Özgür Gündem: Medyada tasfiye – Muhittin Cemil / Ender Karadeniz

Hürriyet’te Sedat Ergin, dünkü yazısında medyada Gezi Direnişi sonrası durumu gözler önüne serdi. Sonuç olarak şu saptamayı yaptı:

“Basında siyasetle bağlantılı böylesine geniş bir tasfiye bir ilk. Herhalde Cumhuriyet tarihinde hiçbir siyasi iktidar döneminde bu kadar köşe yazarı tasfiye edilmemişti. Bu da bir AK Parti dönemi rekoru herhalde.”

Hiç kuşkusuz bu “rekora”, bir o kadar gazetecinin de tutuklanmış olmasını eklemek şart.

Sedat Ergin Akşam ve Vatan gazetelerinin başına gelene de dikkat çekmiş:

“Bağımsız editoryal çizgide duran bir basın grubunun (Karamehmet) TMSF’nin el koymasından sonra bir dizi personel tasarrufuyla birlikte girdiği belirgin yön değişikliği (iktidar tahkimatının) göstergelerinden yalnızca biridir.”

Evet. Tam öyle. Ama o kadar değil. Bu yazının sonunu şöyle bağlayalım ve soracağımız sorunun yanıtını bu yazıdan sonraki başlık altında verelim: El değiştirmeden önce “editoryal bağımsızlığı” olan Akşam Gazetesinin başına, Erdoğan’ın “tehlikeli tetikçisi” eski Star yazarı Mehmet Ocaktan getirildi. Bu adam şu anda hangi amaca ulaşmak için çalışıyor?

Azzzzz sonra…

Dikkat! Tehlikeli tetikçi var!

Yazılı medyanın “azzzz sonrası da” işte bu kadar olabiliyor. “Hemen sonra” oluyor.

Ben yine de yukarıdaki yazıyla aşağıdaki arasına yazımızla uzaktan ve yakından ilgisi olmayan bir “anektot” koyayım. Adam kapıdaki köpeğe rağmen hırsızlarla başa çıkamayınca, kapısına şöyle yazmış: “Dikkat, köpek var, hem de kuduz!”

Ve yazımız:

Evet “tehlikeli tetikçi” Mehmet Ocaktan şu anda, Hükümet adına, başta Hürriyet Gazetesi olmak üzere, 28 Şubat günlerinde darbeyi destekleyen ya da desteklediği iddia edilen tüm köşe yazarlarını, muhabirlerini ve gazete sahiplerini “tutuklattırmak” ve “mahkum ettirmek” için Akşam Gazetesi’nde yayın yapıyor.

Böylece, Sedat Ergin’in sözünü ettiği gazeteci tasfiye sürecinde yeni ve çok tehlikeli bir aşamaya giriliyor. Lütfen “tehlikeli tetikçinin” şu satırlarını okuyun:

“Biliyorum bugünlerde, telaşla 28 Şubat’ın aktörlerini aklamaya ve kendilerini gizlemeye çalışıyorlar. Ama şu bir gerçek ki, 28 Şubat’ın karanlık işlerine bulaşmış zihniyetin bütün unsurları yargılanmadan Türkiye’nin normalleşmesi mümkün olamayacaktır.

Hem gazetelerinizde attığınız manşetlerde, köşelerinizde yazdığınız yazılarda İmam Hatiplerin tehlikeli nesiller yetiştirdiğini bağıracaksınız, açıktan darbe çağrısı yaparak askeri kışkırtacaksınız, sonra da çıkıp utanmadan ‘Biz sadece gazetecilik yaptık’ diyerek demokrasiye karşı işlediğiniz cürümden yırtmaya çalışacaksınız. O kadar basit değil… Hiç şüphe yok ki, kumanda merkezinde yer alarak askerin suç ortağı olan herkes kanun önünde sorumludur ve mutlaka hesap vermelidir. Lafı dolaştırmadan söyleyelim, son günlerde her gördüğü merdivenin başında “diktatör masalları” uyduran “cunta oyuncağı” kalemlerin, 28 Şubat’ta darbecilerle cilveleşmelerini hakimlerin önünde göğüslerini gere gere anlatmalarını bekliyoruz.”

Evet. “İntikam kampanyası” işte böyle başlatılıyor. Kimlere karşı?

Siz 28 şubat lafını bir kalem geçiniz. Dikkatinizi “tehlikeli tetikçinin” son satırını pertavsızla büyüterek okuyunuz. Ne diyor “tehlikeli tetikçi”? “Son günlerde her gördüğü merdivenin başında ‘diktatör masalları’ uyduranlardan” söz ediyor değil mi? Yani şu “boyayan adamın” boyadığı merdivenlerin başında Erdoğan’a “diktatör” diyenlerden söz ediyor.

“Tehlikeli tetikçi”, “efendisine” “diktatör” diyeni 28 Şubat bahanesiyle hapse attıracak.

Sonra da Başbakan, “ben diktatör olsam, bana diktatör diyenleri sallandırırdım” diyecek. “Sallandırma” işini Başbakan yapmayacak, “cellat” yapacak. “Sallandırmak” yerine hapse attıracak olan da işte “cellatın” muadili olan “tehlikeli tetikçi…”

Basın özgürlüğünden yana olan her yurttaş, şu sıralar Mehmet Ocaktan’ı dikkatle izlemeli… “tehlikeli tetikçi” aramızda dolaşıyor çünkü…

Aman ha! Ocaktan sizi ‘ham’ yapar!

Yeni Şafak’ta Murat Aksoy, Sabah’ta Bülent Kahraman, AKP Hükümeti’nin, bizim ifademizle üstündeki “liberal muhafazakar” gömleği çıkarıp, altındaki “milli görüş gömleği”yle dolaşmaya başlamasını eleştirince, “cemaate” yakın Bugün Gazetesi yazarı Ahmet Taşgetiren her iki yazarı “Batıcılıkla” suçlayıverdi.

Söz konusu yazarlar biraz daha bu türlü konuşmaya devam ederlerse, Ahmet Taşgetiren, maazallah onları Mehmet Ocaktan’a teslim eder. Hanyayı konyayı anlarlar.

Her neyse, Murat Aksoy bu suçlamaya karşı açık bir dille, medyadaki tüm tasfiye sürecine rağmen şunları “cesaretle” yazdı:

“AK Parti’nin son dönemde, önce dış politikada, sonra da iç politikada siyaseten öne çıkardığı ve bir tür içe kapanmaya yol açan İslam dünyası, ümmet, din kardeşliği gibi dinsel içerik yüklü söylemleri, en başta Türkiye’deki çoğulculuğu yok saydığı, kimlik ve yaşam tarzı bağlamında bir ayrımcılığı beslediği için tehlikeli buluyorum.”

Yazısının başlığı ise daha “tehlikeli”: “Demokrasiden uzaklaşmak Türkiye’yi kutuplaştırır!”

Bir polisiye ‘masal’

Amberin Zaman, Taraf yazarlarından. Kendi ifadesine göre, Ceylanpınar ve Akçakale’de “dedektiflik faaliyeti” yapmış…

“Kimin hesabına?” Onu yazmamış. Şimdi biz onun yazısından yaptığımız alıntılarla “kimin hesabına” “dedektiflik” yaptığını anlamaya çalışalım.

“Dedektif”, “Devlet Üretim Çiftliği’nin misafirhanesinde” acaba “muhalifler kalıyor mu? Buradan çıkıp Tıl Halef köyüne YPG’ye karşı gidiyorlar mıymış?” sorusunun cevabını aramış. Zor bir işmiş bu. “Aldığım duyumlara göre misafirhaneye girmek neredeyse imkânsızmış” diye yazmış. Sonra “araya nüfuslu (Zaman öyle yazmış, nüfuzlu olacak, yani hatırı sayılır demek) birini koyarak misafirhanede bir gece kaldım.”

Ve?..

“Drakula’nın şatosunu andıran loş ve sessiz konukevinde dışarıda uçuşan yarasa ve güvercinler dışında herhangi bir canlı göremedim.”

Zaman, ya yalan söylüyor, ya da in cin top oynayan bir yere girmenin “neredeyse imkansız olduğunu”, buraya ancak “araya nüfuzlu birin koyarak” girebildiğini söylerken bizi kandırıyor.

Evet. Demek ki, “El Nusracılar” filan yokmuş. Görememiş… Ama Akçakale’ye gidince “görmüş”.

Neyi görmüş?

“El Nusracıları” görmüş…

Nasıl görmüş?

Onu da yazmış:

“Konuşmamıza zayıf, temiz yüzlü bir genç katılıyor. Adı Ayman Muhammed. 30 yaşında. İdlibli. Yedi aydır annesi ve ablasıyla birlikte Urfa’daki konteynır kampında yaşıyormuş. Gayet iyi İngilizce biliyor. Dubai’de çalışmış. İdlib’deki evleri hava bombardımanında yıkılmış. Kendisi de yaralanmış “yoksa bende savaşırdım,” diyor. “El Nusracıları tanısanız onlara dokunsanız iyi olduklarını anlayacaksınız,” diyor çekingen bir ifadeyle. “Onlara dokunsam herhalde kellemi uçururlar” dediğimde ise gülüyor. “Yok,” diyor. “Onlar temiz insanlar.” Muhammed’i dinledikçe Batılıların Suriye’de “ılımlı” “radikal” sınıflandırmaları ne kadar boş diyorum içimden.”

İşte böyle… Türkiye’de silahlı El Nusracılar yok, ama “yaralı El Nusracılar” var. Ve de bu Nusracılar, batılıların sandığı gibi, o kadar da “radikal” değil. Muhammed’in tabiriyle “onlar temiz insanlar…”

“Ben Jabat al Nüsra”yım diyen Doğan adlı adam da teyit etmiş: “El Nusracılar sadece rejim askerlerinin kafalarını kesiyorlar, çok temiz adamlar, çok iyi savaşıyorlar,”

Şimdi söyleyin bakalım: Taraf yazarı Amberin Zaman, “kim adına dedektiflik yapmış?”

Sahte ‘alternatif medya’

Emin Çölaşan’ın “minik kuşu” neden sustu ve Uğur Dündar neden bir zamanlar TV’lerde yaptığı “sansasyon” patlamalarını yapamıyor?

Çünkü Sözcü’nün birbirini “taklit” eden bu yazarları, “eski devletin” işini yapıyorlardı. Kendileri sadece birer “aracıydı”, devletin ellerine verdiği borazanı öttürüyorlardı. Devlet ellerinden gitti, “minik kuş”ta “tık” kalmadı, Dündar’da hiçbir numara yok…

Sadece “ajitasyon” yapıyorlar. Kime karşı? Sözde AKP’ye karşı. Ama şu şekilde: Eğer AKP PKK’ye karşı savaş açsa, bu iki kafadar, o gün Başkomutanı Erdoğan olan orduya “nefer” yazılacaklar…

Dündar yine yazmış:

“Ce-mil Ba-yık, 1 Ey-lü-l’-e ka-dar sü-re ver-dik-le-ri AKP hü-kü-me-ti-nin bu za-ma-na ka-dar bir adım at-ma-dı-ğı-nı be-lir-te-rek ‘Türk Hü-kü-me-ti sa-vaş-mak is-ti-yor. Bu-na kar-şı ken-di-mi-zi sa-vu-na-ca-ğız. Ge-ril-la-yı dur-du-ru-yo-ruz. Eğer ope-ras-yon yap-tık-la-rı-nı gö-rür-sek, bu ope-ras-yon-la-ra kar-şı meş-ru sa-vun-ma-ya ge-çe-ce-ği-z’di-yor.”

Ve ekliyor: “AKP ön-de ge-len-le-ri ise bu teh-dit ve şan-taj kar-şı-sın-da mec-bu-ren su-su-yor!..”

Soralım:

“AKP önde gelenleri” “susmazsa” sen ne yapacaksın? AKP’ye kayıt mı yaptıracaksın? Çizmeyi çekip AKP saflarında Kandil’e “sefer” mi düzenleyeceksin?

AKP, medyada yürüttüğü tasfiyelerle, meydanı bilerek ve isteyerek  Çölaşan ve Dündar benzerlerine açıyor. Böylece AKP’ye karşı demokratik muhalefeti destekleyecek medya yok olurken, bu muhalefeti parçalayan Sözcü ve benzeri yayınlar “sahte alternatif medya” haline geliyor…

Tuhaf bir başlık

Oral Çalışlar tuhaf bir başlık atmış: “Çekilen 3 bin PKK’lı Rojava’da”…

Neden böyle bir başlık atmış? Bu bilgiyi nereden almış? Hem PYD, hem de KCK’nin başından beri, Rojava’nın kendi güvenliğini kendisinin sağladığını söylemesine karşın, Oral Çalışlar’ın böyle bir iddiada bulunması izaha muhtaç…

Bu birincisi. İkincisi ise, Çalışlar, KCK sözcülerinin “süreç çökebilir” uyarılarını bir hayli hafife alıyor. Ona göre “artık silahlı mücadele dönemi sona erdi”. Bunu da Öcalan’ın Newroz açıklamasının tek yanlı yorumundan hareketle söylüyor.

Söylüyor ama, Rojava’da olan bitenin ne olduğunu düşünmüyor. Onun iddiasından hareket edersek, PKK Rojava’da “Türkiye’nin müttefiki El Kaideci El Nusraya” karşı “parlamenter” mücadele mi, yoksa “silahlı mücadele” mi yapıyor, sorusunu sorabiliriz. Ve bu soruyu sorduktan sonra, bu durumda “Türkiye PKK’ye karşı dolaylı bir savaş yürütüyor, PKK de kendisini savunuyor” da diyebiliriz.

Çalışlar böyle mi demek istiyor? “3 bin PKK’li Rojava’da” denince, işte böyle sorular da akla geliyor…

‘Üçüncü yol’

Hürriyet’te Ahmet Hakan, Suriye konusunda “savaş yanlıları” ile “Esad yanlıları” dışında bir tutum almış. Şöyle yazmış:

“Bir yol daha var: Ateşkesi mümkün kılacak, barış görüşmelerinin başlamasını sağlayacak, İran’ı işin içine katarak tarafların barış masasına oturmasına zemin hazırlayacak, kansız bir yolun açılmasına hizmet edecek, savaş çığırtkanlarının ellerini böğründe bırakacak güçlü, yetkin, dinamik ve enerjik bir çağrının yükseltilmesi… Bu üçüncü yoldur ve benim yolum bu yoldur.”

Allah yolunu açık etsin. Berhudar olasın…

Yazı bu kadarla bitecekken, ekranda bir haber beliriverdi. Rojavalı gençler, bu sabah Ahmet Hakan’ın bu yazısını okuyunca, başlamışlar slogan atmaya… Atılan sloganlardan bir kaçı şöyle:

“Üçüncü yol, devrimci yol!”

“Kek Ahmet, sen bu yolda devam et!”

“Ahmet Hakan buraya, keleş havaya!”

Muhittin Cemil – Ender Karadeniz
8 Eylül 2013
Kaynak; ozgur-gundem.com