktan sonra sokağa attık kendimizi. Bilinçsiz yetiştirilmiş, anne babası 80 döneminde yara almış bizler artık bir şeyleri kendi kendimize öğrendik. Bunu kimse bize öğretmedi. Değerli olan da bu.”

Ve devam etti: “Eskiden haberleri izlerken “Ya ben buna karşı çıkarsam solcu olurum, buna karşı çıkarsam Atatürkçü olurum, buna karşı çıkarsam bölücü derler” diyorduk. Ama şimdi en azından halk sınıfında birleştik. Burada birliktelik var, kendi düşüncelerimi ekledikçe, birileri beni dinledikçe de ben burada olacağım”

Yağmurda sığındığı tentenin altında: “İlk eylemim bu benim. Bir şeylere direnmenin, ses çıkarmanın, klavye başından kalkıp da sokakta olmanın, sesimi başkalarının sesine katmanın değerini anladım ben son günlerde. Hiç olmadığım kadar var olduğumu, değerli olduğumu hissediyorum” dedi bir diğeri ve mahcup bir gülümsemeyle ekledi: “Ama yine de yazma adımı olur mu, annem zaten çok korkuyor.”

“Ötekileştirilenler için”

diren-eskisehir2

Gezi Parkı’nda kurulan kütüphanenin bir benzeri de var Eskişehir direniş alanında. Ödünç vermeye kıyamadığı kitapları hiç düşünmeden buraya bağışladığını söylüyor pek çok kişi. Direniş kütüphanesinin hemen yanında oturan birisi alıyor sözü. Söyledikleri ders niteliğinde:
“Ben Zihinsel Engelliler öğretmeniyim, Anadolu Üniversitesi’nde zihinsel engellilerin eğitimi alanında çalışıyorum. Bu yola çıktığımdan beri ötekileştirilen insanlar için çalıştım. Mevcut hükümet iktidara geldiğinden beri aslında demokrasi getirmek adı altında, dini inançları yaygınlaştırmakla beraber aslında azınlıkların haklarına saygısız davranmaya başladılar.

Kürt meselesi demek istemesem de Kürt halkının çektiği sorunlara duyarlılık göstermemizdi sebep. Ardından da eşcinsellerin, seks işçilerinin, trans bireylerin çok fazla şiddete maruz kaldığını, ötekileştirildiğini, hükümetin bunlar karşısında sessiz kaldığını gördüm. Tüm bu sebeplerle birlikte benim kendi içimde demokratikleşmem, duyarlılığımın artması işleri beraberinde getirdi.
İnsan haklarını savunmanın yanı sıra doğanın ve hayvanların haklarını da savunmamız gerekiyordu. Gezi Parkı olayı da ağaçlarla başladı. Ama bunun yanında her istediğini yapabilen, monarşik bir düzende olmamız, Reyhanlı’da, Roboski’de olanlar, 1 Mayıs’ta insanlara yapılanlar, insanların birbirine kinle bakmaya başlamaları, çok ciddi şekilde ayrışmamız da eklendi. Şimdi tüm bu sebepler ve vicdanımla birlikte buradayım, direnişteyim.”

“Anladım ki hala umut var”

diren-eskisehir

Kütüphanenin yanında oturanlardan birisi de konuşmak istediğini söylüyor. Süleyman ismi, bugüne dek pek çok kırgınlıkla gelmiş, aklında soru işaretleri olan birisi o. İki gündür direniş alanında, umudu gördüğünü söylüyor. Kişisel olarak en çok etkilendiğim şeyleri bu güzel insandan dinliyorum:

“İki aydır Eskişehir’deyim daha önce Diyarbakır’da yaşıyordum. Ben zaten hayatım boyunca sokaktaydım. Bu gaz mevzusuna, polis şiddetine yabancı değildik biz. Hep “Türkiye bizi görmüyor” diyorduk. Ve temelde böyle bir kırgınlığımız vardı. Bir de bu direnişin Cumhuriyet mitinglerine benzemesinden çekindim. Bu yüzden gelmemiştim daha önce.

İki gündür buradayım ve gördüm ki yanılmışım. Ve fark ettim ki hala umut var. Bizi nasıl Türkiye’ye terörist diye yansıttılarsa onları da bize düşman olarak yansıtmışlar. Bugünü bireysel olarak, kendi içimde Türklerle barıştığım gün olarak anlamlandırıyorum.”

“İnsanız, iyi ki”
Bana gelince… İnsan olduğumu hissediyorum şu son günlerde, çocuklarıma anlatacak bir şeylerim oldu diye seviniyorum. Sol yumruğumu havadayken, sesimi diğerlerinin sesiyle çoğalırken, kendimi çadırdakilere kek yaparken daha çok seviyorum.

Tanımadığım insanları sevmeyi öğrendim bir de. Alanlarda, sokaklarda olan, hırpalanmış ama yorulmamış, her şeye rağmen direnen ve vazgeçmeyen o güzel insanları.
İki hafta sonra mezun olup da ana akım medyanın içinde bir yerlerde olmaktan delicesine korksam da, iki gün önce aldığım mülakat davetine gitmeye utansam da bugün buradayım, sokaktayım. Gücüm yettiğince de olacağım.

Çadırlar arasında gezerken 31 Mayıs’taki polis şiddetini hatırlatıp “Aa sen bizi evine alan kızsın” diyenleri, bir çadırın içinden kafasını uzatıp “İşte bizim Schindler’imiz” diye bağırıp alkışlayan, bianet’teki haberim üzerine mail atıp bana ve aileme teşekkür eden kişileri gördükçe; rüzgar çıkıp çadırlar uçtuğunda yardıma koşanlarla, kendisiyle birlikte sokak köpeğini de yağmurdan korumaya çalışanlarla tanıştıkça diyorum ki: “İnsanız, iyi ki.” (İD/HK)

İrem Dönmez
9 Haziran 2013
Haberin kaynağı için tıklayınız; bianet.org