Diken.com.tr: Ceren Moray’la ‘Gezi’ üzerine: Her şeyi ‘tek’leştiren bir aklın karşısında ‘daha çok olma’ isteği bizimkisi

Bazılarımız onu televizyondan ya da sinema ekranından tanıdık, bazılarımız da sokaktan. “Kavak Yelleri dizisindeki şu Su hanım var ya, o da eylemdeymiş” dedi kimi, kimi “Eylemde slogan atan kız meğer oyuncuymuş…

Hakkında sosyal medyada ‘Ceren Moray tarzı solculuk‘ diye başlık açılmış biri için ‘sokaktaki kız‘ olmak belli ki çok değerliydi. Çünkü muhalif, olan bitene kayıtsız kalmıyor ve kesinlikle lafını esirgemiyor. Gezi’nin o ünlü sloganıyla söylemek gerekirse o, hep “Kahrolsun bağzı şeyler” diyenlerden… ‘İşler Güçler‘ dizisinin çok konuşulan karakteri Zehra gibi, asla yalan söyleyemeyenlerden.

Herkes gibi benim de dönüşümüm oldu” dediği Gezi isyanının bugün de geçerliliğini koruduğundan emin; “Birbirimize ‘Kurtuluş yok tek başına, ya hep beraber ya hiçbirimiz’ diye söz verdik” diyor.

Moray, ‘iktidarın çalışmadığı yerden çıktığını’ söylediği Gezi’nin bu iktidara yakınlığını kömür veya makarna üzerinden kuranı da silkelediğini dile getiriyor.

Hal böyleyken, karşımımızda tam bir aktivist varken tadı damağımızada kalan Gezi’yi konuştuk; öncesini, sonrasını, şimdi ne yapmak gerektiğini… O zaman, “Acısı taze Soma’da ya da Lice veya Rojava’da bir Gezi yaratmak da o ruhun gerekliliği” diyen Ceren Moray’a bırakalım sözü…

‘Geleneksel olanın örgütlenmek olduğunu gördüm’

ceren-moray-5

Gezi eylemlerinde günlerce direndiğinizi, hatta eylemlerde kendinizi bulduğunuzu söylüyorsunuz. Sizin için Gezi neydi?

Bu ülkede yıllardır uygulanan devlet şiddetine karşı yapılan protestolara elimden geldiğince destek vermeye, adaletsizliği gördüğüm yerde tanımlayıp işaret etmeye gayret ettim. Katlanılmaz, tahammül edilemez olanın karşısında üretmeyi gayeledim hep.

Ve fakat Gezi’yle bu ifade biçimi, bu protesto yetmezliği koca bir direniş olarak vücut buldu. O direniş ki, Türkiye tarihinin bütün seyrini etkileyen, süregelen ikna mekanizmalarını altüst eden bir kopuşa denk geliyor. Böylesine bir tarihi yeniden yazma eylemine eklemlenmeyi seçmek, içinde olmak, soluk almak, inadına soluk vermek, herkes gibi benim de dönüşümüm oldu.

Öznel olarak anlamının ve tezahürünün dışında, Gezi bana tek başınalığın geleneksel olmadığını, geleneksel olanın aslında örgütlenmek olduğunu doğrudan gösterdi. Birliktelikten çıkan koca bir direnişin, en geçerli iradesi söz vermekle gerçekleşti. Ve Gezi artık benim için dostlarıma, kayıplarıma, canlarıma, meslektaşlarıma, ablalarıma, kardeşlerime, doğmamış çocuğuma verdiğim söz olmuş oldu.

Merkezi Taksim, şiddeti koca bir ülke olan yemyeşil bir parkta, sağlamasını kayıp verince daha çok yumruk olarak yapıp birbirimize söz verdik: “Kurtuluş yok tek başına, ya hep beraber ya hiçbirimiz.

‘Çantamda hep yedek Talcid’im oldu’

Direniş boyunca en sevdiğiniz ya da nefret ettiğiniz veya unutamadığınız şeyler nelerdi?

Gezi’nin en efektif sloganı kuşkusuz “Kahrolsun bağzı şeyler“di. Bu slogan asla tesadüf ya da apolitikliğin Gezi’deki sirayeti değil. Aksine, kahrolmadaki şiddetin ve koca bir belirsizliğin karşılığı olarak, bu yaratıcılığın denk geldiği hükümetle eş zamanlı.

Neresinden tutsanız elinizde kalacak bir devletliğin içinden çıkan sesler bütünüdür bu slogan. Bütün faşizmi gözler önüne seren bir haykırış. Polisin şiddeti, adaletin keyfiyeti, patronun memnuniyeti, sansürün ölümcüllüğü, mezhepçiliğin hortlatılması, diktatörlüğün mukavemet mekanizmalarını inanç üzerinden biçimlendirip yeniden kurgulanması, kadının yok sayılması, ekonominin zafiyete uğraması, hukukun ayaklar altındalığı, tarihin tek tipçiliğe uyarlanması, kültürün metrobüse indirgenmesi…

Gezi bu haykırıştan doğdu, bu hafızayla devam etti. Dolayısıyla Gezi’yi bir ruh olarak görüp taşıdığımız bugün dahi bu isyan geçerliliğini koruyor.

Bütünlüklü bir karşı çıkış bu, sevip sevmediğin şeyler olarak ayrılamaz gibi geliyor bana. Ama elbette organik bir temasın neticesinde yaşayıp en ifrit olduğum şey kuşkusuz ikiyüzlülük oldu. Bunun en nadide örnekleri Gezi’deki ‘bir olma‘ halini, ‘darbe’ diye okuyarak verildi.

Bütün bunlara karşı 31 Mayıs’tan bugüne kadar direnmenin en temel sebebi de, sokağa çıkanın bir daha eve dönmek istemeyişi de aynı yerden: “Elele verdiğimiz bir tarihin özneleri olacağız.” Gezi’nin en sevdiğim tarafı bu oldu. Yedek Talcid’im, hep bir başkası için çantamda oldu.

ceren-moray-6-300x225

 

‘Tek bayrak, tek din diyen aklın karşısında çok olduk’

Tek bir ortak noktası bile olmayan insanlar bir paydada buluştu Gezi sayesinde. Sizce bunu sağlayan neydi?

Devletin devletliği kendi gibi olmayanın karşısında zulme dönüştü. Bunun içinde, daha önce ortak çıkar yaşarken şimdi ters düşmüş sermayeden tut da; yaşam hakkı tamamen elinden alınmış, açlık sınırında bir memura kadar herkes tek bir dilin etrafında toplandı. “Direne direne kazanacağız” dedik, iktidara yakın olmadığı için aşağılanan ve ötelenen milyonlar olarak.

Muktedirin medya üzerinden kurduğu yanılsamalı dili, birbirine dokunarak, bakarak, konuşarak değiştiren kalabalıklar daha büyük kalabalıkları getirdi.

O kalabalık, iktidara yakınlığını kömür veya makarna üzerinden kuranı da silkeledi. İktidarı oy vererek desteklemiş büyük bir çoğunluğun, ekonomik beklentilerinin karşılanmamış olduğunu, kandırılmış olduklarını da haykırdı, onlarla birlikte daha da çok oldu. Adaletin, hukukun keyfiyeti herkesi hesap sormaya, adaletin yeniden tanımlanması aciliyetine itti.

İktidarın neoliberal politikasının parçası olan çevreye dönük saldırıların bir parçası olan HES’lere karşı inşaat makinalarının altına yatarak direnen kadınlarla, Nişantaşı’nda Nike’larını çekip barikat önünde polis şiddetine karşı canını dişine takıp direnen kadınlar birbirini fark etti. İşin en güzel tarafı da bu zaten, en büyük kazanımı bu. Tek dil, tek din, tek mezhep, tek bayrak, tek cinsiyet diyen bir aklın karşısında; çok oldukça daha çok olma isteği duymak.

ceren moray (1)

‘Çalışmadığı yerden çıktı Gezi’

Bir de ateşe körükle gidenler oldu, Başbakan Erdoğan gibi. İnternete sızdırılan tapelerde bile Gezi Parkı’na müdahaleye ne kadar hevesli olduğu görüldü. ‘Çapulcuları’, ‘evde tutamadığı’ yüzde 50 ile tehdit etti. Bu tavrı hala da sürüyor. Onu bu kadar kızdıran neydi?

Çalışmadığı yerden çıktı Gezi. Kendini sadece Meclis’e girme isteğiyle, devlet olmakla, devlete yakın olmakla, zengin olmakla ifade eden insanların oluşturduğu bir ülkenin başkanı olmaya hazırlamışken ve de öyle olduğundan eminken kendini sokağa ait gördüğü için, sokağa çıkan radikal bir muhalefet gördü. Bunu beklemiyordu elbette…

Dolayısıyla bu çoğunluğu, bu bütünlüğü riske atmadan bölmek, garantiye alarak ortadan kaldırmak gerekiyordu. Bütün korkakların yaptığı gibi. Gezi’deki polis şiddeti, orantısız güç, yalanların hedefi hep bu korkudan kaynaklandığı için akıl dışı.

Kabataş’ta deri eldivenli bir grubun türbanlı bir kadını dövmesindeki iftiraya ve hala ispatlanmamış olmasına rağmen bu bilgiye tutkuyla inanmaya çalışmak aynı korkudan geliyor. Ya da Ali İsmail Korkmaz üçüncü gün öldüresiye dövülmüşken, “Gezi ilk üç gün masumdu” demekteki fitnecilik yine aynı bölme isteğinden.

Birşeyler bize uymuyor diye değil, bize uymayan şeylerin artık gerçekleşmemesini sağlamak için canımızın tak ettiği yere, “Polise talimatı ben veriyorum” diyerek dokunmaya çalışmasındaki büyük bir amatör paniğinden geliyor bütün bu ilüzyon itibarı.

‘Gezi sayesinde yalanı bir metre öteden tanır olduk’

Peki, Erdoğan’ın imajının sarsıldığını düşünüyor musunuz Gezi’yle?

İmajı ve itibarı için yaşayan biri olarak imajı sarsılamamış olsa, dramatik bir şekilde güçlü hissetmek için kendi kitlesine ölen bir çocuğu yuhalatacak kadar ileri gitmezdi, insanlıktan çıkmazdı hiç kimse. Bakın lider demiyorum, hiçbir insan yapmazdı bunu itibarı sarsılınca kendini kaybetmediyse eğer. Ve bu itibarsızlığın küresel yansıması da yanıbaşımızda bekleyen ekonomik krizin ta kendisi.

Türkiye açısından ‘Gezi’den önce’ ve ‘Gezi’den sonra’ diyebileceğimiz bir durum oluştu mu sizce? Yani “Gezi’den sonra artık o kadar kolay değil bu işler” diyebilir miyiz muktedirlere karşı?

Elbette bütün dengeleri değiştirdi Gezi. Bir sene içinde olan biten her şeyin seyrini değiştirdi.

Ancak şu da var tabii, yakın zamanda yıldönümünü tamamlayan bu direnişi geleneksel bir yerden romantize etmeye yönelik büyük bir çaba sözkonusu. Toplum olarak özsel bağ kurmak için nostaljiye ihtiyaç duyuyoruz, oysa bu Gezi’ye uygun bir yönelme biçimi değil. Aksine o ruha ve yapıya aykırı. Gezi öfkeyi, direnci soğutmamak için iktidarın yıktığı her durumun karşısında ortaya çıkabilecek isyanın, sokak hareketinin kendisi.

Yıldönümünde Gezi Parkı’nda gaz yemeyi beklemek değil, acısı taze Soma’da bir Gezi yaratmak da o ruhun gerektirdiği, ya da Lice’de, ya da Rojova’da.

Bu türden bir karşı çıkışın, böylesi bir adalet arayışının karşısında panik halde iktidarlığını eline yüzüne bulaştıran, yalandan başka üretecek bir şeyi kalmayan bir devletlik görüyoruz.

Ve evet hiçbir şey eskisi gibi değil, olamaz. Gezi sayesinde yalanı bir metreden gördük, tanıdık.

‘Tek derdimiz korkuyu öfke ve inançla kusmak’

Sanatçıların direniş içerisindeki durumu nasıl yorumluyorsunuz? Memet Ali Alabora gibi birçok isim Başbakan tarafından meydanlarda yuhalatıldı, tehdit edildi, işsiz kaldı. Siz böyle bir baskıya maruz kaldınız mı?

Üstüne dantel örtüp televizyonuna evinin bir ferdi gibi davranan Türkiye gibi ülkelerde oyuncunun, sanatçının misyonu tuhaflaşıyor. Bulunduğu yer akıl dışı bir yerden pozisyonlandırılıyor.

Bir televizyonun iktidar baskısıyla sustuğunu, yine aynı televizyonun başka bir konuşanı yalanlayarak bağırıyor. Televizyonun normali salıkladığını, yine aynı televizyonun bir sesi meydanlarda olağanüstülüyor. Dolayısıyla, bir aktör, şarkıcı, dansçı, ressam vs. olarak ya toplum için kanaat önderi oluyorsun ya da yandaş. Ya iktidarın hedefi oluyorsun ya da endişeli bir suskun.

Memet Ali Alabora “Taksim’e gelin” demese; Ahmet, Mehmet demese de elbette oraya gelecek milyonlar vardı. Ama Memet Ali Alabora orada olmasa, Bergüzar Korel gaz maskeli fotoğraf vermese Gezi bu kadar görünür olmazdı.

Politik duruşunun vesairenin de ötesinde bu insanlar TC vatandaşı olarak çocuklarının geleceği için oradaydı. Gezi bu yüzden kıymetli, herkes hesabını verebileceği bir geleceği kurguladığı için. Hiçbir korku şu anda bu kaygının üzerinde değil, tek derdimiz ekmeğimize katık edilmeye çalışılan korkuyu içimizdeki sonsuz öfke ve inançla kusmak.

21 Haziran 2014 

Haberin kaynağı için tıklayın; diken.com.tr