BirGün: Düzen arayışı ve modern polisin doğuşu – Kristian WillIams

Polis aylardır Türkiye’de terör estiriyor. Örneğin İstiklal Caddesi’nde polis yokken normal akan hayat, yalnızca polisin varlığı nedeniyle işkenceye dönüşüyor. Peki polis bunu neden yapıyor? ABD’li araştırmacı yazar Kristian Williams polis teşkilatlarının ortaya çıkışını ve özünü anlatıyor…

duzen-arayisi-ve-modern-polisin-dogusu-1

Polis niye var? Modern polis teşkilatları neden yaratıldı? Bu konu hakkında düşünen az sayıda insanın önemli bir kısmı kentleşmenin artışıyla paralel bir şekilde artan göçmen sayısı ve suç oranlarının polis teşkilatını doğurduğunu iddia ediyor. Ben bu teoriye ‘suç ve düzensizlik teorisi’ diyorum.

İlk başta akla yatkın gözükmesine rağmen polis teşkilatının “suç salgınına” yanıt olarak icat edildiği fikri açıkça yanlıştır. Üstelik bu bir açıklama bile değildir. Suç oranının belli bir noktaya ulaşmasıyla birlikte toplumların “doğal” bir tepki olarak polis teşkilatı kuracağına dair bir doğa kanunu varsayar – ki böyle bir kanun hakkında bilimsel bir kanıt yoktur.

Modern polis teşkilatının yaratılmasında köle isyanlarının, ayaklanmaların ve diğer kolektif şiddet olaylarının da etkisi olmuştur muhakkak. Ancak unutmamalıyız ki suç ve ‘düzensizlik’, polis teşkilatlarının yaratıldığı 19. yüzyıla özgü bir durum değildi – binyıllardır var olan şeylerdi bunlar. Örneğin 1780 yazında Londra’nın büyük bir kısmı bir süreliğine çetelerin kontrolüne girmişti ama polis teşkilatı 50 yıl sonra ortaya çıktı. 1775’te Boston’da kamusal alanda sarhoşluk yaygın bir sorun haline gelmişti ama polis teşkilatının kurulması 60 yıl sonra gerçekleşti. Bu örneklere bakınca ‘suç ve düzensizlik teorisi’nin neden bu tarz olayların önceden de polis teşkilatını doğurmadığını açıklamakta yetersiz kaldığını görüyoruz. Bu konuda yetersiz kaldığı gibi, neden 19. yüzyıldaki şiddetin başka bir sisteme değil de polis teşkilatına yol açtığını açıklamakta da yetersiz kalıyor.

SUÇ ORANI AZALIRKEN KURULDU

Dahası, çoğu kentte polis teşkilatlarının yaratıldığı tarihte suç oranı azalmaktaydı. İşlenen suçların çoğu da kabahat suçları, mağdursuz suçlar ve kamu düzenine karşı işlenen suçlardı. Şiddet veya özel mülke saldırı gibi suçlar değil, kamusal alanda sarhoşluk, çevreyi kirletmek, “serserilik”, “ahlaksızlık” veya “şüpheli davranmak” gibi suçlardı. Yani kanun uygulayıcılar can ve mal güvenliğine değil yoksul insanları, davranışlarını ve alışkanlıklarını kontrol etmeye odaklanmıştı. Sydney Harring’in de söylediği gibi “bir suç bilimcinin ‘kamu düzenine karşı suçlar’ kavramı, bir tarihçinin ‘işçi sınıfının boş zamanlarındaki etkinlikleri’ tarifine tehlikeli bir şekilde yaklaşır”. Bu gibi ‘ahlak suçları’nın bastırılması ve engellenmesi yalnızca modern polis teşkilatıyla mümkün olabilirdi.
Modern polis teşkilatlarının ortaya çıkmasıyla birlikte tarihte ilk defa polisler birilerinin şikayeti üzerine değil, kendi insiyatifleriyle insanları gözaltına alma yetkisine kavuştu. Suçlamalar genellikle ufak nedenlerden olsa da bunun etkileri ufak değildi: Bireyler tarafından başlatılan kovuşturmalardan polis tarafından başlatılan kovuşturmalar dönemine geçiş yurttaşlar ve devlet arasındaki dengeyi önemli ölçüde sarstı.

TOLERANSSIZ TOPLUM

Bu tür nedenlerle gözaltına alınan insanları başka bir şekilde açıklamalıyız: ‘Düzensizliğe’ toleransın azalmasıyla. Cleveland polisi 1907 yılında bu hipotezimizi test etti ve ‘Altın Kural’ politikasını uygulamaya başladı. Sarhoş veya ‘ahlaksız’ olarak nitelendirdiği insanları gözaltına almak yerine onları evlerine götürdü ve uyardı. Bunun sonucunda yıllık 30 bin olan gözaltı sayısı 10 bine düştü. Ağır suçlara dair gözaltılar ise 900’den 1.000’e yükseldi. Bazı başka kentlerde de bu kural uygulandı ve gözaltı sayısı yüzde 75 oranında azaldı. Bu örnek de bize gösteriyor ki, tolerans gözaltı sayılarını azaltabilir.

BURJUVAZİNİN KURALLARI

19. yüzyılda suç oranları azalmakta olsa da ‘düzen’ tutkusu polis teşkilatını oluşturdu ve gözaltı sayılarını artırdı. Eğer tolerans gözaltı sayılarını azaltıyorsa, toleranssızlık da bu sayıları artırıyordu. 19. yüzyılda suç oranları azalırken ‘düzen’ talebi yükseliyordu. Problemin temelinde ise burjuva algısı yatıyordu. Burjuvazi geniş bir siyasi insiyatifle toplumsal kent yaşamının kurallarını belirliyor, bunun sonucunda müdahaleye zemin hazırlıyordu.

New York’un fuhuş karşıtı kampanyası tam da bu örneği izliyordu. 19. yüzyılın ilk yarısında fuhuşa dair resmi tutum hızla değişti. 1830’larda fuhuşun bir salgın gibi yayıldığı düşüncesi yerleşmeye başladı. Aslında orospuların sayısı artıyordu ama bu artış nüfus artışının oranından daha azdı. Fuhuş-toplum ilişkisinde bir değişiklik olmamasına rağmen resmi yaklaşımın değişmesi uygulamaları kökten etkiledi ve sadece 1860 yılında genelev işlettiği veya burada çalıştığı gerekçesiyle 90 kişi cezaevine girdi. Bu rakam 11 yıl öncesinin 5 katıydı.

Benzer bir şekilde evsizlik, serserilik, dilencilik gibi sebeplerle hapis cezası alanların sayısı da katlanarak arttı. 1820-30 arasındaki 10 yıl boyunca 3.173 kişi bu suçlamalarla cezaevine gönderilirken 20 yıl sonra, 1850’de sadece bir yıl içinde aynı gerekçelerle hapis cezası alan kişi sayısı 3.552’ye, 1960’ta ise 6.552’ye çıktı.

DÜZEN TALEBİNİ NE ARTIRDI?

Bu analiz problemi çözmüyor, sadece onu yeni bir yere yerleştiriyor. Eğer polis teşkilatını geliştiren, polis sayısını ve hapis cezası alanları artıran şey artan suç oranı değil de artan “düzen talebi”yse, bu talepteki artışa ne yol açtı? Öncelikle büyük suçların oranında azalma olması, sosyal standartların ve düzen talebinin artmasına zemin hazırladı. Büyük suçlar gündemden düşünce daha küçük “düzensizlikler” için de yasalar hazırlama imkanı doğdu. Böylece suçlanan insanların sayısı artarken suçların ciddiliği de azalmış oldu.

Düzen talebini tetikleyen şeylerden biri de polisin kendisiydi. Halkın yeni New York Polis Teşkilatı’na yönelttiği yoğun eleştirilere karşı teşkilatın başındaki Şef Matsell’in halk arasında panik yaratarak “aslında polise ne kadar ihtiyaç duydukları” düşüncesini yerleştirmeye çalıştığı sonradan ortaya çıkmıştı.

KADINLARA ÇİFTE BASKI

Sonuç olarak yasaları halkın uyguladığı bir dönemden yasaları polisin uyguladığı bir döneme geçiş yaptık. Bu geçişin merkezinde yer alan polis teşkilatının, hem dinlerin dominant sınıf perspektifiyle hem de yeni kapitalist sistemin dominant sınıf perspektifiyle uyumlu olması, teşkilatı yaratan elitlerin desteğini bu teşkilattan bir daha çekmemesini sağladı.

Sınıf ilişkileri ve katı ahlaki anlayışın en sert etkilerinden biri kadınlar üzerindeki etkisiydi. Viktoryan ahlak anlayışıyla hazırlanan yasalar kadının toplumdaki yerini tekrardan tanımlarken kadınların hayatını epey kısıtlıyordu. Kadınlar ataerkinin arzularına uyan kalıplara yerleştirilirken bu kalıpların dışında kalmak için direnen kadınlar sürekli ayıplanıyor, suçlanıyor, dışlanıyordu. En kötü durumda olanlar ise işçi sınıfından kadınlardı – hem cinsiyetleri hem de sınıfları nedeniyle çifte baskıyla karşılaşıyorlardı.

SUÇU ENGELLEME GÖREVİ

‘Düzen talebi’nin artması kanunların uygulanmasını değiştirmenin ötesinde kanunun kendisini de değiştirdi. Örneğin 19. yüzyıl başlarında Boston yasaları alkolizmi yasaklarken 1835 yılında kamusal alanda sarhoşluk da yasaklanmış, alkol nedeniyle hapis cezası alan insanlar yılda birkaç yüzden birkaç bine fırlamıştı.

1878’de polisin yetkilerinin artmasıyla birlikte polis artık insanları küfür ettikleri, yerlere çöp attıkları için de gözaltına alabilir hale gelmişti. Aynı tarihte Philedelphia eyaletinde çıkan polis yasası polise sadece suç işleyenleri gözaltına alma yetkisi vermiyor, aynı zamanda insanları gözetleyerek suç işleme şüphesi olanları gözaltına alma yetkisi de veriyordu. Böylece fişleme modern polis teşkilatının temel öğelerinden biri oldu. Polislerin suçu önleyebileceği düşüncesine odaklanılmasıyla birlikte öncelik işlenen suçtan potansiyel suça, suçludan potansiyel suçluya kaydı.

SUÇA DEĞİL, TOPLUMA KARŞI

Yani ‘suç ve düzensizlik teorisi’ne zıt olarak, modern polis teşkilatının artan suç oranlarına bir yanıt olarak değil, yeni oluşmuş dominant sınıfın topluma kendi değerlerini empoze edebileceği bir toplumsal kontrol aracı olarak ortaya çıktığını söyleyebiliriz. Endüstrileşme ve kentleşmenin yarattığı işçi sınıfı, toplumsal kontrolü sağlamayı zorlaştırıyordu. Bu kontrolü sağlamak için yaratılan polis teşkilatı, daha önce hayal bile edilemeyecek bir kontrol sağlamayı başardı. Polis bu kontrol mekanizmasının sadece bir aracıydı – hapishane sistemi ve eğitim sistemi gibi başka araçları da aynı dönemde gelişerek bugünkü haline ulaştı. Bürokratik yapıyı büyüttü, devlet-yurttaş arasındaki güç ilişkisini epey değiştirdi.

‘TEHLİKELİ SINIFLAR’

Toplumsal kontrolün amacı ve araçları her zaman elitlerin huzursuzluğunu ve nedenlerini yansıtır. Kriz veya toplumsal dönüşüm dönemlerinde toplumsal kontrol mekanizmaları da ona göre değiştirilir. Modern polis gücünün ortaya çıkmasında karmaşık faktörler rol oynadı. Endüstrileşmeyle birlikte toplumsal sınıflar keskinleşirken bazı sınıflar “tehlikeli sınıflar” olarak nitelendirildi. Ortaya çıkan yeni ekonomik rejim ve onu destekleyen ideolojinin desteğiyle ‘düzen talebi’ yaratıldı. Bunun sonucunda da ABD’deki eyaletler kendi polis birimlerini kurdu, geliştirdi. Devletler polis modelini yaratırken gece bekçileri, milisler, köle devriyeleri gibi farklı yarı-profesyonel modelleri örnek aldılar.

Modern polis teşkilatlarının ortaya çıkmasında yukarıda sayılan tüm faktörler ve aralarındaki karmaşık ilişki rol oynadı. Bunların hiçbiri tek başına yeterli olamazdı. Tarihçilerin yaptığı en büyük yanlış tarihsel olayları tek bir faktörle açıklama çalışmaktır.

EŞİ BENZERİ OLMAYAN KONTROL

Modern polisin ortaya çıkışında çoğu tarihçinin işaret ettiği kentleşme ana neden olmaktan uzaktır. Çünkü kentleşme suç oranında değil, sivillikte bir artışa yol açmış, suç oranlarını düşürmüştü. Polis devlete ve yöneten sınıflara toplumu oluşturan bireylerin hayatlarına, davranışlarına ve alışkanlıklarına daha önce olmadığı kadar müdahale etme imkanı sunan bir mekanizmadır.
Günümüzün polis toplumlarında hükümetler bürokratik araçlar sayesinde toplumu gözleme ve ona vahşet uygulama gücüne kavuştular. Üstelik bunun için ortalıkta büyük askeri kuvvetler bulundurmalarına da gerek kalmadı. Toplumun içine yayılmış olan küçük polis birimleri isyan karşısında, acil durumlarda veya istenildiği diğer anlarda birleşerek karşısında direnmesi zor bir güç haline gelebiliyor.

TOTALİTERLİĞE GİDEN ADIM

Bu sayede devletler, geniş coğrafi bölgelerde sürekli olarak varlıklarını gösterme, bu bölgeleri rutin kontroller ve gözetleme uygulamalarıyla denetleme imkanı buluyor. Merkezi siyasi otoriteler, varlıklarını polis sayesinde kontrollerinde bulunan tüm coğrafi alana hissettirebiliyor. İnsanları sürekli denetim ve gözetleme altında tutan polis teşkilatları yalnızca kendi isyan karşıtı tecrübelerinden değil, sömürgecilik ve kölecilik deneyimlerinden de faydalanıyor. Polis teşkilatlarının özünde totaliter bir hırs taşıyıp taşımadığı tartışılabilir ama modern polis teşkilatları kesinlikle totaliterliğe giden büyük bir adımdır.

Kristian WillIams
7 Ağustos 2013
Çeviri: Onur Erem
Kaynak; http://birgun.net/haber