Adli yıl açılış töreninde konuşan Barolar Birliği Başkanı Prof. Dr. Metin Feyzioğlu, polisin Gezi eylemleri sırasında protestoculara yönelik tutumunu, oldukça sert ifadelerle eleştirdi.
Türkiye Barolar Birliği (TBB) Başkanı Metin Feyzioğlu, “Çağdaş bir demokraside ‘milli irade’ tabirini kullanmaya devam etmek isteyenler, bu tabirin içinde siyasi iktidara muhalif düşüncelerin de yer aldığını, hükümetlerin parlamentodaki çoğunluklarına dayanarak her istediklerini yapamayacaklarını ve onlara oy vermeyenlerin de hükümeti olduklarını unutmamalıdır” dedi.
Feyzioğlu, adli yıl açılış töreninde konuşmasına, “Görevi başında şehit edilenler başta olmak üzere, avukat, savcı, hakimleri, gözbebeğimiz polisleri ve gururumuz askerleri rahmetle anıyorum. Kendini askı altında görenlere ise direnme gücü diliyorum” sözleriyle başladı.
Metin Feyzioğlu, hakim adayı Didem Yaylalı’nın ölümü ve onunla aynı durumda olan başka isimlerin nasıl bu hale getirildiğinin düşünülmesi gerektiğini söyledi.
Savunmanın baskı altında olduğunu savunan Feyzioğlu, avukatların, mesleki faaliyetleri nedeniyle soruşturulduğunu söyledi. “Mahkemeler ve hakimler bağımsız ve tarafsız olmadıkları takdirde, adil yargılamadan söz edilemez” diyen Feyzioğlu, “Devlet içinde ayrı devletler olmaz; yargı mensuplarının devletin içinden veya dışından kimi yapılarca ‘benim hakimim’, ‘senin hakimin’ diye sınıflandırılması izah dahi olunamaz” diye konuştu.
“Ülkemizde, Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun hakim bağımsızlığını, hakim ve savcı teminatını sağlayamadığını tespit etmek zorundayız” diyen Feyzioğlu, reformlara rağmen, adil yargılama sorununun köküne henüz inilmediğini savundu.
Türkiye’de savunmanın hala kurucu unsur olarak sayılmadığını, gerçeğe ulaşılmasında engel olarak kabul edildiğini ileri süren Feyzioğlu, “Kanunun açık hükmüne rağmen avukatlık mesleğinin kamu hizmeti niteliğini göz ardı eden ve salt serbest meslek olarak gören Danıştay 8. Dairesinin 5 Kasım 2012 gün ve 2012/5257 esas sayılı yürütmeyi durdurma kararının gerekçesini içimize sindiremiyor ve eleştiriyoruz” dedi.
‘YARGITAY’I YÜCE YARGITAY’A ŞİKAYET EDİYORUM’
Avukatın Yargıtay’da dosya görmesini vekaletname ibrazına bağlayan Yargıtay Başkanlar Kurulunun idari işleminin geri alınmasını da isteyen Feyzioğlu, Yargıtay Başkanlığına bu konuda sundukları raporların dikkate alınmadığını kaydetti. Feyzioğlu, “Yargıtay’ı yüce Yargıtay’a şikayet ediyorum” diye konuştu.
Demokratik hukuk devletinde, üstünlerin hukuku değil, hukukun üstünlüğünün egemen olduğunu dile getiren Feyzioğlu, “milli irade” tabirine yönelik olarak şunları söyledi, ” Dünya ve Türkiye tarihine bakıldığında, milli irade tabiri daha ziyade, seçimle iş başına gelmiş ancak çoğulculuk yerine çoğunlukçuluğu benimsemiş ve giderek otoriter eğilimler sergilemeye başlamış siyasi iktidarların tercihi olmuştur. Çağdaş demokrasiler ise çoğulcudur” dedi.
“Çağdaş demokrasiler, sadece o an için çoğunlukta olan siyasi görüşleri değil, sayıca azınlıkta olan başka görüşleri de kucaklar” diyen Feyzioğlu, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Çağdaş bir demokraside ‘milli irade’ tabirini kullanmaya devam etmek isteyenler, bu tabirin içinde siyasi iktidara muhalif düşüncelerin de yer aldığını, hükümetlerin parlamentodaki çoğunluklarına dayanarak her istediklerini yapamayacaklarını ve onlara oy vermeyenlerin de hükümeti olduklarını; insanlığın ortak değerlerini temsil eden hukukun genel ilkelerine, usulüne göre yürürlüğe konulmuş insan haklarına ilişkin uluslararası sözleşmelere ve anayasaya uygun davranılmasının zorunlu olduğunu unutmamalıdır. Anayasamızın değişmez maddelerinde ifadesini bulan Cumhuriyetin temel niteliklerinin siyasi iktidarı sınırladığı ve çoğunluğun azınlığa tahakkümünü engellediği de hiçbir zaman akıldan çıkarılmamalıdır. Bu sınırlamalarla kastedilen, nasıl yaşayacağını, hangi okula gideceğini, hangi inanca sahip olacağını, nerede ibadet edeceğini, hangi ahlak kuralını benimseyeceğini kişilere dayatmaya kalkışılmamasıdır.”
Feyzioğlu, “Devletin emniyet güçlerini, kanunu ihlal eden silahlı güçlerden ayırt eden husus, emniyet güçlerinin güç kullanma yetkisinin son derece sıkı kurallarla düzenlenmiş olmasıdır. Bu kuralları yok sayarak uygulama yapan bir emniyet mensubunun, silah taşıyan sıradan bir suçludan farkı yoktur; sadece devletin silahını ve yetkilerini kötüye kullandığı için çok daha ağır bir sorumluluğu vardır” dedi.
Feyzioğlu sözlerini şöyle sürdürdü:
‘İNSANLARIN KATLEDİLMESİNİN MAZERETİ OLAMAZ’
“İster ülkemizde ister dünyanın başka bir yerinde olsun; barışçıl gösteri hakkını kullananlara şiddet uygulanması, göstericilerin gerçek mermilerle, hedef gözetilerek sıkılan gaz bombalarıyla, plastik mermilerle veya kimyasal madde karıştırılmış tazyikli sularla öldürülmesi ya da yaralanması ağır bir suçtur. Bu suçları işleyenlerin teşvik edilmeleri veya ödüllendirilmeleri değil, cezalandırılmaları gerekir. Hiçbir siyasi veya ekonomik menfaat en üstün değer olan insan yaşamından daha değerli değildir. Sudan’da, Lazkiye’de, Rojava’da, Mısır’ın Adeviyesi’nde veya Tahrir’inde, Lice’de, Uludere’de, Reyhanlı’da, Akçakale’de, Ceylanpınar’da, Eskişehir’in, Ankara’nın, İstanbul ’un ve Hatay’ın sokaklarında, insanların katledilmesinin hiçbir mazereti olamaz.”
“Demokratik bir devlette, devletin, düşüncenin ve ifadenin önünü açması, şiddet çağrısı yapmayan düşüncelerin istenilen yerlere ulaştırılabilmesi için toplumsal iletişim kanallarını açık tutması, barışçıl toplantı ve gösterileri engellememesi esastır. İfade özgürlüğü ve onun hayata geçirilme yöntemlerinden olan barışçıl toplantı ve gösteriler, özgür ve demokratik bir toplumun varlığının en önemli kanıtıdır.”
‘SANDIKTAN SANDIĞA OY VERMEK…’
“Demokrasilerde ‘seçim sandığı’ kuşkusuz vazgeçilmezdir. Ancak demokrasi, sandıktan sandığa oy vermekle sınırlı bir rejim değil, bir yaşam biçimidir. Demokratik hukuk devletinde, siyasi iktidar, parlamentodaki çoğunluğu ne olursa olsun hukuk kurallarıyla bağlı olduğunu bilir. Hukuk kurallarını uygulayanlar da daima özgürlükçü pencereden bakarlar. Çünkü demokratik hukuk devletinde özgürlükler esas, özgürlüklerin kısıtlanması ise istisnadır.”
“Bu çerçevede, hiç kimse düşüncelerini açıkladığı için idari veya adli soruşturmalara tabi tutulamaz. Anayasa’ya, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne ve AİHM kararlarına göre; devletin güvenlik güçleri barışçıl gösterilere hiçbir şekilde güç kullanarak müdahale edemez. Barışçıl gösterilerde ‘Dağılın’ uyarısı yapılması, dağılmayan göstericilere güç kullanılmasının mazereti olamaz. Güç kullanılmasının haklı olduğu yerlerde ise gerekenden fazla gücün kullanılması, üzerinde güç kullanılan şahıs etkisiz hale getirildikten sonra da güç kullanarak keyfi ve fiili cezalandırma yoluna gidilmesi hiç kuşkusuz sorumluluk gerektirir. Sokak aralarında, hatta gündüz gözüyle şehir meydanlarında eli sopalı veya palalı kişilerin polis memurlarının desteğiyle, teşvikiyle veya koruması altında yaptığı katliamların ve şiddet eylemlerinin ne kadar ağır bir suç teşkil ettiğini açıklamayı gerekli dahi görmüyorum.”
‘SİLAH TAŞIYAN SIRADAN BİR SUÇLUDAN FARKLARI YOK’
“Devletin emniyet güçlerini, kanunu ihlal eden silahlı güçlerden ayırt eden husus, emniyet güçlerinin güç kullanma yetkisinin son derece sıkı kurallarla düzenlenmiş olmasıdır. Bu kuralları yok sayarak uygulama yapan bir emniyet mensubunun, silah taşıyan sıradan bir suçludan farkı yoktur; sadece devletin silahını ve yetkilerini kötüye kullandığı için çok daha ağır bir sorumluluğu vardır. Yetkilerini kötüye kullanan emniyet mensupları korunduğu takdirde, gözbebeğimiz olması gereken emniyet teşkilatının saygınlığına zarar verilir; kolluk görevlileri ile halk arasında nefret duvarları yükselir, görevini yasalara uygun ve fedakârca yerine getiren binlerce kolluk görevlisi toplumda hiç hak etmedikleri suçlamalara maruz kalır.”
(AA)
02 Eylül 2013
Haberin kaynağı için tıklayınız;radikal.com.tr