Bianet: Gezi’de kadınların görünürlüğü üzerine – Özden Melis Uluğ / Yasemin Acar

Gezi Parkı’ndaki eylemlere ya da Türkiye’nin diğer şehirlerindeki Gezi parkına destek eylemlerine katılabilme şansınız olduysa, kadınların “görünürlüğü” sizin de dikkatinizi çekmiştir. Kadınlar, eylemlerde sayılarıyla ve yaptıklarıyla oldukça öndeydiler.

Her alanda dışlanan, iş yaşamında ve mecliste erkeklere oranla daha az gözüken kadınların, bu eylemlerdeki varlığının sebepleri ne olabilir?

Yakın tarihimizde kadınlarla ilgili neler olduğuna kısaca bir göz atacak olursak, bu soruya dair cevaplara ulaşmaya başlayabiliriz. Kadın cinayetleri, mesela, önemli bir başlangıç noktası. Kulağınıza çalınmış olan “erkeklerin sevgisi her gün 3 kadın öldürüyor” sloganı aslında durumu özetliyor. 2004-2011 yılları arasında kadın cinayetlerinin sayısı yüzde 1400 arttı (1). 2012 yılında 210 kadın öldürülürken (2), 2013’ün ilk sekiz ayında erkekler 122 kadın öldürdü; 118 kadına tecavüz etti; 146 kadını yaraladı; 117 kadına cinsel tacizde bulundu. (3).

Bu rakamların dışında kalıp yaşam hakkı “bahşedilen,” fakat ömür boyu taciz ve tecavüz travmalarıyla yaşayacak olan kadınlara ait veriler de iç açıcı değil. Adalet Bakanlığı’nın verilerine göre 2002-2008 yılları arasında 61,469; 2009-2011 yılları arasında 29,980 tecavüz yaşandı (4). Bu rakamlar, yılda ortalama 10,000 kadının tacize ve/veya tecavüze uğradığını gösteriyor ve sadece ilgili makamlara yansıyan rakamları gösteriyor. Buna ek olarak, çeşitli sebeplerden, korkulardan ve baskılardan ötürü kayıt dışı kalan tecavüz/taciz vakalarının olası rakamı düşünülünce sorunun vahameti katlanıyor.

Cinayet ve taciz/tecavüze ek olarak, kadınların toplumsal ve özel alanda karşılaştıkları baskıları da göz ardı edemeyiz. Kadına karşı uygulanan fiziksel, psikolojik, toplumsal ve kültürel şiddetle beraber, kadının yatak odasından başlayıp, hayatının her alanına yayılan zorlukların mimarı olan ataerkil sistemin, devletin otoritesi ile kaynaştığının belirgin bir örneğini 2011 yılının Aralık ayında Başbakan Erdoğan şu cümle ile vermişti:

“Sezaryenle doğumlara karşı olan bir başbakanım. Kürtajı bir cinayet olarak görüyorum. Ha anne karnında bir çocuğu öldürürsünüz ha doğduktan sonra öldürürsünüz. Hiçbir farkı yok. Buna kimsenin müsaade etme hakkı olmamalı.” (5)

Bu sadece Başbakan’ın görüşlerini ifade ediyor olmasından çok daha karmaşık bir durum. Aynı başbakanın, “Buna kimsenin müsaade etme hakkı olmamalı.” dedikten sonra bir kadının kürtaj yaptırıp yaptırmayacağı konusunda görüş bildirip, “Zaten bakanıma söyledim, kürtajla ilgili yasayı hazırlıyoruz ve bu yasayı çıkartacağız” diyerek bunu yasalaştırması, vatana hibe edilmesi gereken üç çocuk eşliğinde ele alındığı zaman, bu söylemlere ait olan Başbakan’ın kadınlar tarafından protesto edilmesi oldukça doğaldır.

Yukarıda çizdiğimiz bu tabloya rağmen, kadınların Gezi Parkı eylemlerine neden katıldıklarını, neden ön saflarda yer aldıklarını sorgulamayı yine de faydalı görüyoruz. Bu sorgulamanın cevabını sosyal kimlik teorisinin kolektif eylemlere katılımını açıklayan sosyal-psikoloji modeliyle (6) açıklıyoruz.

Bu yaklaşıma göre sosyal kimliğin bireylerin kolektif eylemlere katılımını belirleyen üç temel öğesi vardır. Bunlardan birincisi bireyin kendini ait hissettiği bir grup/kimlik üzerinden algıladığı adaletsizlik duygusu, ikincisi bireyin kendini ait hissettiği bir grup/kimlik ile kendini özdeşleştirme derecesi, üçüncüsü ise bireyin kendini ait hissettiği bir grup/kimlik üzerinden algıladığı yeterlilik hissidir. Aşağıda her öğeyi tek tek ele alıyoruz ve Gezi Parkıyla olan ilişkine göz atıyoruz.

Kadınların hissettiği adaletsizlik duygusu

Türkiye’de yaşayan bir kadını ele alalım. Bu kadın, kadın kimliği üzerinden kendisini Türkiye’de yaşayan erkeklerle karşılaştırdığında ortada adaletsiz bir durum olduğunu düşünebilir ve bu durumu haksızlık olarak algılayabilir. Bu algı, bu kadının kadınlarla ilgili haksızlığı değiştirmeyi hedefleyen bir eyleme katılma ihtimalini, ortada adaletsizlik olmadığını düşünen bir kadına kıyasla, arttırır.

Ele alınan modelde, bireyin kimliği üzerinden algıladığı adaletsizlik, birey üzerinde kolektif eylemlere katılımda itici bir etkiye sahiptir. Peki, nasıl oluyor da bir birey kadın kimliği üzerinden birçok adaletsizlik algılasa da bu adaletsizliklerden bazıları kolektif eyleme dönüşürken diğerleri dönüşmüyor?

İşte bu noktada duygular devreye giriyor. Özellikle grup/kimlik temelli duyguların ortaya çıkması, bireyin bir gruba/kimliğe ait hissetmesi yüzünden ortaya çıkan ‘cevapları’ temsil eder (7). Bunu biraz daha açarsak, grup/kimlik temelli bir eşitsizlik durumu başka bir grubun durumuyla karşılaştırıldığında adaletsiz ya da haksız olarak algılanıyorsa, grup temelli öfke ve kızgınlık duyguları kolektif eylemi harekete geçirir. Çünkü bu öfke ve kızgınlık duyguları, var olan haksızlığı değiştirmek ya da dönüştürmek amacıyla haksızlığa uğrayan grup bireylerini harekete geçirir. Özellikle öfke duygusu bireyde harekete geçmeye hazır olma durumu yaratır (8).

Şimdi bu bilgilerle kadınların neden Gezi parkına gittiklerini belki daha da netleştirmiş olduk. Kadınların uzun zamandan beri yaşadıkları haksızlıklar, yaşam alanlarının ihlali, kendilerine sorulmadan bedenlerini ilgilendirecek kararlar verilmesi, her gün kendi gruplarından bir kadını kaybetmek gibi durumların hepsi birlikte düşünüldüğünde soluğun Gezi Parkı’ndaki eylemlerde alınması oldukça beklenen bir davranış gibi gözüküyor. Peki, neden bazı kadınlar bu eylemlere katılırken, bazı kadınlar ise katılmamayı tercih ediyor? Aşağıda da bunu inceliyoruz.

Kadın kimliğinin derecesi/kadın kimliğiyle özdeşim

Bir kadının, ‘kadınlık’ hissinin nasıl oluştuğunu anlamak için yine sosyal kimlik kuramına (9) dönelim. Sosyal kimlik kuramına göre, bireyler bir grubun üyesi olduklarında, olumlu bir sosyal kimlikten faydalanabilirler. Örneğin, çok iyi bir futbol takımının taraftarı olmak bir bireyi mutlu edebilir. Çünkü birey o takımın başarılarından gurur ve mutluluk duyar (10). Aynı şekilde bir birey, kendi grubunu diğer gruplarla karşılaştırınca kendi grubunun görece yoksun olduğunu veya düşük statüye sahip olduğunu fark edebilir. Peki, bir birey, düşük statülü bir grupla neden bir bağ kurar ve bu bağı neden korur? Burada önemli olan nokta, düşük statülü grubun geçirgen olup olmamasıdır. Daha önce verdiğimiz taraftar örneğinde, taraftar olmak tamamen geçirgen bir kimliktir. Birey bir gün o takımın taraftarı olup, öteki gün taraftar olmayı bırakabilir ve başka bir takımı tutmaya karar verebilir. Ama ırk, cinsiyet (11) gibi bazı gruplarda böyle bir seçenek yoktur. Bu gibi durumlarda düşük statülü grup üyeleri (örneğin Amerika’da siyah olmak ya da Türkiye’de kadın olmak) statü farklılıklarına karşı çıkabilir ve bu farklılıkları onaylamayabilir. Bu sebeple, var olan durumu değiştirmek için kolektif eylem birey için bir çözüm yolu gibi gözükebilir.

Gezi Parkı eylemlerinden önce, bahsettiğimiz kürtaj, sezaryen, kadın cinayetleri gibi örneklerde, bazı kadınlar eylemler yaparak tepkilerini göstermeye ve seslerini duyurmaya çalıştılar. Ama bu eylemlere daha çok ‘kadın haklarıyla’ yakından ilgilenenler ve toplum tarafından halihazırda ‘marjinal’ olarak görülen kadınlar katıldılar. Peki, daha önceden pek de eyleme katılmayan bazı kadınlar Gezi Park eyleminde ne gördüler ve bu eylemlere neden katıldılar?

Bu noktada, ‘kesişen kategoriler’den bahsetmek gerekmektedir. Bir kadın, sadece bir kadın kimliğine sahip değildir, aynı zamanda başka kimliklere de sahiptir. Bir kadın aynı zamanda bir anne, bir Kürt, bir feminist, bir lezbiyen, bir solcu olabilir. Gezi Parkı’nı diğer kadın eylemlerinden ayıran özelliği de bu kesişen kategorilerin birçoğunun temsilinin Gezi Parkı’nda yer almasıdır. Bu kesişen kategorilerin çoğu, toplum içerisindeki ‘düşük statülü’ grupları da temsil etmektedir. Bu sebeple, Gezi Park’ında sadece kadınlar değil, Kürt kadınlar, lezbiyen kadınlar, feminist kadınlar ya da solcu kadınlar temsil edilmiştir. Bu da eyleme katılan kadın sayısını oldukça artırmıştır.

Kadınların algıladığı yeterlilik

Sosyal kimlikler, sosyal bağları da belirlemektedir. Mesela bir kadın bir eş, bir anne olabilir, aynı zamanda da bir kız kardeş olabilir. Bu tarz kimlikler sosyal konumları gösterdiği halde, politik konumlar da sergilemezler. Fakat bazen sosyal kimlikler politize olabilir. Örneğin, Gezi Parkı’nda polis ve eylemcilerin arasına 13 Haziran akşamı ‘anneler’ zinciri kuruldu. O gece, “anne” kimliği tam anlamıyla politik bir kimlik oldu.

Politikleşmiş bir kimliğe sahip olan bireylerin kolektif eylemlere katılma ihtimali daha yüksektir. Çünkü bu bireyler yaptıkları eylem sayesinde haklarını kazanacaklarını düşünürler[1]. Feminist, Kürt veya lezbiyen bir kadının kimliğinin politize olması da yukarıda bahsettiğimiz kesişen kategoriler sebebiyle daha yüksek bir olasılık taşır.

Politikleşmiş kimliğe sahip olan grup üyelerinin aktivist olarak eylemlere katılma oranları daha yüksek olduğu ve bu grup üyeleri daha kalabalık bir şekilde eylemlere katıldıkları için, aynı zamanda hedeflerine ulaşabilme kapasitelerine daha çok güvenirler. Grup yeterliliği kavramına göre, grup üyeleri kolektif eylemlere katılıp gerçek toplumsal değişim getirebileceklerini düşünürler. Başka bir deyişle, politikleşmiş kimliğe sahip bireyler kendi eylemlerinin büyük bir etkisi olduğuna inanırlar.

Gezi parkındaki ağaçların kesilmek istenmesi, kadın haklarına saldırılar, yüksek sayıda tutuklamalar, kentlerde yaşayanlara sorulmadan oluşturulan kentsel gelişim projeleri ve 1 Mayıslardaki eylemlerin engellenmesi gibi tüm haksızlıklar, Gezi Parkı eylemi ile bir dönüm noktası oluşturdu.

Kadınlar için önemli olan da bu büyük topluluğun, kadınlara “bu sefer başaracağız” hissini giderek artan bir biçimde yaşatmasıydı. Gezi Parkı eyleminde, daha önce gerçekleşen eylemlere oranla protestocu sayısı daha yüksekti, protestocuların pozisyonu toplumun daha büyük bir kesimi tarafından destekleniyordu ve kesişen kategorilerin sayısı daha fazlaydı. Bu eylemlerde, kadın hakları sadece kadınlar tarafından değil, Gezi Parkı’nda bulunan doğrudan ya da dolaylı olarak herkes tarafından destekleniyordu. Grup sayısının artması, bir diğer deyişle kimliğin ‘feminist kadın protestocu’dan ‘Gezi Parkı protestocusu’na dönüşmesi, kadınlar için başarı hissini arttırdı ve kadınların seslerini duyurabilmek için yeni bir platform yarattı.

Yukarıda da bahsettiğimiz gibi Gezi Parkı eylemleri, kadınlar ve kadın haklarını savunanlar için bir fırsat oldu. Kadın aktivistler için yeni bir platform oluştu ve kadınların kadın haklarını neden savundukları toplumun daha büyük bir kesimi tarafından anlaşıldı. Bunun yanı sıra, kadınların sosyal kimlikleri bir evrim geçirdi ve politikleşmiş bir kimlik halini aldı. Böylece, Gezi Parkı eylemine kadınların katılması sadece kadın hakları için değil, kadınların sosyal kimliklerinin politikleşmesi için de bir kilometre taşı oldu.

(1) http://www.ka-der.org.tr/tr/down/2012_KADIN_ISTATISTIKLERI.pdf

(2) http://www.cumhuriyet.com.tr/?hn=403042

(3) http://kadincinayetlerinidurduracagiz.net/veriler/332/2013-yilinda-oldurulen-kadin-kardeslerimiz

(4) http://t24.com.tr/haber/turkiyede-2009-2011-arasinda-29-bin-980-tecavuz-sucu-islendi/234221

(5) http://siyaset.milliyet.com.tr/erdogan-kurtaj-bir-cinayettir/siyaset/siyasetdetay/26.05.2012/1545254/default.htm

(6) Daha ayrıntılı bilgi için: Van Zomeren, Postmes & Spears (2008). Toward an Integrative Social Identity Model of Collective Action: A Quantitative Research Synthesis of Three Socio-Psychological Perspectives. Psychological Bulletin, Vol. 134, No. 4, 504–535.

(7) a.g.e

(8) Frijda, N. H. (1986). The emotions. Cambridge, England: Cambridge University Press.

(9) Sosyal Kimlik Teorisi ile ayrıntılı bilgi için: Tajfel, H., & Turner, J. C. (1986). The social identity theory of intergroup behaviour. In S. Worchel & W. G. Austin (Eds.), Psychology of Intergroup Relations (pp. 7–24). Chicago, IL: Nelson-Hall.

(10) Tajfel, H. (1978). The achievement of inter-group differentiation. In H. Tajfel (Ed.), Differentiation between social groups (pp. 77–100). London: Academic Press.

(11) Cinsiyetin de geçirgen bir kimlik olduğunu (trans bireyler) ve hatta ırkın da geçirgen olabileceğini belirtmemiz gerekiyor. Bu noktada önemli olan bireyin bu kimlikleri ne derece geçirgen olarak algılayıp algılamadığıdır.

(12) Simon, B., & Klandermans, B. (2001). Politicized collective identity: A social-psychological analysis. American Psychologist, 56, 319–331.

Özden Melis Uluğ – Yasemin Acar
14 Eylül 2013
Kaynak; bianet.org