BirGün: Köşemi bırakıyorum, gerçekten – L.Doğan Tılıç

Gönderdiğim metni tam okumadan, “Bu köşedeki son yazım…” başlığını görür görmez telefona sarılmıştı İbo (İbrahim Aydın). “Ne yapıyorsun Abi sen ya…” diye dalmıştı söze pür telaş, bir yandan yazıyı okurken. Derin bir nefes aldığını hissettim sonunda, üç noktanın yerine “olabilirdi”nin geldiğini anlayınca.

can dündar

Bu sefer öyle değil. Yalancı çoban durumuna düşmeye niyetim yok. Köşemi gerçekten bırakıyorum!

Gazetenin ilk sayısından itibaren, evimi bitirmek için amelelik yaptığım tek yıl hariç, tatillerde bile yazarak, bence en keyifli yazılarımı tatillerde yazarak, sürdürdüm köşeyi. “Tatillerde bile yazan yazar” oldum.

Şimdi bırakıyorum!

Hafta sonu forumları ve panelleri ardından İzmir’den Ankara’ya dönerken Murathan Mungan’a ait sözlerin şarkılarını dinledim arabada. Müthiş sözler!

“Bak işte yaklaşıyor fırtına / Bak yine yükseliyor dalgalar / Yıllardan sonra, yollardan sonra / Şarkılar söylüyor çocuklar / Yıllardan sonra, yollardan sonra / Yeniden yan yana onlar.” Gezi’yi anlatıyor sanki!

Ya şunlar: “Ne geçmiş tükendi, ne yarınlar / Hayat yeniler bizleri / Geçse de yolumuz bozkırlardan / Denizlere çıkar sokaklar.”

Oysa ne çok çabaladılar; geçmişi de geleceği de tüketmek için. En çok da bizi; medyayı ve gazetecileri kullanarak!

Çemberin içindeyken, hem de ta içinde, Mamak’ta, bazı şeyler çok daha kolaydı. Kafamız da, kendimiz de çıkınca sonra, meyhane köşelerinde falan değil, hayatın her yerinde mutsuz olduk, kahrolduk!

Biz hiç büyümedik, büyümeyeceğiz de, inatsa inat. Ama büyüyenler olmuş ve kirlenmişti dünya!

Globalleşmişti bir kere. Serbest pazar, özelleştirme artık tanrı kelamı değerindeydi. Her koyun her zamankinden daha çok kendi bacağından asılır olmuştu. Gemisini kurtaran kaptan olup, tayfaların canına okuyordu.

Paylaşma, dayanışma, bir arkadaşının ardını kollama, sırt sırta verme “out”tu. Puştluk sarmıştı dört bir yanı, kalleşlik!

Bizim meslekte işte; birer ikişer, onar yüzer işten atılıyorken, arkada kalanlardan ses falan çıkmıyordu. Gidenin yerine iştahla bakanlar vardı. Bir diğerinin sırtına, boşluğuna basarak yükselmeyi “başarı” sayanlar…

Gazeteciliğin sıfırlandığı yere giden yolun taşlarını bizler döşedik, bize döşettiler. Özel ve güzel (!) hayat hikayelerini “başarı” diye sattık halka.

Küçük Prens’in “büyükler dünyası”ydı yaşadığımız: “Büyüklere; ‘Pembe kiremitten bir ev gördüm, pencerelerinde sardunyalar, damında güvercinler vardı’ derseniz, o evi bir türlü gözlerinin önüne getiremezler. Onlara; ‘Yüz bin franklık bir ev gördüm’ demeniz gerek. O zaman; ‘Aman ne güzel!’ diye bağırırlar.” diye anlatır ya… İşte o! Paranın en yüce değer olduğu dünya!

Mamak’ta birbirimizin yerine dayak yerdik. Babamın, o gün gelemeyen öğretmen arkadaşının dersine girdiğini bilirim. Boşluğu hissedilmesin diye bir dostumuzun yerini doldururuz ya. Öyle işte!

Güzel komşularım var. Çoğu akşam soframızı paylaştığımız yarı-komünal bir hayat bizimkisi. Yokluğumda yapılması gereken işleri yapıyorlar. Tarık, Mehtap, Bersi, Selçuk, Zekeriya, Eyceabimler… Köpeklere, tavuklara onlar bakacak biz yokken. Çiçeklerim, sebzelerim sayelerinde kurumayacak.

Ya bu köşe? Bugün izine ayrılıyorum. Bu arada köşeme de bir Can dost bakacak. Can Dündar.

Galiba dünyada ilk kez, bir gazeteci, yokluğunda bir dostunun köşesine sahip çıkacak. Yokluğunu hissettirmeyecek.

Başka anlamlar yüklemeyin buna. Komşularım hayvanlarıma, bitkilerime el verecek. Can da köşeme! O kadar.

“Tatilde de yazan yazar”, içi rahat, gözü arkada kalmadan, patika yollara, dağlara, kırlara, karlı olmasa da ovalara vuracak kendini.

Şimdi köşemi bırakıyorum; 5 Eylül’e kadar. Can’a!

L.Doğan Tılıç
06 Ağustos 2013
Kaynak;birgun.net