Radikal: Ben Gezi’yi özledim – Serhat Baş

Dün erken saatlerde herhangi bir eylem olacağından habersiz, Beşiktaş’taydım. Arkadaşlarımla buluşup Kadıköy’deki Barış Mitingi’ne gidecektik. Fakat Beşiktaş’ta kalabalık bir şekilde onlarca insanın el ele tutuşarak oluşturdukları zinciri görünce şaşırdım. Zincirde yer alan insanlara sordum şaşırarak:

gezi parkı

“Bu nedir, ne için, ne oluyor” dedim.

“Biz de bilmiyoruz, sen de gel” dediler. Davete icabet ettim hemen ve ben de bir anda zincirde bir halka oluverdim. Zincirde vakit geçirdiğim her an, en başta sorduğum soruların cevabını alıyordum. Dünya Barış Günü’nde insanlar el ele tutuşmayacak da ya ne yapacaktı?

Islıklar, sloganlar eşliğinde zincir daha da büyüyordu. Başbakanlık ofisine doğru zincir uzayacakken “Aynasızlar” gene gardını almış izin vermiyorlardı. Anlamsız korkuları devam ediyordu ve Kabataş’a doğru zincirin ilerlemesine ilginçtir “izin” verdiler.

Kulaktan kulağa oynanıyordu adeta, barış, kardeşlik, sevgi, hoşgörü fısıldanıyordu kulaklara ve herkes şaşırmadan bir yanındakine iletiyordu mesajı. Yanımda hiç tanımadığım biri telefondan baktığı haberi gösteriyordu bana “Sarıyer’de, İstiklal’de, Eminönü’nde de zincirler oluşturulmuş, Gezi’ye doğru uzanıyor.” Hani olur ya; insan böyle ne diyeceğini şaşırır, sevince bulanır içi, tüyleri ürperir öyle olmuştu bende de. Utanmasam sebebini bilmediğim halde gözyaşı dökecektim. İnsan bu tarz toplumsal hareketlerde duygusallaşabiliyor, yani duygusallaşabiliyormuş. Ben Gezi’den önceki katıldığım onca eylemde bu tarz duygular yaşamadım. Öyle ki yanımda o haberi okuyup resimleri gösterin kişiye “Ya izin verseler ya, ne olur ki sanki, gitsek Gezi’ye, iki üç halay çeksek” diye fazla iyimser dileklerde bile bulunuyordum.

Daha sonra buradaki barış zincirinden ayrılıp Kadıköy’e doğru yol aldık. Kadıköy meydanına tam geldiğimizde DİSK Genel Sekreteri Arzu Çerkezoğlu konuşma yapıyordu. Yerimizi almış, dinlemek için dikkat kesilmişken Çerkezoğlu “Abdullah” dedi, “Ethem” dedi, “Medeni” dedi, “Mehmet” dedi, “Ali İsmail” dedi. Onların ismini duymak bile insanın tüylerini ürpertmeye yetiyordu. O isimler söylenirken, meydandaki insanların alkışları eşlik ediyordu. Her ne kadar mitinge BDP öncülük etse de, katılım açısından yelpaze oldukça genişti. İnsanlar artık önyargılarını aşmış ve bugün Barış Günü deyip önyargılarını, siyasetini bırakıp gelmişti o meydana. Zaten mitingin sloganı da “Gezi’den Lice’ye barış için mücadeleye” idi.

Konuşmalar bittikten sonra meydanı ardımda bırakırken bir özlem kaplayıverdi içimi. O an fena şekilde Gezi Park’ını özlediğimi fark ettim. Gezi Parkı dışında kalmanın nasıl bir mahpusluk duygusu verdiğini hissettim. Oysa nasıl da orayı barışın, kardeşliğin, hoşgörünün kıblesi yapmışız ve nasıl özdeşleştirmişiz orayı kendimizle.

Eskiden Kabataş’tan Taksim’e hep füniküler kullanarak çıkardım. Ancak Gezi Olayları dolayısıyla kapatıldıktan sonra, hep Gümüşsuyu’ndan çıkarak Taksim’e çıkmak zorunda kalmıştık. Ben halen o füniküleri kullanamıyorum ve halen Taksim’e Gümüşsuyu’ndan yürüyerek çıkıyorum. O üzerinde mizah dolu, direniş dolu yazıların olduğu duvarlar, o barikatlar, barikatın ardındaki insanları, bizi çok fena özlemişim ben. O caddede yürürken her ne kadar gri boya ile boyanmış olsa da, o duvarların üzerinde boyanın ardındaki yazılar mıh gibi aklımda halen. Yolun ortasından gitmiyorum, orada barikatlar var halen. Çevresinden dolanıp gidiyorum. Caddenin sonuna varırken o iki ağaca bağlanmış “Kızıl Meydan’a Hoşgeldiniz” pankartını hayal ediyorum. Hele bir de Taksim’in ortasına gelince o an yüreğime düğümlenen bir sancı oluşuyor. Gezi Parkı’na bakıp, geçmişe gidip geliyorum; sloganlar, şarkılar, meydandaki piyanonun sesi kulaklarımda çınlanıyor. Polisin şiddetini gördüğümüz yerlerde tekrar kahroluyorum, plastik mermiler yiyorum, biber gazı ruhumun genzini yakıyor bu sefer. Zaman ilerlese de, anılar içinde her şey yeniden yaşanıyor.

Şimdiyse Gezi’de oluşan o empati ortamı oldukça zayıfladı. İnsanlar birbiri arasına gene kırmızı çizgiler çizmeye başladı. Karşıt düşüncelerdeki insanlar arasında sosyal medyada hakaretlerin, küfürlerin bini bir para. Türkiye’de maalesef insanların şuan buluştuğu bir nokta, bir evrensel değer yok. Tek bir yer oldu zaten şuana kadar. İçinde bulunduğu insan yelpazesine bakıldığında o yer sadece Gezi Park’ı olmuştu. İşte bu yüzden o çok klişe sözle “Barışa, huzura, birlik ve beraberliğe muhtaç olduğumuz şu günlerde” sizi bilmem ama ben Gezi’yi özledim. Gezi’deki insanları özledim. Devrim Market’teki çayı özledim.

Serhat Baş – https://twitter.com/Serhat_Bas

Serhat Baş
02 Eylül 2013
Kaynak;radikal.com.tr