Gezi isyanının yıldönümüne girdiğimiz şu günlerde Gencer Çakır’ın sendika.org’da yayınlanan “Sokak Muhalefetinin Çıkmazı” isimli yazısı hepimizi mühim bir tartışmaya davet ediyor. Çakır, kısaca, Gezi isyanının, işçi sınıfı ile birleşemediği için AKP’ye gücünün yetmediğini, Gezi’nin mirası olarak sürdürülegelen sokak muhalefeti taktiğinin de –bu nedenle- çıkmaz yol olduğunu söylüyor.
Çakır büyük oranda haklı. Gerçekten de artık bu muhalefet tarzının sürdürülemeyeceği son derece açık. Her “Taksim daveti” sırasında görmek mümkün bunu: Bırakın siyaseten doğruluğunu, kitlelerin artık bu tür daveti kaldıracak durumu yok. Bu işin sürdürülemez olduğunu, sürdürülemeyeceğini herkes az çok biliyor. Fakat maalesef krize doğru giden finansal piyasalar için söylenen bir söz bizim için de geçerli hale gelmiş durumda: Müzik sürdükçe herkes dansa devam ediyor. Aslına bakılırsa müzik de çoktandır sustu. Biz ıslıkla devam ettirmeye çalışıyoruz o kadar.
Üstelik Gezi’nin yıldönümü olan 31 Mayıs gibi manidar bir günde İslami-muhafazakâr çevrelerin örgütlediği ve hedefinde Ayasofya’nın camiye çevrilmesi olan “seccadeni al da gel” kampanyası sokak siyasetinin izleyebileceği farklı yollarla ilgili olarak bizleri uyarmalı.
Yanlış anlaşılmasın; sokak elbette muhalif siyasetin vazgeçilmez bir boyutu olmaya devam etmeli. Sadece muhalefetin değil, faşist-ırkçı-sağ popülist güçlerin de sokağa hamle ettiği bir konjonktürde sokağı boşlamak bizler açısından bir tür intihar anlamına gelecektir. Sürdürülemez olan ve sürdürülmemesi gereken AKP karşıtlığına indirgenen sosyalist siyasetin bir de AKP’ye sokakta kafa tutmaya indirgenmesidir.
Solun, sosyalistlerin hızla siyasal bir hatta geçmeleri gerekiyor. Kritik bazı toplumsal ve siyasal talepler çerçevesinde bir araya gelmenin zeminlerini oluşturmalı, siyaseti ve sokağı bu zeminler üzerinden inşa etmeliyiz. İstanbul Kent Savunması gibi zeminlerin çoğaltılması ve derinleştirilmesi gayet önemli.
Üstelik AKP, bu alanların çoğaltılabilmesi için de çaba sarf ediyor neredeyse. 301 maden işçisi kardeşimizi kaybettiğimiz Soma iş katliamından sonra taşeron meselesi masaya yatırılacak derken, AKP bu masayı bildiğinden şaşmadan kurmaya devam ediyor: Bırakın taşeronun yasaklanmasını, daha da genelleştiriyor. O genelleştirdikçe, bizim de daha genel bir taşeron karşıtı siyasetin temellerini atabilmemiz için zemin oluşuyor. Taşeron karşıtı mücadele, bugün hiç olmadığı kadar genel ve popüler bir biçimde örgütlenebilir. Bunun zeminleri var. Solun birleşik cephesini, kapalı salon toplantılarında, 3-4 ana akım siyaset figürünü yan yana getirerek değil, bu zeminleri çoğaltarak, derinleştirerek ve bunlar üzerinden siyasal bir süreç örgütleyerek inşa etmek gerekiyor.
Neden, örneğin, 2015’teki genel seçimlere, aklımızı bu şekilde kurarak hazırlanmayalım? Neden bu çalışmaların ve kampanyaların içerisinde üretilecek militan enerji ile siyasete müdahale etmeyelim? Tüm bu süreçlerden süzülerek gelecek net siyasal ve toplumsal talepler etrafından daha geniş bir birliktelik zemini yaratmaya çalışmak, bunları siyasal bir kampanya evriltmek sosyalist solun inşası açısından gayet verimli sonuçlar doğurabilir. Mesele “mini mini vekillerimizin” olması değil elbet; sosyalist siyasetin gireceği yeni bir toplumsal-siyasal hatta somut bir hedef belirlemek ve oradan yürümek.
Örnek mi arıyorsunuz? Bir süre önce Başlangıç’ta yayınladığımız ve ABD’de bir sosyalistin seçim mücadelesini ve zaferini aktaran şu röportaj faydalı olabilir: http://baslangicdergi.org/abdde-bir-sosyalistin-zaferi/
28 Mayıs 2014
Kaynak: baslangicdergi.org