Fraksiyon org: Aslında kazanıyoruz haberimiz yok – Evren Barış Yavuz

kazaniyoruz

Alain Badiou devrimci yenilgiler üzerine yazdığı Kızıl Atkı adlı romanoperasında, tutuklanmış işçiler korosundan bir işçi “Kendi ayaklanmamızı önemsemedik” diye seyirciye seslenir.

Bizim romanoperamız yazıldığında “Ayaklanmamızı çaldılar” denilmesin diye Gezi‘den 30 Mart Yerel Seçimlerine doğru saçılım gösteren zamanın özgürlük mücadeleleri açısından kırma/kırılma noktalarına bakmakta fayda var.

Bu bakışlar bir muhasebe olarak algılanmasın çünkü nihayetinde devrimci akım bir musahabe faaliyeti değildir. Devrimci akımla kurulan bağ eylemlerin sonuçlarına kar-zarar aralığından değil, oluşan hareket tarzının, varılan yerin, umulan faydanın toplumsal özgürlük mücadelesiyle uygunluğuna bakılır. Tarih olmadan hemen önce içinde ortak geleceğimizi barından nüveye doğru fokus yapmak gerekiyor.

Gezi Direnişi/isyanları üzerine bir külliyat oluşacak kadar çok şey söyledi. Bu açıdan bunca derin analizlere yeniden girmek yerine içinden ‘meşruiyet’ kelimesini ayırmak bu yazının faydasına olacaktır.

Gezi’nin Meşruiyeti ve Seçimler

‘Gezi’ başlı başına halkın verili siyaseti aşma hamlesidir. Bu aşma hareketi yasanın sınırlarını genişletmek yerine, yasadışının olanaklarını büyüten bir meşruiyet duygusuyla yapıldı. Çünkü halk katmanları, mücadele eden kimlikler yasa denen olgunun başlı başına düzen koyucunun tasarrufu olduğunu ve zaten mücadelenin her biçiminin yasadışı’nda geliştiğini gördü.

Kadınlar mücadele ettiğinde yasadışıydı çünkü yasa erkeklik ayakta kalsın diye yapılmıştı.
İşçiler mücadele ettiğinde yasadışıydı çünkü yasa başlı başına onların aleyhine yazılmıştı.
Kürtler mücadele ettiğinde yasadışıydı çünkü yasa Kürdün inkarının ve imhasının yönergesiydi.
Aleviler mücadele ettiğinde yasadışıydı çünkü yasa egemen mezhebin, dinin şiddet kılavuzuydu.

Şimdi yukarıdaki kadim listeyi genişleterek ve yeni mücadele öznelerini ekleyerek, ‘hayat’ hakkı için mücadele eden halk kitlesel ve meşru biçimde yasayla karşılaştı ve yasayı aştı. Bu hamleyle artık yasayı kendisi belirler hale geçerek bizzat düzeni yasadışı hale getirdi. Bu hamlenin gücünü veren meşruiyettir ve ‘ayaklanmanın’ kırma noktasıdır.

Milyonlarca insanın yasayı aşan enerjisi bir toplumsal proje, bir zafer arıyordu. Örgütsüz halkın, hedefsizliği ve mücadele ettiği şeyin yerine koyacak somutlaşmış bir hedefi olmayışı ‘ayaklanmanın’ kırılma noktasıydı.

Bu esnada seçimler bir başlık olarak açıldı. Halkı sürekli sandığa çağıran diktatörün çağrısına yanıt verildi ve yasadışında bir rejim inşa etmiş sokağın sonuna ‘sandık’ bir hedef ve bir utku aracı olarak konuldu. Türkiye için geçerli olan bu trajik hamlenin müsebbipleri niyetten bağımsız biçimde forumlara taşan, mahallerinde hala ateşler yanan bir süreci, seçimlerin takvimine bağladılar. Kendi takvimi olan bir ayaklanmayı, devletin takvimine bağlamak içeriden kırılma noktasıydı.

Seçimlerin bir taktik olarak doğruluğu-yanlışlığından ziyade mutlak odak olarak inşa edilişi, bir ‘ayaklanmaya’ utku ve hedef olarak algılanışı, süreci kişilere, yavan sloganlara, kötü şarkılara indirgeyişi bakımından düzen partilerinden çok özgürlük güçleri açısından bir problemdir. Zaten tüm düzen partileri devletin bir isyanla yenilmesini değil düzen içi ayak oyunlarıyla iktidarın el değiştirmesini isterler. Çünkü düzen partileri genetik olarak devletçidir. Devletin asli varlığını savunmak ise bir isyanı bastırmayı gerektirir.

Velhasıl bir tahtı yıkmak ile tahttakini değiştirmek başka şeylerdir.

17 Aralık ve Değişen Ruh Halleri

Gezi’nin bir başka ‘kırılma’ noktası da tape olarak ifade eden ses kayıtları ve onların dökümlerinin ifşa edilmesiyle başladı. O güne değin kendi gündemi ve kendi manevi düzlemi içinde hareket eden mücadele, 17 Aralık operasyonu ve onu takip eden yoğun ifşaat siyasetiyle başka bir düzeleme taşındı. Artık özne sokağı belirleyen halk değil, tape’leri dağıtan güçtü. 17 Aralık Operasyonu Erdoğan Hükümeti’ni bir yargı süreciyle alaşağı edilebileceği ve yayımlanan kasetlerin Ak Parti’ye angaje kitlenin duygu ve düşünce dünyasını sarsacağı düşünüldü. Burada yazarken bile ‘fena fikir değilmiş‘ gibi duran hamleyi organize eden güçler, Gezi’nin yarattığı etkiyi kendi siyasal inşalarına payanda etmeyi, sokak gücünü ise halktan alan de facto ittifakı devreye soktular. Ortaya dökülen hırsızlık ve yolsuzluk düzeni sokağın motivasyonu arttırsa, Gezi’nin meşruluk duygusunu besleyen bir bakışı sağlasa da, halkın karşısında aynı soru yeniden ve artık daha net biçimde kondu. Zafer ne?

Bu senaryoda elbette ‘zafer’ seçimlerdi. Tape’ler ile argüman sufleleri yapan gücün de tesiriyle, sokağın kurduğu ve dolaylı desteklerinin arttığı bir ittifak belirginleşti. Bu ittifak ‘isyansız’ bir iktidar değişimi, halkın dışlandığı bir iktidar revizesi için var güçleriyle yüklendiler. Ama tapeler Erdoğan’ı düşürmedi. İktidar bloğunu kristalize etti. Onu ifşa ederek ve düşüremeyerek onu güçlendirdi.

‘Ayaklanmayı’ ise ikincilleştirdi. Sosyal ağlarda barikat fotoğrafları dolaşıma sokan, yaralı kardeşleri için yardım arayan bir kullanım biçimi yerini tape bekleyen ve o tapeleri tüketerek gittikçe atıllaşan bir kullanım biçimine bıraktı. 25 Mart gecesi sabaha değin tape bekleyen sosyal ağ kullanıcıları, 31 Mayıs 2013′ün sokak direnişçilerinden başkaları değildi.

Öldürülen arkadaşlarını, çocuklarını tabutlara koyan halkın seçim sandıklarında aradığı erken zafer bizi bir hayalin gerçekle karşılaşmasına değin getirdi. Tape dinleyip, ‘oy’ için birbirini yok sayan tartışmalara giren bir toplam haline gelen Gezi gündemi seçim sonuçlarıyla evrendeki yerini bir kez daha bulmayı başardı.

Seçimlerin Gör Dediği

Türkiye siyasal tarihi için seçimlerin tarihi; şaibenin, baskının, oy çalmanın, aday yasaklarının, sandık kaçırmaların tarihidir. Egemenler kimi zaman askeri zapturapt kimi zaman faşist çeteler kimi zaman ise kalem oynatmalarla seçim sonuçlarını ipotek altına alır. Askeri darbe koşullarında jandarmanın organize ettiği seçimler bir yanda, Kürt illerinde açık oy dayatmasıyla yaptırılmayan seçimler diğer yanda… Seçimler bu topraklarda hep bir rejim krizi olagelmiştir.

Zaten siyasi partiler yasası, seçim kanunu, uygulama esasları daha ilk elden kitlelerin politikaya katılımını ‘seçme’ özgürlüğü ile kısıtlarken, zorbalıkla uygulanan fiili seçim sistemi ‘seçilme’ özgürlüğünü de ketlemektedir. Burada ifade edilen tecridi özgürlük ise yukarıda bahsini açtığımız yasallığın teminatı içindir.

Fakat tüm bu gayrımeşru düzlem kitlelerin siyasete katılıyormuş izlenimini elde etmesi için zorunlu ve stratejik bir araçtır. Örgütlü bir özgürlük mücadelesi yürütmeyen, düzene ideolojik/politik/pratik olarak bağlanmış kitleler için seçimler onları düzene bağlayan sübaplar iken, Kürt özgürlük hareketinde gördüğümüz haliyle örgütlü bir halk için düzeni krize sokan siyasal hamlelerdir.

30 Mart 2014 seçimlerinin iki ayrı zamanı iki ayrı ruh haliyle iki kazananı vardır;

Sandığı mutlaklaştıran, utku talebini oy oranlarıyla ölçüldüğü saatler boyunca Ak Parti…
Sandığa karşı hayal kırıklığı yaşayan ve aylardır üzerine sinen ataleti atıp sokaklarda seçim hilelerine karşı enerjik bir mücadeleye girildiği saatler boyunca halk…

Seçimin kendisinin bir hile olduğunu anladığı anda halkın örgütlü mücadeleye ihtiyacının bir basınç haline gelmesi, Ankara’nın Diyarbakır’laştığı yerdir. Çünkü Ankara ancak Diyarbakırlaştığı oranda İçişleri Bakanlığı müdahalesiyle değişen sandık sonuçları iade edilebilir.

Sokaklarda ‘oylarına’ sahip çıkan halk, oyların bir toplumsal özgürlük mücadelesinin sadece bir veçhesi olabileceğini açıkça görmüştür. Sandık asli değil detaydır.

Ak Parti ise seçimlerin kural koyanı ve kuralları değiştireni olarak aynı zamanda kazananıdır.

Buradaki kazanım, krizini öteleme, mücadele eden halk nezdinde moral bozukluğuna yol açma, yedeklediği milyonlarca yoksulu kendi politik hattı konusunda angaje etme imkanıdır. Bu imkanı bir süre daha kullanacağı açık olan iktidar, gayrımeşru rejimini seçimle meşruiyete vardırıp, bölgesel saldırganlık politikasını azıya vardıracaktır.

Hanedan üyeleriyle birlikte çıktığı balkondan Suriye halklarına açıktan savaş ilan eden, 1 Mayıs’ı yasaklayan, tapeci güçleri açıktan tehdit eden iktidarın seçimlerden aldığı enerjiyi bir zorbalık kampanyasıyla pekiştireceği açıktır. İktidarın yıpranmış otoritesini tesis etmek için atacağı her hamle çatışmalı süreçlerin önünü açacak olan odaklardır.

Gezi’den bu yana yaptığımız hatalara dikkatle bakarak, bir buzkıran gemisi olan Gezi‘yi yeniden doğru rotaya oturtmak gerekmektedir. Direnmiş, isyan etmiş ve ayaklanmış bir halk deneyimle, hafızayla ve maneviyatla kendisi için geçerli bir toplumsal projeyi inşa etmek ve örgütlenmek zorundadır. Eski örgüt biçimleri bu ihtiyacı karşılamıyorsa yeni örgüt biçimleri bulmak, kendi medyasını güçlendirmek, anti faşist karakterli mücadele dinamiklerin açığa çıkarmak sürecin ilk elden açığa çıkardığı ihtiyaçlardır.

Nasıl hatalar yapmayacağız?

  • İsyan etmemiş gibi yapmayacağız
  • Yasayı delik deşik ettikten sonra meşruiyetimizi devletten sormayacağız
  • ‘Provokasyon olacak’ söylemiyle halkı sokaktan çekmeye çalışan devlete imkan vermeyeceğiz
  • Mücadele araç ve biçimlerini mutlaklaştırıp, dayanışmanın yerini rekabetin, direnişin yerini laf kalabalığının almasına izin vermeyeceğiz.
  • Kişileri değil mücadele eden kitleleri önemseyecek, direnmenin artık değiştirmek safhasına geldiğini göreceğiz.
  • Devletin kullandığı kolektif şiddetin karşısında direnme hakkını tartışmaya açmayacağız.
  • Her kötü haberde sinizme kapılıp, ‘Aziz Nesin’ alıntılarıyla kendi kendimize hakaret etmeyeceğiz.
  • Dini, milliyetçi histeriler, iktisadi zincirler ve hegemonya siyaseti ile iktidara tamah etmeye mecbur kalmış halk kesimlerini küçümsemeyecek, onları iktidara terk etmeyeceğiz.
  • İktidardan pay almak isteyen ya da aynı iktidarı kendisine isteyenlere karşı mücadele olgunluğu sergileyecek, tüm yaşam ve üretim alanlarından kökünü alan bir yeni hayat kuracağız.

Örgütlenin

Dünyada yerelleşme deneyimlerinin bir parçası olan ve Kürt illerinde de bir yanıyla deneyimleşen modeli, iktidar dışı alanlar inşa etmek için Türkiye kentlerinde adımlar atmak, öz yönetim olanaklarını pratikleştirmek, devletin ya da devlet destekli güçlerin saldırılarına karşı öz savunma araçlarını kurgulamak, yerelden siyasete yapım/katılım için gerekli biçimleri işler hale getirmek ve tüm bunların gücüyle yeni bir isyan dalgasını hem yaratan hem de yöneten halkın iradesini ifade etmek güncel sorunumuzdur.

Seçimin kaybedeni mutlak olarak düzen politikası, seçim nümayişleri, demokrasicilik oyunları, iktidarın yasallaştırdığı zorbalık siyasetidir. Halk, Gezi’de devletin kolluk gücünü polis şiddetiyle deneyimlerken, seçimler vasıtasıyla iktidarın ‘seçme ve seçilme’ hakkının sınırlarını da deneyimledi. Biriken deneyim düzeni onarmayacak, düzenden kopuş eğilimini güçlendirecektir.

Gezi için buzkıran gemisi dedik. Kendi yolunu kendisi açan bir hareketin, kendi hareket tarzını kendisi bulan bir sürecin imgesi olarak buzları kıran bir gemi…

İktidarın seçimlerden aldığı sonuçları halka karşı saldırı furyasına dönüştüreceği, 1 Mayıs’ın, 31 Mayıs’ın, Gezi’de yitirdiğimiz kardeşlerimizin anmalarının hızla yaklaştığı çetin bir mücadele süreci henüz başlıyor.

Örgütlenmek ve örgütleşmek, direnmek ve özgürleşmek için bundan daha iyi bir zaman olamazdı.

1 Nisan 2014
Kaynak: fraksiyon.org