Gezi Direnişi’nin yarattığı siyaseti sokaktan örme tavrı yerini sandık hesaplarına bıraktı. Sürekli sandıktan bahseden AKP’yi sandıkta da yenilgiye uğratmak önemli olsa da önemli olan AKP’yi sokakta, mahallede yenmektir.
Siyaseti sokaktan örmek, bu seçimlerde batıda Halkların Demokrasi Partisi (HDP), Kürt illerinde Barış ve Demokrasi Partisi (BDP) olarak seçimlere girme kararı alan Kürt Özgürlük Hareketi için zaten gelenek. Kürt özgürlük hareketinin geçmişte seçim barajına rağmen seçimlere girdiğini unutmamak gerek. Türkiye sosyalist hareketinin ise sandıktaki karşılığının seçim barajını geçecek düzeyde olmadığı biliniyor. Bunu söylemesi gereken son cenahın sosyalistler olması gerekirken, nedense son dönemler sosyalist hareketin bir bölümü seçimlerde alınacak sonucu oldukça fazla önemsiyor gibi. Bunda seçimlerde Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) karşısında en büyük kuvvet olan Cumhuriyet Halk Partisi’nin (CHP) başarılı olmasını istemenin etkisi büyük. Ancak, bu etki, bir yandan CHP’ye yedeklenme baskısı yaratırken diğer taraftan da çeşitli iftira ve ithamları beraberinde getiriyor.
Siyasetin bağını sokakla değil, sandıkla kurmayı daha fazla önemseyen akıl hepimiz üzerinde giderek daha fazla basınç yaratıyor. Bu basıncın altında siyaseti ya da yerel seçimleri konuşmak giderek daha da zorlaşıyor. AKP ve AKP karşıtlığı olarak zuhur eden kutuplaşma başkaca birçok meseleyi gündem dışı bir yere itmeye çalışıyor. Basıncın yoğunlaştığı nokta, yerel seçimlere giderken CHP ve HDP arasında bir ittifakın dayatılıyor olmasıdır. Bu dayatmanın billurlaştığı cümle ise ¨Oylar bölünmesin¨. “Oylar bölünmesin” diyenlere sorulacak çok soru var ama en basit olanını soralım: CHP ve HDP daha önce birleşti mi ya da programatik olarak uzlaştılar mı? CHP bugüne kadar BDP/HDP’nin taleplerinden hangisine gerçekten sahip çıktı? Veya uzlaşmak için hangi çabayı gösterdi?
CHP ve HDP’nin arasında yakınlık kurmaya dönük izlenim veren şey AKP karşıtlığı. Bir diğer husus ise ikisinin de Gezi Direnişi’ne destek vermiş olması. Lakin CHP ve HDP birbirinden çok ayrı siyasi partiler; örgütlenme tarzları, politik hedefleri ve programları da çok farklı. Bir ittifaktan bahsedebilmek için programatik bir uzlaşıya ihtiyaç yok mu?
HDP’yi oluşturan siyasi yapılar 2011 seçimlerine Emek, Demokrasi ve Özgürlük Bloku olarak katıldı. Hem AKP’ye, hem MHP’ye, hem de CHP’ye karşı başka bir programı hayata geçirmeye çalıştı. 2011 seçimlerinde de AKP karşıtlığı güçlüydü. AKP o günde iktidardaydı, bugün de iktidarda.
HDP, dün de bugün de, aynı anda hem AKP’ye hem de CHP’ye karşı mücadele ederken, bunlara karşı bir üçüncü kutup yaratmaya çalıştığı aşamada mücadele ettiği yapılardan birisiyle ittifak içerisine girmesini önermek anlamsızlaşıyor. HDP, Türkiye’deki laik-milliyetçi ve muhafazakâr-milliyetçi akımların her ikisine karşı da mücadele ediyor, etmek zorunda. Ayrıca, AKP ve CHP’nin ortaklaştığı, HDP’nin her ikisinden de ayrıştığı onlarca konu var. Hükümete sınır dışı askeri operasyon yetkisi veren tezkereyi mecliste CHP de onayladı. Anadilde eğitim, demokratikleşme, Kürt sorununun çözümü ve kentsel dönüşüm gibi birçok konuda AKP ve CHP ortak tavır sergiliyor. Dolayısıyla, HDP açısından bir ittifaktan ziyade, ayrışma ve netleşme daha evla görünüyor.
“Oylar bölünmesin” basıncının en çok yıprattığı isim ise adı HDP İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan adaylığı için geçen HDP İstanbul Milletvekili Sırrı Süreyya Önder. Radikal Gazetesi yazarı Koray Çalışkan 2 Ağustos günü yazdığı yazısında, Sırrı Süreyya Önder’in aday olmasının AKP’nin işine yarayacağını iddia ediyor ve şöyle yazıyor: ¨Önder’in adaylığı konusunda genel algı Gezi’yi AK Parti belediyesinin AVM projesinden kurtarmak için mücadele eden bir siyasetçinin, İstanbul’u AK Parti’nin kazanması için uğraşacağı yönünde. Elbette Önder’in böyle bir amacı olmayacak. Ancak siyaset, amaçlanmış ve amaçlanmamış sonuçların toplamıdır. Kazanamayacağı için aldığı her oy, AK Parti adayının işine yarayacak. Aynı zamanda bu çaba, BDP’nin AK Parti’ye büyük bir jesti olarak görünecek.¨ Çalışkan’a sormak lazım, AKP ve CHP İstanbul’u almak için güçlü bir aday çıkarmaya çalışırken, HDP İstanbul için neden güçlü bir aday çıkarmasın ki? Bu neden CHP’nin işini zorlaştırsın ki? Öte yandan, HDP’nin CHP’nin işini kolaylaştırmak gibi bir misyonu mu var? Çalışkan’ın yazısında ilginç olan bir diğer şey ise, HDP’nin aday çıkarmasından ziyade Sırrı Süreyya Önder’in adaylığına vurgu yapması, yani HDP’nin yerel seçimlerdeki başarısını Sırrı Süreyya Önder’in adaylığına bağlamış olmasıdır. Aksi halde, HDP’nin başarısız olacağından emin gibi görünüyor.
Aynı siyasi akıl Sırrı Süreyya Önder’in CHP hakkında söylediği her olumsuz cümleyi ve eleştiriyi AKP’nin işine yarayacak cümleler gibi algılıyor. Örneğin, Sırrı Süreyya Önder’in BDP’nin Youtube kanalında verdiği bir saatlik röportajdan CHP’ye ilişkin söylediği 1-2 dakikalık bölüm yine Radikal Gazetesi tarafından cımbızlanarak, sanki sadece CHP’ye karşı yapılmış bir röportajmış algısı yaratılıyor. Ayrıca, öyle de olabilir; nihayetinde o bir HDP milletvekili ve CHP yapılacak eleştirilerden azade değildir.
Çalışkan’ın yaptığı eleştirinin tersi başka yazarlar tarafından yapılıyor. BDP-HDP’nin CHP ile yakınlaştığı ya da yakınlaşma ihtimali vurgulanıyor.
Akşam Gazetesi yazarı Kurtuluş Tayiz, 5 Ekim tarihli yazısında Sırrı Süreyya Önder’in ulusalcılarla yakınlaştığını iddia ediyor ve şöyle diyor: ¨Sırrı Süreyya’nın başını çektiği ve BDP-KCK içinde de yansımasını bulan bir çevre ise örgüt çıkarları ve kişisel hesaplar üzerinden ulusalcılarla yakınlaşmaya sıcak bakıyorlar. Daha doğrusu alttan alta böyle bir yakınlaşmayı kurmaya çalışıyorlar. Ulusalcıların elleri zaten şimdiden solun aracılığıyla Kürtlerin cebinde. BDP yöneticileri buna açıkça çanak tutuyor. ¨
Bir başka yazıyı da daha temkinli bir dille Radikal Gazetesi’nden Oral Çalışlar yazdı. Çalışlar 7 Ekim tarihli yazısında şöyle diyor: “Yeni bir dönemecin eşiğine geliyoruz. Solcuların bir kesimi ve Kemalistler, BDP’yi de ‘kutuplaşma’nın tarafı olarak görmek istiyor. BDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş ile bir ay kadar önce yaptığımız sabah kahvaltısında, gazeteciler, ona, yerel seçimlerde AK Parti karşıtı bir cephe içinde yer alıp almayacaklarını sordular. ‘Hayır, biz hükümet karşıtı veya hükümet taraftarı cephenin parçası olmayacağız’ şeklinde bir cevap verdi. Görünen o ki, her şeye rağmen, bu konu yeniden gündeme geliyor, gelecek…¨
Hasılı, HDP ve BDP, CHP’yi eleştirince AKP’nin yanına; AKP’yi eleştirince CHP’nin yanına konumlandırılıyor. Sanki bu iki kutup dışında siyaset yapmak imkânsızmış gibi bir algı yaratılmaya çalışıyor ve bir kuvvete yedeklenme zorunluluğu dayatılıyor. Birisi HDP ve BDP’nin AKP’nin işini kolaylaştırdığını, diğeriyse CHP’nin işini kolaylaştırdığını iddia ediyor. Oysaki HDP, her iki ana akımın da karşısında duran bir hareket olmakla beraber ikisini de alaşağı etmek zorunda. Mücadele ettiği her iki kutuptan da eleştiri alıyor olması her ikisinin de gerçek korkusunun ve rakibinin HDP olduğunu apaçık ortaya koyuyor.
CHP bugüne kadar, 60′lı yıllardan beri her seçimde aynı teraneyi tutturmuştur: “Solun oylarını bölen vebal altında kalır!” Solu bölmeyin! Eğer böyle bakacak olsak, hiçbir seçimde sosyalistler, Kürtler olarak seçimlere bağımsız girmememiz gerekirdi. Çünkü CHP her zaman nicel olarak büyük muhalif güç olarak kaldı. Oysa CHP “solculuğunu”, “demokratlığını” sadece seçimlere birkaç ay kala, sosyalistleri, demokratları tavlamak için hatırladı. Geri kalan zamanlarda egemen sınıfın sözcülüğünden başka bir söylemleri olmadı.
Yazıyı Sırrı Süreyya Önder’in mecliste yaptığı esprili bir konuşmadan alıntı yaparak bitirelim: ¨Grup olarak konu hakkındaki görüşümüzü açıklıyorum. İkiniz de haklısınız birbiriniz hakkında söylediklerinizde. AKP’nin CHP hakkında, CHP’nin de AKP hakkında söylediklerine katılıyoruz.¨ HDP şimdiye kadar AKP ve CHP arasındaki çatışmanın tarafı olmadı ve ezilenlerin yanında yer aldı.
18 Ekim 2013
Kaynak: bianet.org