Evrensel: Kırılan onurların yükselişi

Taksim Gezi Parkı’ndan başlayan ve ülkenin dört bir yanına yayılan bir halk hareketine tanık oluyoruz. Polisin dizginsiz şiddeti nedeniyle iki kişinin ölümü, yüzlerce kişinin yaralanması ve binlerce gözaltıya rağmen bu hareket ezilmedi.

yucel_demirer

Gezi Parkı’nın ağaçları için başlayan bu mücadele nasıl bütün ülkeye yayıldı? Ne oldu da teyzeler, amcalar bile ellerinde tencere, ağızlarında düdük sokağa döküldü?

“Her şeyden önce bu son yükselişi, onurları kırılan insanların yükselişi olarak yorumluyorum” diyor Doç. Dr. Yücel Demirer. Bu hareketin sadece iktidara mesaj vermekle kalmadığını, muhalefetin her kesimi için de çok öğretici olduğunu belirtiyor.

Bugüne kadar yapılan her şeye karşı irili ufaklı protestolar olmuştu. Hatta Çarşamba günü sorsalar olayların bu şekilde gelişeceği kimsenin aklının ucundan geçmezdi. Televizyon başında olanlar “boşuna uğraşıyorlar nasıl olsa orayı da yıkacaklar” diyordu. Ne oldu da böyle oldu?
Toplumsal yaşam sandığımızdan daha karmaşık bir süreçtir. İçinde yaşadığımız anda alınan tutumlar güncel olarak ifade edilse de geçmişe uzanan kökleri vardır. Bu yüzden olan biteni sadece görünen üzerinden değerlendirirsek bu yetersiz kalır. Yaptığımız değerlendirmelerde toplumsal dinamikleri, sosyo-psikolojik ve tarihsel boyutu da dikkate almamız gerekir. Bence beklenmedik bir biçimde başlayan ve yurt çapında kitleleri içine alan protestolar bir negatif birikimin, nitel dönüşüm haliydi. Baskılarla, çoğu zaman yasal ama asla meşru olmayan yönetsel hoyratlıklardan dolayı biriken basınç bir sosyal patlamayı beraberinde getirdi. Açıkçası kimsenin beklemediği, aktörünü çok net tarif edemediğimiz bir şey oldu. Aktör yapısının heterojenliği, kullanılan protesto araçlarının çeşitliliği ve söylemin zenginliği bir anlamıyla almasını bilen herkese bir mesaj niteliğinde. Kitlesel direniş bir yandan iktidar bloğuna sınırı olduğunu hatırlattı, diğer yandan muhalif kesime bir tazelenme olanağı ve gerekliliğini gösterdi. Bilgi Üniversitesinden akademisyenlerin yaptığı araştırmanın ön sonuçları protestocuların tek tip bir tanım aralığıyla tanımlanamayacağını gösteriyor, birbirinden bağımsız muhalif akışlardan bizi haberdar ediyor. Bu çeşitlilik, yeni örgütlenme ve mücadele olanakları sunduğu kadar, bir tazelenme zorunluluğunun da habercisi. Birkaç hafta önce Silikon Vadisi ziyaretinde iletişim teknolojisindeki gelişmelerin önemini vurgulayan Erdoğan’ın Gezi eksenli eylemler bağlamında twitteri lanetlemesi türünden çifte standartların varlığı daha diri ve birleşik mücadele mecraları gerektiriyor.

Bu kadar kozmopolit yapı nasıl bir araya geldi? Yani normalde ‘Mustafa Kemal’in askerleriyiz’ diyenlerle, İmralı’ya selam gönderenler asla yan yana gelmez…
Siyasi mücadele dediğimiz zaman bazen yalnızca ekonomi üzerinden okuma yapıyoruz, salt insanların cebi ya da midesindekini konuşuyoruz. Evet, sınıfsal mücadele ve üretim araçları sahipliği önemli ama siyasal mücadelenin psikolojik, simgesel ve kültürel boyutlarını da unutmamamız gerekir. Her şeyden önce bu son yükselişi ben onurları kırılan insanların onur mücadelesi olarak yorumluyorum. Bu insanları yan yana getiren durumun, yalnızca Adalet ve Kalkınma Partisi ve onun liderine olan itirazlardan değil, onun artık onur kırıcı olmaya başlayan söyleminden kaynaklandığını düşünüyorum. Sık sık “Latin Amerika’da ekmek fiyatları bile artsa insanlar ayaklanıyor ama Türkiye’de böyle ayaklanmalar görmüyoruz” dendiğini duyarız. Hal böyleyken, bu türden bir arka plan önünde Gezi isyanı bize şunu gösteriyor; Türkiye’de, Anadolu coğrafyasında yaşayan insanlar bir noktaya kadar itiraz etmiyorlar ya da bunu kitleleştiremiyorlar, ancak bu isyan etmeyi unuttukları anlamına gelmiyor. Burada bu mekanizmanın dikkatli bir biçimde incelenmesi, anlaşılması gerekli.

İnsanlar, polisin müdahalesinin ne kadar sert olduğunu, yaralananların durumunu gördükçe alanlara çıktılar. Polis şiddeti nedeniyle şöyle söyleyen biri vardı; “Ben bugüne kadar onurumun bu kadar kırıldığını hiç düşünmemiştim.” Bu şiddet miydi insanlara onurlarının kırıldığını gösteren?
Yaşananlar, hepimizin bildiği gibi iktidar bloğunun vahşi uygulamalarından kaynaklandı. Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarını üç ayrı dönemde değerlendirirsek; ilk dönem liberal solla yapılan ittifakı ve mazlum ve mağdur söyleminden yararlanılan bir ilk aşamadan bahsedebiliriz. İkinci aşamada iktidarın oturtulmasını; ve içinde bulunduğumuz üçüncü dönemde ise gündeme daha aktif bir biçimde müdahale sürecini görürüz. Bu üçüncü aşamada insanların kutsallarına – kutsal derken en genel anlamda kullanmıyorum – yaşam tarzlarına, mahremlerine yönelik müdahalelerin denendiğini görüyoruz. Bütün bunlar sadece politik olarak aktif kesimleri değil herkesi, görece daha ortada duran kesimleri de etkiledi. Gezi isyanları bir anlamda bunların sonucu olarak görülebilir. Bence Türkiye’de yalnızca sol muhalefet değil, iktidar bloğu da siyasal süreci ekonomiye biraz fazla önem vererek okudu. İktisadi verilerin kendi ölçülerine göre çok da fena gitmediği ya da olağan gittiği dönemlerde böyle bir şey beklemiyorlardı. Özel yaşama müdahale ve kendisine tepeden bir öğretmen edasıyla emirler yağdıran bir iktidar aygıtından hoşlanmadığını ifade etti kitleler. Bu durum sadece iktidara yönelik bir muhalefet olmadı. Muhalif parti ve örgütler de dolaylı olarak eleştiri almış oldular Gezi meydanlarında. Örneğin, barışçı yöntemlerin aslında ne kadar radikal sonuç getirici olduğunu gösterdi Gezi. Zeka dolu siyasal simgelerin ve masumiyetin ne kadar prim yapabildiğini getirdi. Örneğin; kırmızı elbiseli kadın olarak, siyasal simgeler tarihimize giren hanımefendinin karşı karşıya kaldığı saldırı, sadece omzundaki çantasıyla dimdik duran bir kişiye gaz sıkılması; bir taş atan, fırlatan, maskeli bir figürden daha başka bir etki yarattı. Mücadele yöntemlerinin zenginliğini, çeşitliliğini gösterdi. Tüm bunların  sol-sosyalist kesime de çok katkısı oldu, olması da gerekir. Özellikle Mecliste grubu bulunan siyasi partilere de önemli mesajlar gönderdi.

KİM NE DERSE DESİN; YAŞANAN BİR HALK HAREKETİYDİ

Hükümet, tüm bu olanları Cumhuriyet mitingleri ile özdeşleştirmeye çalışıyor. Gerçekten öyle bir tablo var mı? Bu söylem nereden ortaya çıktı?
Pratik siyasetin pragmatik boyutu sanılandan ya da açıkça ifade edilenden daha etkilidir. Bu bağlamda, bu kadar önemli bir kalkışmadan sonra büyük fotoğrafa bakan her türden siyasi duruş durumu biraz da kendi tezlerine göre okur. Siyasetin doğasında bu var. Protestolar sürerken ya da bu süreç bittikten sonra tüm siyasi akımlar kendi okumalarını yapacaklardır. Bu durum akılda tutularak bazen siyasetin, hiç de siyasi olmayanların nabzı üzerinden tutulması çok faydalı olur. Türkiye’nin pek çok il ve ilçesinde politik olmayan insanlar da alanlara çıktı, tencere çaldı, alkışladı. Daha önce yapmadıkları bir biçimde siyasallaştılar. Bu durum bize, salt siyasetçilerin yaptığı yorumların eksikliğini gösteriyor. Yaşadığımız tam bir halk hareketiydi. Bundan hoşlananlar olabilir, hoşlanmayanlar olabilir ve bunu tabii ki sahiplenmek isteyenler çıkacaktır. Bu siyasetin doğasında var. Bu süreç belli bir dönem sonra, şu ya da bu şekilde sönümlenecektir bunun da bir çaresi yok ama kaçınılmaz sönümlenme yaşananın bir halk hareketi olduğunun ve olumlu siyasal sonuçlarının üzerini örtmez. Burada, birbirinden çok farklı kişilerin bir araya geldiğini gördük. Siyaseten birbirinden ayrı olanların yanında, siyasi olma düzeyi değişik katmanların bir araya geldiğini gördük. Hayatın başka hiçbir alanında yan yana göremeyeceğimiz varoş delikanlılarıyla, birkaç yabancı dil bilen işi gücü yerinde insanları, yani İstanbul coğrafyasında aynı gece ya da bir hafta sonra çok başka semtlerindeki evlerinde yaşamlarını sürdürecek insanları bir araya getirdi mücadele ve bu çok önemli.

BDP bu süreçte çok eleştirildi. Özellikle Selahattin Demirtaş’ın “Tabanımız kesinlikle ırkçı ve faşistlerle aynı etkinlikler içinde olmaz. Bizim tabanımız ne yapacağını bilir” demesinin, kitleye yön verecek bir hareketin geri çekilmesine sebep olduğu söyleniyor. Öyle midir?Sadece BDP ya da Kürt özgürlük hareketi bağlamında değil genel olarak şunu söyleyebiliriz; hepimiz şaşırdık, hiç beklemiyorduk. Buna siyasi partiler ve liderleri de dahil. Hiçbirimizin beklemediği çok yeni bir durum. Demirtaş, böyle birkaç yersiz sözünden sonra daha derli toplu, daha toparlayıcı, işin olumlu yanını ortaya çıkaran ve destekleyici tonda cümleler de etti. Bence kendiliğinden gelişen bu süreçlerde iyi tarafı görerek siyasal dilimizi kuralım derim. Ben çok olumlu bir deneyim olduğunu düşündüğüm bu sürecin, geride düşünmek için çok kaliteli sorular bıraktığını düşünüyorum. Şunu da küçümsememek lazım TEKEL direnişi gibi gelip geçici olacak, bu da unutulacak diyenler var. Bence böyle düşünmek yanlış. Tabii ki sosyal hareketler siyasal alanda çok kalıcı değişiklikler yapamazlar. Bunlardan sosyal hareketlerin, sokak eylemleri üzerinden örgütlenmiş itirazlarından, onların yapabileceklerinin ötesinde beklentilere de girmemek lazım. Ancak daha ileri mücadele biçimlerine yönelik bize umut verdi, bizi uyardı, bir işaret fişeği oldu Gezi süreci.

Geleceğe dair ne görüyorsunuz?
Geride bıraktığımız bir haftanın nesnel bir değerlendirilmesinin yapılması gerekli. Her kişinin, siyasi partinin, örgütün, derneğin, sanat grubunun bu deneyimi kendisini tarif ettiği referans içerisinde değerlendirmesi gerekiyor. Bu değerlendirmenin yapılmasının çok öğretici olacağını düşünüyorum. Bence sosyal ve siyasal mücadelenin önünü açacak çok önemli işaretler verdi bu süreç: Siyasi mücadelenin meşruiyet temelleri derin olunca kitleselliği artıyor. Kitleselliği artınca etkisi artıyor, etkisi artınca bilinirliği ve umut düzeyi artıyor. Bu bağlamıyla bu zincirleme reaksiyonu örebilecek bir bütünlük gerekiyor. Bunun için belki de o protestocu, gri ve birbirini tekrar eden dil ve akıl yerine bu alanın söyleminden bu alanın o anda doğan, o anda belki alana girerken bile insanların aklına gelmeden elleriyle kağıtlara yazıp tuttukları o anın yaratıcılıkla siyasi ideallerimizi bir araya getirecek söylem ve mücadele biçimleri üzerine kafa yormamız gerekiyor. Daha genel bir söyleyişle ben geleceğe ilişki olan umudumuzu korumamız gerektiğini düşünüyorum. Bu ülkenin, bu umudu hak edecek bir ülke olduğunu düşünüyorum.

GEÇİRDİĞİMİZ HAFTAYI HEP HATIRLAYACAĞIZ

Bu eylemler bize ne kazandırdı? Siz de söylüyorsunuz öyle ya da böyle bitecek… Ne kalacak geriye?
Öncelikle ülkesine ve halkının geleceğine ilişkin kaygılananlara, endişesi olanlara özgüven kazandırdı. Çok uzun bir süredir, ciddi bir oy oranıyla iktidarda olan bir siyasi aygıta sınırlarını ve onun içindeki çatlama işaretlerini gösterdi, umut verdi, bir şeylerin boşa olmadığını gösterdi. Bazı kesimlerde görmeye alıştığımız halkın yapabilirliğine olan güvensizliğinin ne kadar yersiz olduğunu gösterdi. Bu anlamada bize çok şey öğretti. Asıl görünen kazançların dışında, özellikle siyasi grupların, partilerin, alışıldık muhalefet etme kanallarının çok dışında gelişen bu olay belki bu siyasi duruş ve oluşumlara da asıl durmaları gereken yerlere yönelik bir fikir verebilir, vermelidir de.

Bu haftayı hep hatırlayacağız ama sonuçlarının ne getireceği bu noktada başlatılacak mücadeleyle ilişkili bir şey. Örneğin sosyal iletişim araçlarının, sosyal medyanın ne kadar güçlü olduğunu herkes söylüyor ama bana sorarsanız bu bir hafta bütün muhalif örgütlere, oluşumlara sosyal medyayı daha çok önemseme gerekliliğini gösterdi. Siyasal oluşumlar, önceden tarif ettikleri tanım aralıklarından insanları örgütlemeye çalışırken şimdi daha karmaşık ve daha az politik olan ama daha etkili bir var oluştan haberdar oldular. Söylemek istediğim şey, siyasal oluşumların aniden bütün temel referanslarını değiştirmeleri değil. Ama hayatın yeşili geldi ve tüm toplumsal ve siyasal muhalefetin omuzuna dokundu ve bir uyarı da bulundu. Onun için Gezi sürecini çok daha fazla hatırlayacağız.

Özge Ayaz
9 Haziran 2013
Haberin kaynağı için tıklayınız; evrensel.net