BirGün: Ustanın sabah şekeri – Gülşah Karadağ

“Biz bir aşık olduk, pir aşık olduk” diyor Başbakan Erdoğan, “Aşk, kişinin sevdiğinde yok olmasıdır.”

rte-agit

O artık Başbakan değil. O, artık, kızına vakit ayıramadığı için akıttığı gözyaşlarını durduramayan bir baba… Sevdiğinde yok olan bir eş… Bilmem kaç inç ekrandan oturma odamıza misafirliğe gelmiş, içini döküyor. Ustanın hikayesi…

Türkiye’nin gelini Tülin ile damadı Caner vardı, hatırlar mısınız? O ne aşk sözleri, ne fırtınalar… Buluşmalar, sarışmalar, ayrılmalar, ağlamalar… İlle de ağlamalar… Erkeğin gözyaşları… Düşen ratingler gözyaşlarıyla serpilip büyümüştü. Büyümüştü de ne olmuştu? Yetmemişti. Nihayetinde Caner kafasında bardağı kırdı, hikaye bitti. Damadın hikayesi…

İnsan ‘popülaritesini’ yitirmeyegörsün, televizyonda yapmayacağı yok. Çaresizlik. Tüm yollar tükenmişse, kuvvet ve ihtiras para etmiyorsa, vicdanlara sığınırsın. Gözyaşları… Son atak…

Erdoğan 17 yıl önce “Hiç aşık olmadım” demiş. Olabilir, o gün evliliğine baktığında öyle hissetmiştir, bugün böyle hissediyordur. ‘Selvi Boylum Al Yazmalım’ı yeniden ve yeniden izler gibi, dün “Sevgi emektir” demişsinizdir, bugün derbeder aşkı tercih edersiniz. Hayat yani… Kendinize bile ancak kendinizden çıkışla bakabildiğiniz sınırlı bir çerçeve aklınız, dün aşkı hiç tanımadığınızı düşünen siz, bugün aşkla yaşlandığınıza kanaat getirebilirsiniz. Bu sizi omurgasız yapmaz.

İnsan duygusal durumundaki değişimler nedeniyle omurgasız olmaz. Hayatta insanı omurgasız yapan, ilkesel durumudur. Omurgasızlık kötüdür. Hele siyasetçiyseniz, liderseniz, kanaat önderiyseniz; bir misyonu veya kurumu, bir kültürü veya ülkeyi temsil ediyorsanız… Siz, koltuğunuza yapışacaksınız diye eğilip bükülürken, temsil ettiklerinizi de eğip bükersiniz. Nihayetinde ya temsil ettikleriniz sizinle birlikte omurgasını kaybeder ya da yapı sizi kusar. İkincisi, toplum sağlığı için iyidir. İkincisi, liderlerin sonunu getirir. İlki, toplumun sonunu… Hikayenin sonu…

Komşularla sıfır sorun politikası sırf soruna dönüştü. Hükümetin dış politikası patladı. Ortadoğu ile ilişkileri sürdürme işi ana muhalefet partisine kaldı.
Hükümet, Mısır’da yalnız. Suriye’de maşa gibi savaşa dahil olmaya zorlanıyor. Ortadoğu’ya döndüğü yüzüne tokat yedi.

İç siyasi istikrar yok oldu. Haziran direnişinde milyonlar, 12 Eylül karanlığından bu yana susan milyonlar, hakları ve özgürlükleri için sokağa indi. Halk, demokrasiyi sadece sandıkta değil, hayatın tüm alanlarında görmek istiyor.
Anketler AKP’ye oy veren merkez sağ seçmenin artık kararsızlaştığını gösteriyor. Taha Akyol yazdı; A&G’ye göre, “AKP’ye hayatta oy vermem” diyenlerin oranı 7 yılda yüzde 23′ten yüzde 34′e çıktı. “Başka parti bulsam, ona oy veririm” diyen AKP seçmenlerinin oranı yüzde 21. Barajsız bir demokraside yüzde 30 etmeyen o ünlü ‘yüzde 50′ sallantıda.

AKP koalisyonu çatladı. Cemaat ile Erdoğan’ın gazeteleri çarpışıyor. Ankara kulislerinde Cumhurbaşkanı Gül etrafında şekillenen yeni bir oluşuma dair dedikodular dolaşıyor. Kah Erdoğan Çankaya noterliğine çıkarılıyor, kah Derviş ‘memlekete dönüyor’, kah AKP yenileniyor, kah yeni bir parti kuruluyor… Kulisler, köşeler kaynıyor.

Ekonomide kurulan ‘sahte cennet’ patladı. Çarkları çeviren sıcak para akımı durdu. Üç ayda borsa yüzde 25, TL yüzde 15 eridi. Cari açık ve dış borçların toplamının ancak üçte biri eden ülke rezervleri, dolar yükseldikçe eriyor.
Bir Merkez Bankası başkanı var, kendisini iktidar, doları muhalefet sanıyor. Geçen yıl “TL’ye yatırım yapan kazanır” demişti. Düşüncesizliğiyle kimbilir kaç insanın canını yaktığına bakmaksızın, bu yıl, “Doların belini kıracağız” diyor. Savaş rüzgarları, para musluklarının kapanması, küresel kriz riski, enflasyon tehdidi, iç siyasi istikrarsızlık… Umrunda değil. Herkes Merkez Bankası’ndan kapsamlı önlemler paketi beklerken, açıklamalarda risklerin kıyısından bile geçilmiyor.

Ekonomi yalanlarını artık kimse yutmuyor. Büyümenin on yılı, cumhuriyet tarihi ortalaması ile aynı. Kişi başına milli gelir artışı, Türkiye benzeri ülkelerin on yıllık performansıyla kıyaslandığında yarı yarıya düşük. Halk hiç olmadığı kadar borç batağına batmış durumda. Tasarruf oranı tarihi dip seviyede. Kredi borcunu ödeyemeyenlerin sayısı yüzde 100 artış hızıyla dağ gibi birikiyor. Ekimde icralar patlayacak. Memur, emekli ve işçiler artık on yılda net ücretlerinde gerçekleşen erimenin farkında. TÜİK’in enflasyonu bir türlü çarşının enflasyonuna uymuyor.

Erdoğan’ı dinleyerek bir ‘tutarlılık’ bulmak imkansız. Roboski’de hiçe sayılan bombalı katliam, Suriye’de ‘insanlık suçu’ oluyor. Tahrir’deki ‘demokrasi talebi’, Gezi’de ‘faiz lobisinin işi’ oluyor. Basın kuruluşlarını, gazetecileri birebir hedef alan açıklamaları, tutuklamalar ve davalar arasında, “Medyayı özgür kıldık” diyor. Bir zamanlar kendisinin ‘katliam’ dediği üçüncü köprü yükselirken, “Yeşile hastayım” diyor. “Neyin yeşili?” diyesi geliyor insanın, “Doların mı?” Yok, öyle demeyin, Erdoğan, İslamın yeşilini ‘geçeli’ çok oldu!

Artık gündem değiştirmek için içki yasağı, kürtaj, türban gibi meseleleri öne sürmek de mümkün değil. On yıllık ‘oyun teorisi’ Gezi’de patladı. Erdoğan’ın içte, dışta, partisinde, ekonomide başvurduğu politika tarzı kendisini tüketti. Kuvvet ve ihtirasla örülen duvarlar çatlıyor. Geriye vicdan kartı kaldı. Televizyonlarda sabah şekerlerini izler gibi izliyoruz Başbakan’ı… Ustanın hikayesi… Hikayenin sonu…

Gülşah Karadağ
6 Eylül 2013
Kaynak; birgun.net