Özgür Üniversite: Erdogan, Putin gibi – Emma M. Ashford

Türkiye’de, son zamanlarda, büyük kentlerde gelişen ve bazen de şiddetli geçen sosyal olaylar, Arap Baharı olaylarında baş gösterilen kitlesel gösterilere paralel bir şekilde seyretmektedir. Yapılan bu karşılaştırma, en iyi ihtimalle yine de yüzeysel kalmaktadır. İşin doğrusu, bu olaylardan dolayı en büyük risk ABD’nin en büyük müttefiki olan Türkiye’den daha ziyade, ABD’nin kendisi için söz konusudur: Çünkü bu tarz sosyal hareketleri yaşayan toplumlar devrim, sosyal yaşamda kaos ve siyasal açılım yapma deneyimi geçirmektedir. Türkiye’deki protesto gösterileri Erdoğan yönetimini demokratik özgürlükleri Rusya tarzında bastırma eğilimi olan bir potansiyel taşımaya yöneltmektedir.

Göründüğü kadarıyla Türkiye’deki protesto gösterileri, İstanbul’da, bir alış veriş merkezi (AVM), inşa etmek üzere, Gezi Parkındaki bazı ağaçların kesilmesi gibi basit bir konu nedeniyle başlamıştır. Polis güçlerinin bir gece sabaha karşı, ön saflarda bulunan çevreci aktivistlere şiddet uygulayarak baskın yapması, polis güçlerinin şiddet uyguladığı eleştirisi getirilmesine, protesto gösterilerinin artmasına yol açmıştır. Protesto gösterilerine katılan kalabalıkların sayısında kabarma olmuş, Çevik Kuvvet polis gücünün gaz bombası kullanarak bastırmaya çalışmasıyla birlikte, Türkiye’nin diğer kentlerinde de aynı zamanda kitlesel gösteri hareketleri patlak vermiştir. Gösterilere katılanlar ile polis güçleri arasında yaşanan çatışmada, şu ana kadar, dört kişi ölmüş ve yüzlerce kişi de yaralanmıştır. Halk, gösterilerin olduğu birçok şehirde sokağa çıkmasının nedenini, yalnızca iktidar partisi AKP’nin devam eden polis şiddetinden değil, aynı zamanda medya kuruluşlarına ifade özgürlüğü konusunda sansür uygulaması ve iktidarın gittikçe despotik bir rejim haline geldiğini ifade etmiştir. Diğer bir kesim halk, protesto gösterilerinin, yüzü Batıya dönük, seküler Türklerin, iktidar partisinin giderek daha fazla oranda İslami reformları yapmasına karşı cevap olduğunu iddia etmiştir.

Yaşanmakta olan olaylarda, ilk bakışta, Arap Baharına paralel gelişme potansiyelinin olduğu açıkça görülmektedir: İktidar karşıtı duygularda kabarma yaptırmış küçük bir olay, kitlesel düzeyde protesto gösterilerin yapılmasına ve iktidar olgusunda zafiyet yaşanmasına yol açmıştır. Ortadoğu uzmanı birçok analistin belirttiğine göre Taksim Meydanı, Mısır’daki Tahrir Meydanı değildir. Türkiye’deki yönetim genel anlamda, Mısır, Tunus ve Libya’dan farklı olarak, demokratik bir yönetimdir. Uygulanan baskılar, özellikle gazetecilik mesleğinin icrası anlamında hükümeti eleştirenlerle sınırlı olup, kamusal yaşam alanı içinde kalmaktadır. İktidar partisi AKP, yapılan özgür ve adil seçimler sonucunda üç kez seçim kazanmıştır. Nüfusun önemli bir kısmı da devletin polis gücüne destek vermektedir.

Bu durumda, Türkiye’de söz konusu olan sorun, çoğunluğun zorbalığıdır (tyranny). Başbakan Erdoğan halkın çoğunluğunun veya çoğunluğa yakın bir kısmının, partisinin ülkeyi yönetmesine desteği olduğunu iddia ederek, Türk kamuoyunun, partisinin uyguladığı politikaları dikkate alarak, olaylar hakkında yeniden tartışmasından memnun olmuştur. Erdoğan, devam etmekte olan protesto eylemelerini “çapulcu” olarak nitelendirmiştir. Bu hafta boyunca İstanbul sokaklarını dökülen insanlar, AKP karşıtı bir duygu etrafında bir araya gelmiş, farklı sosyal kesimlerden meydana gelen karma bir topluluktur. Bu nedenle, Arap Baharı merceği, Türkiye’de baş gösteren protesto eylemlerini anlayabilmek için zayıf kalmaktadır.

Bu politika yapıcı gelişmelere paralel olabilecek en iyi örnek, yakın zamanlarda Rusya’da, Vladimir Putin yönetimine karşı düzenlenen protesto eylemleridir. Demokrasi yanlısı Rusyalı aktivistler, 2011 yılı son dönemlerinde başlamak üzere, hileli parlamento seçim sonuçlarına itiraz etmek üzere sokağa çıkmışlardır. Altı aylık bir zaman zarfında, muhalif taraftarların sayısında artış meydana gelmiş, aynı zamanda, tutuklanmalar yaşanmış ve polis güçleri, büyük ölçekli bu protesto gösterilerine son vermek üzere aktif müdahalede bulunmuştur. Putin’in 2012 yılında yapılan seçimlerde tekrar kazanması, özellikle diğer adayların oy alabilme imkânına sınırlama getirilmesi konusunda, demokratik bir şekilde olmamıştır. Ancak, Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı (OSCE), bazı düzensiz seçim faaliyetleriyle sınırlı kalmak birlikte, yapılan seçimin genel anlamda olumlu olduğunu beyan etmiştir. Bu nedenle, protesto eylemlerine katılanlar önem arz eden bir oranda olup, ancak, Rusya’daki rejime destek vermeyen, sesi çıkmayan Rus azınlık nüfusunu teşkil etmiştir.

Rusya’da da protesto eylemlerine katılanlar, şu sıralarda Türkiye’de yaşanmakta olan krizde olduğu gibi, hükümetin basın organlarına sansür uygulamasına ve yönetimin siyasal muhalefete karşı baskı yapmasına itirazları olup, genellikle şehirli kesimden gelen, orta sınıfa mensup, eğitimli kişilerdi. Bu her iki ülkede yaşanan olaylarda, katılımcı vatandaşlar, ülkelerinin önceki onyıllarda kaydettiği ekonomik büyümesinde gereken çabayı göstermişlerdir ve Arap Baharı olaylarına katılan çetelerden farklı durumdalar.

Dahası, her iki toplumsal hareketin ne belirli bir lideri, ne de alternatif bir programı vardı. Rusya’da, lideri olmayan bir muhalif hareket aktivistleri Kremline alternatif bir mesaj iletme mücadelesini vermişlerdir. Türkiye’deki bu hareket ise, aynı şekilde parçalı bir yapıda, belirgin bir hedefi olmayan, çevreci aktivistlerden, sendikal birliklerden, aralarında anarşistlerinde bulunduğu bir topluluktan meydana gelmiştir. Protesto eylemlerine katılımcı gruplar arasında net bir bağ olmayıp, hangi hedefe varmak istedikleri konusunda aralarında ciddi anlamda konsansüs sağlanmamıştır. İktidar partisi politikacıları tarafından hükümetin Gezi Parkı’nı yıkma projesini yeniden ele alacağı yönünde bir öneride bulunması protesto eylemlerinin düzenlenmesi altında yatan görünür nedenlere yönelik olup, sosyal olayların meydana çıkmasının altında yatan esas nedenlere cevap olma niteliğinde değildir.

Türkiye’de meydana gelen duruma tutarlı bir cevap oluşturmaya caba göstermesinden dolayı, Rusya’da meydana gelen ayaklanmaya paralel olabilecek şekilde, Washington’da belirli bir oranda kaygılı durumların ortaya çıkma ihtimali vardır. Türkiye’deki temel kaygı, hükümet icraatlarına getirilen eleştiriler karşısında yönetimin artış gösteren acımasız tutumudur. Uzun zamandan beri yazılı basın organları ve TV kanalları üzerine baskı yapılarak, gazetecilerin hükümet aleyhinde yayın yapmadan sakınmaya teşvik edilmeleri sağlanmıştır. Türkiye, 2012 itibariyle, dünyada en fazla gazeteci cezaevine konulan ülke olmuştur. Hükümet ise, ceza verilerin kişilerin aslında gazeteci değil de, terörist faaliyetlerinde bulunan şahıslar olduğunu iddia etmiştir. Türkiye’deki medya kuruluşları, protesto eylemlerine katılan kişilerin neredeyse beşte üçünün, hükümet karşıtı söylem geliştirdikleri ve protesto gösterilerinin seyri konusunda Twitter üzerinde bilgi verdikleri gerekçesiyle gözaltına alınmasına rağmen, 12 Haziran günü itibariyle, iki gün boyunca hükümet karşıtı olabilecek herhangi bir haber yayın programını yapmamıştır.

Türkiye, kuşkusuz demokratik bir ülkedir. Ancak, Türkiye’de yapılan baskılar, Rusya’daki Putin tarzı ayıplı bir demokrasi durumuna yaklaşım gösterdiğinde, Türkiye, gittikçe liberal olmaktan uzaklaşma eğilimine girmiştir. Türkiye’deki bu durum ABD’deki politika yapıcıları açısından son derece alarm verici olabilir. Dışişleri Bakanı John Kerry’nin son günlerde, göstericilerin dağılmasını sağlamak amacıyla, Türk polis kuvvetlerinin kullandığı orantısız güç konusunda yaptığı yorumlar, ABD’nin, Türkiye’yi “ikinci sınıf bir demokrasi” olduğu şeklinde değerlendirme yaptığına dair suçlama getiren Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun sert itirazlarına neden olmuştur. Oysa Bakan Kerry gelişmeler konusunda yorum yapmakta haklıdır. Çünkü ABD yönetimi, önemli bir müttefik olan Türkiye gibi bir ülkede istikrar bozucu eğilimlerin baş göstermesini göze alamaz. Washington’daki politika yapıcılar, Türkiye’deki hükümete eleştiri getirmeye hazırlık yapıyor, Başbakan Erdoğan’ı ve kabinesindeki üyeleri yaşanmakta olan sosyal soruna bir çözüm yolu bulmaya teşvik ediyor olmalılar.

Sonuç itibariyle, Türkiye’de yapılmakta olan protesto gösterileri Erdoğan hükümetine yalın bir tercih sunmaktadır: Protesto olaylarını yatıştırmak amacıyla, halkın pek de arzu etmediği yasaları geri çekmek veya muhalefet üzerine daha sert baskı faaliyetleri uygulamak. Her şeye rağmen, son zamanlarda Rusya’da meydana gelen protesto olaylarında anlaşıldığı gibi, özellikle muhalefetin azınlık temeline dayalı olup, parçalı bir yapı arz ettiği zaman, baskı uygulayıcı bir politika izlenmesi stratejik açıdan hükümete fayda sağlayabilir. Ancak, Washington’un ısrarcı olması, hükümetin İstanbul da yaşanan durumun üstesinden gelmesi açısında bir şekilde pek de tercih etmediği bir politikanın uygulamasında başarı sağlayabilir. ABD liderlerinin, Türkiye’nin otokratik bir yönetim yapısı ve en azından yarı-otoriter bir rejim yönünde kaygan bir zemine doğru yönelmesini arzu etmiyorlarsa, en kısa zamanda harekete geçmeleri gerekiyor.

Emma M. Ashford
http://nationalinterest.org/commentary/erdogan-putin-8598

İngilizceden çeviren: Nizamettin Karabenk
17 Haziran 2013
Kaynak; ozguruniversite.org

    This post is also available in: İngilizce