KaosGL: Barikatın LGBT Tarafı – Mehmet Tarhan

Günümüz LGBT Hareketinin bileşenleri çoğunlukla 28 Haziran 1969 Stonewall İsyanı’nı LGBT hareketinin sokağa inmesi anlamında bir milat olarak kabul eder. Her ne kadar öncesinde bazı sokak hareketleri olmuşsa da günler süren ve ABD’nin çok sayıda kentine yayılan bu ayaklanma, muhtemeldir ki bu iki özelliği dolayısıyla simgesel bir değer kazanmıştır. Asıl önemli tarafı ise bu isyanın polisin baskılarına karşı bir barda başlaması ve kurulan barikatın polisle LGBT’ler arasındaki ilişkiyi tersyüz etmesidir. Keza polisler bara hapsedilmiş ve LGBT’ler tarafından kuşatılmıştır. Sokaklarda saldırıya uğrayan, Stonewall gibi barlara –gettolara- sıkıştırılan LGBT’ler sokağı ele geçirmiş, polisi –egemenin baskı aracını- “kapatmıştır.” Dünyanın her yerinde haziran ayı sonunda kutlanan “pride” da işte bu tersyüz edişin anısını taşımaktadır.

1993 yılında İstanbul’da salon etkinlikleri ve bir Pride yürüyüşünü de kapsayan etkinlikler ise Türkiye LGBT Hareketi tarih yazımında Stonewall gibi bir yere sahiptir. Valilik tarafından yasaklanan etkinlikler, gözaltılar ve yurtdışından gelen konukların sınırdışı edilmesi travmatik bir etki yarattığı kadar, örgütlenmenin de zorunluluğunu tekrar göstermiştir. Kuşkusuz 80ler sonlarından itibaren LGBT’ler bir araya gelmeye başlamış, baskı ve özellikle devlet kaynaklı şiddete karşı etkinlikler yapmışlardır. Fakat 1993 bu örgütlenme çabalarıyla gelişen özgüvene yani örgütlü olarak görünür olmaya cüret etmeye karşı devletin sert cevabı olması hasebiyle bir muhataplık ilişkisi oluşturmuştur. Sonrasında gelişen örgütlenmeler Ankara’da 2002 1 Mayıs ve İstanbul’da 2003 Onur yürüyüşü ile bu cüreti yeniden göstermiş ve bu defa önce magazine edilse de yavaş yavaş sokağın önemli siyasi aktörlerinden biri olma yoluna girmiştir.

lgbt-onur-yuruyusu

Türkiye LGBT hareketi 90lardan bu yana en azından söylemsel düzeyde Avrupa ve Kuzey Amerika’daki anaakım LGBT örgütlerinin siyasi çizgisiyle kendisi arasına bir mesafe koymuştur. Her ne kadar bugün özellikle LGBT derneklerinin kurumsallaşması ve siyasi meşruiyet alanının genişlemesiyle Türkiye LGBT Hareketi anaakımlaşma eğilimi gösterse de bunun bazı açılardan kaçınılmaz bir durum ya da zorunluluk olduğu düşünülebilir. Bunun için başlangıçtaki söylemin geliştiği siyasal atmosfere bir bakmak lazım:

Ankara’da Kaos GL ve İstanbul’da Lambdaistanbul’un ortaya çıkışı yakın tarihlerde olsa da hem söylemsel hem de yapısal açıdan farklılıklar gösteriyor. Adından da anlaşılabileceği gibi Kaos GL anarşist bir çevre olarak görülmektedir. Lambdaistanbul’un kuruluşunda bazı sol çevrelerden insanlar olsa da daha çok orta sınıf bir karakter taşıdığı söylenir. Yılarca iki grubu karşılaştırmak için kullanılan “çelik çaydanlık-porselen çaydanlık” metaforu her ne kadar bu siyasal-sınıfsal farklılığa işaret etse de bugün bakıldığında “kendisini diğeri dolayımıyla tanımlama” olarak da okunabilir. Bugün elbette her iki grup da baştaki görüntülerinden uzaklaşmışlarsa da başlangıç izleri harekete sirayet etmiştir. Söz konusu metafor çok kullanılmasa da benzer dolayımla tanımlamalar hareketin bileşenlerinde genel bir özellik olarak görülebilir.

90ların başları iç savaşın yoğun bir şekilde yaşandığı, faili meçhullerin, köy boşaltmaların ve dolayısıyla Kürdistan’daki savaşın etkilerinin metropollere taşındığı bir dönem olarak hatırlanıyor. Yine feminist hareketin güçlenmeye başlamış olmasından da söz edilebilir. Darbe sonrası toplumsal hareketlerin yeniden toparlanmaya başladığı, feminizmin güçlendiği ancak savaş koşullarının en ağır şekilleriyle yaşandığı bu dönemde LGBT’ler bir yandan kendilerini siyasi yapılarda ifade ederken bir yandan da özörgütlerini oluşturmaya yönleniyorlardı. Elbette hala az da olsa izleri kalan solun homofobisi kadar 80ler sonunda edinilen deneyim de LGBTleri yönlendiriyordu.Örneğin  Kaos GL kendi tarih yazımında İHD’deki LGBT komisyonunun kurulduktan çok kısa bir süre sonra lağvedilmesini Kaos GL’nin kurulması için önemli bir olay olarak belirler. Lambdaistanbul ise 1993 Onur Haftası’na getirilen yasağı bir başlangıç olarak ifade eder. Elbette Radikal Sol Yeşil Parti Girişimi, Sokak dergisi LGBT sayfası ve özellikle Anarşist’ler arasındaki örgütlenme deneyimlerinin birikimi inkar edilemez. Burada sadece somut bir başlangıç noktası arayışı olduğuna dikkat etmek gerekir.

Kaos GL dergisinin henüz bir fanzin olduğu zamanlardan bu yana kullanageldiği “eşcinsellerin kurtuluşu heteroseksüelleri de özgürleştirecektir” slogandaki “kurtuluş” kelimesi dönemin iklimini anlamak açısından önemli bir veri sağlamaktadır. Bu dönemde Lambdaistanbul’un sloganı ise hala süregeldiği gibi “sen yoksan bir eksiğiz”dir. Belki Kaos GL’nin İHD, Lambdaistanbul’un ise Onur Haftası organizasyonunu başlangıç alması LGBT hareketindeki bu iki akımın diğer toplumsal kesimlerle ilişkisi konusunda da bir veri olabilir. Keza Kaos GL’nin ilk sokağa çıkışı bir 1 Mayısta olmuştur. Lambdaistanbul ise takiben önce 1 Mayıs’a çıkmış, hemen sonra ise LGBT Onur Yürüyüşü’nü gerçekleştirmiştir. Ancak her iki grubun da bugün başladıkları noktadan daha farklı yerlerde oldukları, daha fazla sayıda siyasi eğilimi bir arada taşıdıklarını söylemek gerekir. Hala en çok kullanılan slogan “Gettoları değil, şehrin tamamını istiyoruz!”

LGBT’lerin sokakta görünür olması medya tarafından başlarda seyirlik-magazin-ilginç-iç gıcıklayıcı bir malzeme olarak görülmüş ve çokça haber yapılmıştır. Örneğin ilk 1 Mayıs sonrası Kaos GL’nin katılımı çoğunlukla dışlayıcı bir dille manşetlere taşınmıştır. Bu durumun bazı sol gruplar tarafından “1 Mayıs’ın sulandırılması” olarak tanımlandığı da olmuştur. Fakat hem 1 Mayıs katılımlarının hem onur yürüyüşleri hem de 8 Mart, savaş karşıtı yürüyüşler gibi eylemlere LGBTlerin katılım zamanla basının ilgisini düşürmüş; bu dönemde alanda yanyanalık alışkanlığı sol çevrelerin eleştirilerini de azaltmıştır. Elbette bu azalma sadece yanyana olma ile açıklanamaz; kadın ve LGBT hareketinin bu konuda dikkate alınmalıdır.

LGBT’ler kah onur yürüyüşü, kah Tekel direnişi, kah 8 mart, kah Newroz, kah barış yürüyüşlerinde yer aldıkça sokağın olağan örgtlü aktörlerinden olarak görülmeye başlanmıştır. Bu süreçte kurumsal yapıların da oluşturulmasıyla hem üniversiteler hem de metropoller yanında Adana, Antalya, Diyarbakır, Van, Eskişehir gibi bazı görece büyük taşra şehirlerinde de irili ufaklı gruplar ve kimisi başarılı kurumsallaşma girişimleri ortaya çıkmıştır. Sokakta genellikle “görünür” olmayı hedefleyen ve bunun için daha çok asık suratlı olmayan bir muhalefet biçimini benimseyen LGBT hareketi içinse Gezi ve Haziran Direnişi yeni bir aşamaya geçmek anlamına geliyor olabilir. Elbette yine queer eylemlilik biçimleri ön planda.

Queer Teorinin kimliklerin akışkanlığı, geçirgenliği ve tabii olarak kararsızlığı, Hardt ve Negri’nin çokluk tanımı ile bir araya geldiğinde gündeliğin siyasallaştırılmasında hareketin olduğu kadar bileşen her bir bireyin de görnürlük ve var olma hali için çeşitli taktikler geliştirmesini beraberinde getiriyor. Elbette strateji tartışmalarının çokça rafa kaldırılması gibi bir komplikasyon riskini taşısa da Haziran direnişinde, daha doğrusu direniş esnasında pek engelleyici olmamıştır bu komplikasyon. İstanbul’da LGBT blok bileşenlerinin çatışmasız geçen günlerde gezi parkında bile sürekli mobilize olmaları, plansız yürüyüşler yapmaları oldukça dikkat çekici; isteyen blok masasından bayrağı kapıp yürüyş yapıyordu. Bu durum görünürlüğün artmasına en az barikatlar kadar katkı yapmıştır. LGBT’lerin en önemli ihtiyaçlarından birisi olan olduğu gibi ve kendisi olarak görünebilmek blok bileşenlerini de tek tek çok güçlendirdi. Çatışmalar olurken kimsenin giymek istemeyeceği topuklu ayakkabılarla barikatlara koşturan ya da yiyecek-içecek dağıtan LGBT’ler elbette sadece iktidara değil barikatlardaki omuzdaşlarına isyan ediyorlar ve bir dönüşüm hedefliyorlardı. Kimi kaynaklara gör 50.000’i aşan katılımın olduğu 2013 Onur Yürüyüşü bu hedefe bir nebze de olsa yaklaşıldığını gösteriyor.

Çeşitli semtlere, mekanlara, hatta bir sınıfa sıkıştırılan LGBT’ler Haziran Direnişi’nde kendisi olmanın yanısıra başkalarının da kendisi olduğu bir yerde kendisi olmayı öğrenmiş görünüyor en çok. Anlaşılan o ki; tüm direnişçiler de en çok “kendisi olarak var olma”yı istiyor ve deneyimliyor. Sloganlar anonimleşirken tüm direnişçiler gibi hareket de katılan-eklenen yerine belirleyen bir siyasi aktör olmanın yollarını arıyor. Ve en önemlisi; tıpkı Stonewall gibi sokağı ele geçirip baskıcıları bir yere hapsetmiş olmayı, getto’dan –güvenli alandan- çıkmayı deneyimliyor.

Mesele Dergisi Ağustos sayısında yayınlandı.

Mehmet Tarhan
14 Ağustos 2013
Kaynak; kaosgl.org