Evrensel: İktidarın insanı olup iş yapıyorsan o sanat değildir

“Bizim gerçeküstü dünyamız daha gerçek” diyordu Leyla ile Mecnun’un senaristi Burak Aksak 2011 yılının yine Ağustos ayında yaptığımız ilk röportajda. Tabi dizi ilk sezonu devirmiş henüz, o da daha nereye gittiğini bilmiyor. Pek hevesli, eğlenceli sohbet. O aradaki zamanda iyi bir arkadaş kazanmanın dışında değer verdiğim bir senaristle bu defa dizisi kaldırıldı diye röportaja gidiyorum. Biraz buruk havamız, o kadar coşkulu sayılmayız. Gezi Direnişi’ne katılmanın faturasını böyle ödemekten hicap duymuyor Burak Aksak, “Hayatını kaybeden bir canın yanında Leyla ile Mecnun’un kaldırılması o kadar da önemli değil” diyor. Otururken bile direnişe katılmanın mümkün olduğu terasında yapıyoruz söyleşimizi, bir yıldır her görüşmemize getirmeyi unuttuğu Erdal Bakkal kupasını da L&M bittiğinde alabiliyorum. Müjdeli haberleri de alıyoruz hemen, kitaplar, film senaryoları hatta yeni bir televizyon projesi bile gündemde. İşte Burak Aksak’la biraz buruk, kulpu kırık ama hala umuttan caymaz bir sohbetle yine karşınızdayız…

burakaksak

Üç yıldır bir hikayenin içindeydin ve bitti. Sen dizinin senaristi olarak şimdi nasıl hissediyorsun?

Her şeyden önce netlik kazandığı için hepimiz bir rahatladık. Ne olacağını bilmeme hali çok gergindi. “Azcık dinleneceğim” diyorum şimdi, bir yandan da inceden bir hüzün oluyor. Düşünsene; üç sene boyunca sadece o karakterle ilişkin olmuş. Sanki eve gelince İskender Baba karşılayacak, sokakta İsmail Abi’yle karşılaşacağım gibi hissederken, onların artık hiç olmayacağını bilmek hüzünlendiriyor. Haber bizim için de çok yeni, sonradan daha çok koyacak gibi geliyor. Şimdiden Onur (Ünlü) Abi’yle yaptığımız bölüm toplantılarına devam edelim diyoruz. Karakterlerin o haftaki maceralarını hayal ettiğimiz toplantılardı onlar. Misal Erdal Bakkal’ı konuşurken gözümüzde Cengiz (Bozkurt)  Abi’nin onu nasıl oynayacağı beliriyordu kafamızda. Çok gülüyorduk. Kendimiz için toplanmaya devam edelim diyoruz.

Diziyle ilgili reyting denildi, reklam denildi… Gelinen noktada diziniz nasıl, neden bitirildi?

Nedeni bizce elbette Gezi’ye gitmemiz. Reytingle alakası yok. İlk sezonda reytingimiz neredeyse sıfırken devam etmemiz istenildi. Bu son sezon reytingimizin en yüksek olduğu dönemdi. Hiçbir zaman reyting rekorları kırmadık. Ama en fazla arttığı dönemde yayından kaldırılması reytingle açıklanamaz. Haziran’dan beri “Dizi devam edecek mi, bitirilecek mi?” diye bekliyorduk. Tabi direnişten sonra devam edip etmeme gibi bir gündem ortaya çıktı. TRT “Kurul bu konuda karar verecek” diyordu ve Ağustos’un 20’sinde de bize artık devam etmeyeceği söylendi.

Size Gezi Parkı’na gitmeniz bir gerekçe olarak açıkça söylendi mi?

Şu an bildiğimiz; Onur Abi’nin aranarak kurulun kaldırılmasına karar verdiği  şeklinde. Bundan sonra TRT, bir açıklama yapacak mı, bir gerekçe beyan edecek mi, biz de bilmiyoruz. Ama şunu biliyoruz; dizinin kaldırılması Gezi’den sonra gündeme geldi.

Sizin bir eyleme katılıp katılmayacağınıza TRT karar verebilir mi? Siz oranın memuru musunuz? Çalışırken hiç öyle hissediyor muydunuz?

Ben haftanın altı günü çalışıp, bir memur gibi yaşıyordum doğrusu. Ama bu benim senaryo yazma sürecinin getirdiği bir özgünlük. Mesela dizi devam ederken herkes bize “TRT bu dizi nasıl yayınlıyor?”diye soruyordu.

Evet biz de sormuştuk sana.

Gözünüz aydın, artık yayınlamıyor. (Gülüyor) Şaka bir yana, sahiden senaryoya o kadar karışılmıyordu ki ben o yüzden TRT’nin diziyi kaldırma noktasına gelmesine çok şaşırdım.

Sence neden TRT’yi bile eleştiren onca bölüm bile yayınlandı da, dizi bugün kaldırıldı?

Valla Cumhurbaşkanı’nın tabiriyle; “İnsan gerçekten hayret ediyor.”

Peki aydınlar, sanatçılar, düşün insanları yaptıkları işi korumak adına bir itirazını dile getirmekten, bir sokak hareketine katılmaktan imtina edebilir mi?

Şöyle bir sorumluluk hissediyorsun açıkçası; “Benim bu dizinin senaristi olarak yazdığım bir şey ya da yaptığım bir hareketten ötürü bu dizi kalkarsa onca insan ekmek yiyor, haksızlık olmaz mı?” “Şunu söylemesem mi, buraya gitmesem mi?” diye düşünüyorsun ister istemez. Ama ben bundan çok rahatsızım. Bunları düşünmememiz lazım. Ben istediğimi istediğim zamanda ve yerde söyleyebilmeliyim. Bir de taraf olmalıymışım hissi yaratılması çok rahatsız edici. Ya Gezi’nin yanında olacaksın ya Gezi’dekilere darbeci diyeceksin. Evet ben Gezi’ye gittim ama ulusalcı bir kanalda da değilim. Hakan Albayrak mesela öyle bir yazı yazdı ki beni inanılmaz hayal kırıklığına uğrattı; “Gezi temelinde Kemalist bir harekettir” diye. Biz de oradaydık, öyle görmedik. Hiç gelip bakmadınız mı? Farklı farklı kesimden bir sürü insan vardı elbette. Ama bir yanına odaklanırsan olmaz ki abi.

Siz bile kendinizi ifade etmede bu kadar baskı hissederken “Ya vatandaş” diyesi geliyor insanın?

İşin en acı tarafı orada belki de. Baksanıza sadece bu yüzden yaralananlar, hayatını kaybedenler oldu. Bunlar olmasa çok çok gülebilirdik halimize. Çünkü gaz yiyip, gazdan kaçıp sonra geri gelen insanlardık sadece. Gezi’ye doluşup, Şirinler köyü tadında orada bir yaşam kuran insanlardan bahsediyoruz. Bizim dizinin kalkması bu can kayıplarının yanında o kadar da önemli değil. Ve hala bu gençlerin adının anılmaması, sanki beş insan ölmemiş gibi; Hükümetin, Hükümete yakın ve yaranmaya çalışanların bunlar yaşanmamış gibi davranması çok acı. Oysa şöyle bir şansımız vardı, hani “Ay  valla devrim” diyorduk ya. Benim için devrim şu olurdu mesela; hükümetten biri çıkıp, “Gerginiz, siz de gerginsiniz.” Zaten hep bölüyorlar ya siz biz diye, eyvallah bölsünler: “Beş canımız gitti, dağılın da bir kafamızı toplayalım” dese Başbakan, benim için en büyük devrim oydu. Ya da mesela bu hareketin başında diktatör falan yakıştırması var ya, tamam o edayla da olsa gelip Başbakan; “Lanet olsun AVM’sine de, kışlasına da. Kalsın o ağaçlar da yerinde. Sizden değerli mi” dese bakışımız bambaşka olurdu. Bu bence geri adım falan da olmazdı. Yine gücünü göstermiş olurdu, ama o sahne beni rahatsız etmezdi. Daha kötülerini gördüğümüz, yaşadığımız için. O çok baba bir tavır olurdu.

BİR TİYATRO GEZİ HAZIRLIĞIYSA,KİTAPLAR DA ÖYLE O ZAMAN

Ben şimdi şeytanın avukatlığına soyunup desem ki; L&M ekibi daha en başında Gezi Parkı’na bir çağrı videosu çekmişti. Hani Mehmet Ali Alabora’nın oyununun Gezi’nin provası olduğunu söylediler ya, sizin video da çağrısı mı sayıldı acaba?

Tabii ben şimdi Ahmet (Mümtaz Taylan) abiye, Ali (Atay)’ye “Ekmeğimizle oynadınız” diyebilirim (Gülüyor). O çok doğaçlama bir şeydi aslında. Ama çok da eğlenceliydi. Bunun için insanları suçlayıp, fişleyeceklerse, yapsınlar abi. Çünkü o yaptıkları çok güzel bir şeydi. Mehmet Ali Alabora’nın oyununu izlemedim. Ama bir oyuna bu Gezi’nin hazırlığıydı diyorsanız; evet tüm kitaplar için bunu söyleyebilirsiniz mesela. Ya da çekilmiş yüzlerce film, sahnelenmiş oyun, çizilmiş karikatür için de… Ursula K. Le Guin’in tüm kitaplarını okusanız “Evet bu kadın yazdıklarıyla Gezi’nin tetikleyicisi oldu” diyebilirsiniz. Ne bileyim Orson Welles’in de bir filmini izleyip bunları iddia edebilirsiniz. Bunlar bence çok saçma. Bir tiyatro o kadar kitleyi ateşleyemez. Hem bizde tiyatro ne kadar izleniyor ki? Nasıl böyle bir direnişi yaratsın. Yeni Akit gibi trol gazetelerin yazarlarından; “OT Dergisi bu direnişin öncüsü” falan gibi, biz yazarlarını da hedef gösteren iddialar da geldi. Yahu hiç mi kafanız çalışmıyor? Bunu yapacaksan aylık dergide mi yaparsın? Günlük hadi neyse de, soğuk bir şey aylık dergi.

DİZİNİN KİTABI GELİYOR

Dizi devam ederken L&M’nin sinema filmini de yapacağınız konuşuldu. Özel kanallarda devam edip etmeyeceğiniz merak ediliyor. Açıklık getirir misin bu sorulara?

İlerde ne olur bilmem, ama şu an sinema filmi olmayacak, dizi başka bir kanalda devam etmeyecek.

Kitap?

Karakterlerle ilgili alternatif sonlar vardı kafamda. Ve bunu “İsmail’in de sonu böyle olacaktı” diye iki tweet atıp söylemek çok da tatlı değil. Finali bir kitap olarak yazsam mı diye düşünüyorum. Atıyorum; Mecnun’un ilk tanıştığı, asıl sevdiği Leyla’yla yüzleşmesi var kafamda. Karşılaşsalar ne olur, ne söylerler? Ben de tam vakıf değilim, merak ediyorum.

“Şimdi ne yapacağım” gibi bir boşlukta hissetme halin var mı?

Aslında dinlenmeye ihtiyacım var. Eflatun Film’in şu an devam eden bir projesi yok. Birbirimizden çok da ayrılmak istemiyoruz. Birlikte yine bir proje olabilir. Şu sıralar bol bol kitap okudum, film izledim. Televizyona uzun süre bir şey yapmak istemiyorum. Yapmak zorunda kalabilirim tabi ki. L&M’nin finalini yazacağım kitap dışında, bir kitap daha var kafamda. Film senaryoları var. Onlara yoğunlaşabilmeyi istiyorum.

Bize okuduklarından, izlediklerinden önerir misin?

Georges Duhamel’in Gece Yarısı İtirafları kitabı çok etkileyici geldi bana. Kısa bir kitap. Filmlerden tabiki de Doğuş’un oynadığı “Görev” filmi. Müthişsiniz. Bence o bir film değil, gençlerimizi uyuşturucu belasından kurtarmak adına yapılmış bir sosyal sorumluluk projesidir. Gerek Doğuş’un oyunculuğu, gerek yönetmenin müthiş kadrajları, gerek hikayenin derinliği şahaneydi. Görev filmine tapıyorum. N’olur bunu böyle yaz.

YALAKA SANAT, SANAT DEĞİLDİR

İktidarın kendi hukukunu, kendi polisini, bürokratını yarattığı söyleniyor ya. Kendi sanatını, sanatçısını da yaratmaya çalıştığı çok konuşuluyor bugünlerde. Şafak Sezer, Necati Şaşmaz buna verilen örneklerden. Sen ne dersin, iktidarın sanatı, sanatçısı olur mu?

Öyle birine sanatçı denemez bir kere. Para karşılığı bir iş yapmak gibi bir şey. Bir iktidarın insanı olup iş yapıyorsan o sanat değildir. Atıyorum, hiçbir görüşten, cemaatten, örgütten insan beni aramadı “Sen de bize katıl” diye. Mesela hükümetten birileri beni hiçbir iftara çağırmadı. Beni de çağırsanız iftara belki ben de iktidar yalakası olabilirim. Niye çağırmıyorsunuz ki! (Gülüyor) Neye göre belirliyorlar bunu, yeteneğegöre mi, yalakalığa göre mi? Biz TRT’ye iş yaptık iyi kötü. Kimse beni arayıp “Bizim çocuksun sen de gel” demedi. Geyik bir yana, elbette çağrılmamasından memnunum. Ama “iktidarın sanatçısı nasıl olunur?”bilmiyorum.

Böyle anılan insanlar var ama?

Onlar ancak vasat ve vasataltı olabilirler. Pek bir şey üretemezler. Bu yüzden birilerinin onu desteklemesi gerekir. Vasat olmayan insan zaten hiç bulaşmaz bunlara, gider işini yapar. Ha bazen başarılı olur bazen başarısız olur.

GERÇEK SARSICI BİR DARBEYLE ORTAYA ÇIKTI

Hala apolitiğim diyor musun?

Öyleyim bence. Hani 31 Mayıs’ta bir devlet terörü, polisin şiddeti, medyanın bunları göstermemesi, valinin açıklaması, Başbakan’ın konuşmaları…Evet biz sokağa bunlardan dolayı çıktık. İnsani bir şey sözkonusuydu. Bir de Gezi üzerinden Mısır üzerinden çok reklam yapmaya çalışılıyor. Bu yaşananlar hakkında sadece konuşuyorlar. Ben Gezi’deydim, Mısır için Eminönü’ne de gittim. Bunu söylemenin ne anlamı var. Başka ne yapabiliriz bilmiyorum. Ama Mısır için derhal bir şey yapılmalı.

Bence sen fena politiksin.

(Gülüyor)

Direnişe rengini veren 90 kuşağına yakınsın sonuçta.

Evet öyleyim.

Ve onlar da apolitik nesil olarak anılageldi. O kuşak için politik olma hali nasıl bir hal?

Bana sıkıcı geliyor. Bir şeyi sonuna kadar savunma halinde yaptığın yanlışları da görmemeye başlıyorsun. Veya o yanlışları söylememeye. Sanki taraftarlık, holiganlık gibi. Mini tanrıcıklar yaratmışız sanki; bu takım olabilir, ona laf söyletmeyiz, bir parti olabilir asla hakkında konuşturmayız. Niye bu kadar sertiz? Baya, kendimize putlar yaratıp tapıyoruz. Ne gerek var bunlara? Doğru bir şey varsa doğru diyelim, yanlış bir şey varsa yanlış diyelim. Biz tam televizyon kuşağıydık. Kapının önünde biri ölse, biz televizyondan duyarsak inanırdık. Şimdiyse öyle olmadığını gördük. Kapının önünde büyük olaylar oluyor, sokakta onu görmek istiyorsun. Çünkü televizyonda yok o, neden? İnandığımızın gerçek olmadığı ancak bu kadar sarsıcı bir darbeyle gözümüze sokulabilirdi.

Ayşen Güven
25 Ağustos 2013
Haberin kaynağı için tıklayınız; evrensel.net