Radikal: Türkiye ergenlikten çıkıyor – Barış Acar

Daha fazla “devlet baba şiddeti” görmek, iki de bir azarlanmak, ara ara tokatlanmak istemiyor kimse. Türkiye ergenlikten çıkıyor belki de. Lider sultasına tapanlar kadar darbe meraklılarını da geri adım attıran bu.

devlettenuzakbulutlarayakin

Görmenin Diyalektiği’nde Susan Buck-Morss, Walter Benjamin’in Gesammelte Schriften’inin (Toplu Yapıtlar) beşinci cildinden şu alıntıyı yapıyor: “…yanıp sönen bir imge olarak geçmiş, tanımanın şimdisinde [im Jetzt der Erkennbarkeit] sıkı sıkıya kavranmalıdır.

Geçmişi tanımanın şimdisinde kavramak ifadesi farklı düşünürler tarafından 20’nci yüzyılın belki de en çok tartışılmış önermesi. Orada Bergsoncu sezgisel zamanı da bulabiliyoruz, Lyotard’ın tarihin sonunu da. Şairler Baudelaire’den beri zaten şimdinin ormanlarını dolanıyorlar. Araştırmacılar Lefebvre’nin gündelik hayatında yaşıyorlar. Bununla birlikte “şimdi”nin ne olduğunu da nelere vakıf olabileceğini de ancak yavaş yavaş kavrayabiliyoruz. Bugün dile getirebileceğimiz en azından şu: yanlışlıkla yorumlanageldiği gibi bu ifade tarihin çöktüğünü, artık varolmadığını söylemiyor. Modern zamanların “şimdi”si tarihin yoksanması hiç değil. Aksine tarihin bugün gerçekleştiğinin ayırdına varılmasını (tanınmasını) istiyor. Dolayısıyla tükenmiş bir tarihten çok yoğunlaşmış bir tarihten söz etmek gerekiyor belki de. Üst üste yığılan imgeler aracılığıyla sürekli yeniden kurulan bir tarihi tanımlayabilmek gerekiyor.

Mesafe duygusu
Klasik tarih paradigmasının en büyük problemi bir olayın tarihsel olarak kabul edilebilmesi için ne kadar sürenin geçmesi gerektiğinin bilinemez oluşudur. Collingwood tarihinin geriye dönük, kanıta dayalı ve böylelikle rasyonel yazımı salahiyetini bu mesafe duygusundan alır. Ancak uygun mesafeye olan mesafemiz kapsam dışı bırakılmıştır. Benjamin’in izinden giderek soracak olursak; tarih “tanımanın şimdisinde kavranıyorken” beklemeyi öneren bu yaklaşım neyin mesafesini aramaktadır?

Gezi Direnişi Türkiye’de tarihyazımını düşünmek için de yeni olanaklar sunuyor bize.

Özellikle hareketin toplumsal boyutundan ürkenler üzerine düşünmeyi erteleyerek güvenli bir mesafe arıyorlar kendilerine. Keza bugün söyledikleri bir yanlış söz yarınki konumlanmaları için geriye dönük olarak ciddi arızalar yaratabilir. Oysa binlerce kişi bir tarih inşası için düşüncelerini sokaklarda gezdirirken, belki onlardan daha fazla sayıda kişi bilgisayar başında o ana tanık olmaya ve ona katılmaya çalışırken mesafe korumak ne zordur?

Devlet Baba şiddeti
Son günlerde Gezi direnişi bitti, sonlandı, iyi de sonucu ne oldu diyen bir halet-i ruhiye kol geziyor ortalıkta. Derken bu ölüm ilanlarının arasından bir başka yerden yeni bir öfke diriliyor, sokakları dolduruyor. Keza bu öfke üç-beş yılın değil, onyılların birikiminin bir sonucu.

Kimse saçma sapan konuşan yeni bir lider aramıyor. Kimse iktidarın bir çıkar çevresinden başka bir çıkar çevresine teslim edilmesine razı gelmiyor. Kimse egosu bunca büyümüş bir devletin zulmü altında daha çok ezilmek istemiyor. Daha fazla “devlet baba şiddeti” görmek, iki de bir azarlanmak, ara ara tokatlanmak istemiyor kimse. Türkiye ergenlikten çıkıyor belki de. Lider sultasına tapanlar kadar darbe meraklılarını da geri adım attıran bu.

İktidar canhıraş insanları bir komploya kurban gittiklerine inandırma gayretinde. Oysa bugün komplonun ne olduğundan, komplocunun ne istediğinden daha sağlam bir hakikat duruyor önümüzde. Gezi Direnişi’nin yarattığı bileşenler yıllardır kendi cebine çalışan, sözüne güvenilmez, halkına sormadan istediğini alıp istediğini satan, iki de bir burnunu insanların yaşam biçimlerine sokan politikacılardan kurtulmanın yollarını arıyor.

Öyle görünüyor ki bu kez komplocular da avuçlarını yalayacak. Halk komplocuları değil birbirini dinliyor çünkü sokaklarda/ parklarda. Mahallelerde kurulan forumlarda ilk kez bu istekliliklerinin onları nereye götürebileceğini anlamaya çalışıyorlar ve bunu da herhangi bir örgüt altında değil, kendiliğinden başarıyorlar.

Tarihselleştiremediklerimizden
Direnişin bittiği asıl nokta sokaklarda, parklarda konuşan insanların yerini strateji uzmanları, kanaat önderleri, komplo teorisyenleri aldığında olacak. Keza onlar tarihselleşmiş akıl adına söz alıyor olacaklar. Güvenli mesafelere çekildikten ve iktidar eyleyecek kuşbakışı noktalar bulduktan sonra konuşacaklar. Sesleri şimdiden duyulmaya başlasa da “bağzı” tarihçilerin sokağı kapmasına henüz vakit var. Nitekim şimdiye dek o ya da bu biçimde hissettirildikleri aidiyetlerini bir kenara bırakarak bir şeyin içinde bir araya gelmeyi deniyor insanlar. Temsiliyetlerini aidiyetlerinde değil bizzat kendi özneliklerinde buluyorlar. Eskinin tekrarı olan içten pazarlıklı politikacılar yerine yeni bir siyaset yapma biçimi arıyorlar.

Yer yer sanatsal, hemen her zaman şiirsel ve tümüyle romantik olan bu buluşmalar kendileri için bir tarih yazmanın sırlarını keşfetmeye çalışıyorlar.

Rancière özellikle Tarihin Adları’nda buradaki duygunun altını çok isabetli bir biçimde çiziyor. Tarihi tarih yapan şeyi, “anlatı” olması, “romantik” ya da “edebi” olması engellemez; Napolyon’un arkasında duran kimliği belirlenemeyenlerin eylemleri ve sözcüklerini bulup çıkarmak bilimsel ve siyasal bir görevdir, diyor. İşte, kimliği belirlenemeyenler bugün parkları dolduruyor, internette yeni buluşma noktaları oluşturuyor, bir arada yaşamanın siyaseten kurgulanmamış yeni bir kültürünü keşfetmeye çalışıyorlar. Şimdinin içine kendi flu imgelerini düşürüyorlar. Tarihi tanıyorlar.

Barış Acar
8 Temmuz 2013
Haberin kaynağı için tıklayınız; kitap.radikal.com.tr