BirGün: Kazanımları korumanın artık yeni bir yolu var

Sungur Savran: Gezi’nin Cumhuriyet tarihinde özel bir yer tuttuğunu düşünüyorum. Ayaklanma, “Geçmişten gelen kazanımları korumayı ancak darbecilikle yapabiliriz” diyen anlayışı bitirdi

sungur-savran

Devrimci İşçi Partisi Genel Başkanı Sungur Savran, Cumhuriyet’in kendini kuruş tarzının, İslamcı siyasete avantaj sağladığını söylüyor. Cumhuriyet’in kazanımlarına da değinen Savran, Gezi’yle birlikte kazanımların başka hiçbir güce bel bağlamadan halk tarafından sokakta korunabileceğinin anlaşıldığını vurguluyor ve ekliyor: “Üstelik yedek kulübesinde iki güçlü oyuncumuz daha var”.

Siz Cumhuriyet’in ilk yıllarını “ikili karakter” kavramıyla değerlendiriyorsunuz. Nedir bu “ikili karakter”?

Evet, Türkiye’nin kuruluşunda ilerici ve gerici yönleri açısından ikili bir karakter söz konusu. Cumhuriyet’in ilerici yönü, Türkiye toplumunda üretici güçleri geliştirebilmesi ve insanlığın kazandığı bazı yeni değerlerin topluma aktarılabilmesidir. Dar anlamda, bir burjuva toplumu ve kapitalist bir ekonomi kurmanın genel zeminini yaratmasıdır. İlerici yanı budur; kapitalizm öncesi unsurlara karşı (pre-kapitalist) mücadele vermiş olmasıdır. Gerici yanı ise, tüm bunları gerçekleştirirken, her şeyden önce Anadolu topraklarında yaşamakta olan diğer halklara, özellikle Kürtlere, aynı zamanda Rumlara ve Ermenilere mezalime varan bir baskı uygulamıştır. İkincisi, Alevilere, soykırıma yakın bir uygulama gerçekleştirilmiştir. Üçüncüsü, son derece önemli bir olgu, işçi sınıfını tamamen atomize bir şekilde ele alıp, örgütlenmesini gerek politik gerekse de ekonomik olarak olanaksız hale getirmiştir. Dördüncüsü, faşizmin yükselişinden epeyce etkilenmiş, faşizan bazı özellikleri devralmıştır.

Cumhuriyet topluma nasıl sirayet etti? Halk Cumhuriyet’le bütünleşebildi mi?

Büyük halk kitlelleri devrimin yapmak istediği şeyden kısmen uzak kaldılar. Devrimle kitleler arasında böyle bir kopukluk yaşandı. Kentlerde ve kıyı bölgelerinde (Kısmen Karadeniz hariç) yeni rejim tuttu. Ama halk, Orta Anadolu’da ve Kürdistan’da eski adetlerini, dinle ilişkisini aynen devam ettirdi. Ortaya şöyle bir manzara çıkı. Yeni rejimin getirmek istediği hayat tarzıyla, bahsettiğim kesim arasında bir kopukluk oldu. “Batıcılar işin kaymağını yiyorlar, onlar bizden uzak, biz halkız ve eziliyoruz” diye bir düşünce ortaya çıktı. İslamcı burjuvazi böyle bir avantajın içinde doğdu. Çünkü onların yaşam tarzı halka daha yakın geldi. Rejimin kendisini kuruş tarzı, halktan uzak kalması İslamcı burjuvazinin eline oynadı. İslamcılık halk ile devrim arasındaki boşluğu kullandı. Tabi 1980 darbesinin Türk-İslamcı anlayışı ve yüzde 10 barajı da İslamcı siyasete, yani AKP’ye büyük güç kattı.

Cumhuriyet’e yapılan liberal eleştirileri nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bu konuda liberallerin kavrayışı eksik. Bizim ilerici adım olarak saydıklarımız, onlara göre devleti kurtarma çabası. Ama bunu diyenler şu soruya cevap vermiyor; madem devleti kurtarmak istiyorlardı, Osmanlı’yı neden yıktılar? Sorun şudur, bütün devrimler bir uluslararası ortamda gerçekleşir. Lenin, Ekim Devrimi’nde proleteryanın rolü yok demedi ama uluslararası ortamda zayıf halka olduğunu söyledi. Dolayısıyla Türkiye’de de elbette “Hasta Adam” bir rol oynadı. Yani Türkler de “Bir ulus olarak ayakta durmak için ne yapabiliriz?” diye sordular kendilerine. Ama bugün liberallerin savunduğunun aksine devleti yıktılar. Yani kurtuluşu eski pre-kapitalist devleti yıkıp, yeni devleti kurmakta buldular. Liberaller bunu kavrayamıyor. Bunu kavrayamadıkları için de gülünç şeyler söylüyorlar. Efenim neymiş; bunlar aslında Osmanlı paşalarıymış. George Washington kimdi biliyor musunuz? İngiliz sömürgecilerinin subayıydı. Oradan kopup geldi ve İngilizlere karşı tarihin en önemli sömürge karşıtı, burjuva devrim mücadelelerinden birini verdi. Kadroların nereden geldiğiyle, sınıfları birbirine karıştırıyor liberaller.

Bu mantıktan hareketle AKP’nin ülkeyi demokratikleştirdiğini düşünüyorlar değil mi?

Tabi ki! Her şey devletin karşısında sivil toplum, merkezin karşısında çevre diye okunursa, devletin dışından gelen biri de özgürleşmenin temsilcisi olarak görülecektir. Şimdi ne oldu? Erdoğan Ankara oldu, merkez oldu. Sınıfsız bir sivil toplum olmaz. Marx ne diyor; devletin kaynağı sivil toplumda bulunur, devlet onun resmi ifadesidir. Sivil toplumun anatomisi ise ekonomi politikte, yani sınıflarda bulunur. Bu kadar basit!

Türkiye Cumhuriyeti 90. Yaşını doldurdu. Siz bundan sonra gidişatı nasıl görüyorsunuz? Gezi direnişi nasıl bir Cumhuriyet’e vesile olacak?

Ben isyanın Türkiye Cumhuriyeti’nin tarihinde özel bir yer tuttuğunu düşünüyorum. Bu isyanın diğerlerinden farklı tarafı, ülkenin bütün sathına yayılmış, kitleleri çok farklı toplumsal taleplerin etrafında toplayabilmiş olmasıdır. Dolayısıyla bir tartışmayı bitirdi: “İslamcı hareketin yükselişini, laikliğin ayaklar altına alınışını, Türkiye’nin geçmişten gelen bir dizi kazanımını korumayı ancak darbecilikle yapabiliriz” diyen ve haklı kabul edilen anlayışı bitirdi. İsyan, “İşte alternatif güç” dedi. “Büyük sokak mücadelesiyle biz bunu yaparız” dedi insanlar. Ben isyanın kendisini tüketmediği kanaatindeyim. Yeniden bu hareket değişik biçimlerde ayağa kalkacaktır. Daha yedek kulübesinde iki güçlü oyuncumuz var: İşçi sınıfı ve Kürt halkı. Bunlar hareketin içinde yoktu demiyorum ama henüz kendi karakterleriyle mücadeleye girmediler.

Berkant Gültekin
31 Ekim 2013
Haberin kaynağı için tıklayınız; birgun.net