Başka Haber: ‘Sokak özgürlüktür, çıkarsan gerisi gelir’ Nadire Mater

Gazeteci Nadire Mater, 68’de sokaktaydı. Kızı, sinemacı Çiğdem Mater ise geçen bir ay boyunca Gezi Parkı direnişinin içinde yer aldı.

nadiremater

Bugünün hareketini 68’e benzetenler çok. Nerelerde benzeyip nerelerde ayrıştığını Nadire ve Çiğdem Mater ile konuştuk. Altı ana başlığımız vardı: Kürtlerin ve kadınların hareketin içindeki yeri, Kemalizm etkisi, kitlesellik ve toplumu temsil oranı, bu hareketin neye dönüşeceği…

Nadire Mater: 68’de Kürt arkadaşlarımız kendilerine “Doğulu” derdi, biz de tabii. Doğu sorunu vardı, Doğu Devrimci Kültür Ocakları vardı. 1967’de Türkiye İşçi Partisi Doğu mitinglerini düzenlemişti, heyecanla izledik. 1969’da İsmail Beşikçi’nin, başına dert açan Doğu Anadolu’nun Düzeni kitabını altını çize çize okuduk. Kürt sorunu dememiz birkaç yılımızı aldı. Ermeni soykırımını öğrenmemiz ise daha çok zaman aldı.

Çiğdem Mater: Bugünden 80 öncesine baktığımda, Türkiye solunun dört önemli konuyu pek gündeme almadığını düşünüyorum: Kadınların ve eşcinsellerin yok sayılması, Ermeni soykırımının konuşulmamış olması, Kürt meselesinin gündemde olmaması. Bu dört mesele, 80 darbesi sonrasında gelen hareketleri çok büyüttü. Kürt hareketini Gezi direnişinin içinde olmamakla yargılayanların bir kibirden muzdarip olduğunu düşünüyorum. Nasıl 68, 1 Ocak 1968’de başlamadıysa Gezi hareketi de 27 Mayıs akşamı o ağaçların kesilmesiyle başlamadı. Bir ay boyunca memlekette yaşadıklarımız, yıllardır topladıklarımızın ve öğrendiklerimizin bir sonucu. Memleketin en büyük sivil itaatsizlik eylemlerinden biri Cumartesi Anneleri’dir, Gezi Parkı’na 700 metre uzaklıkta. İnsanlar yıllardır HES’ler için mücadele ediyorlar, kentsel dönüşüme karşı mahallelerini korumaya çalışıyorlar. LGBT hareketinden öğrendiklerimiz çok.

‘Emek’i bile kurtarırdık’

Üç yıldır Emek sineması için mücadele ediyorlar. Gezi direnişi 20 gün erken başlamış olsaydı Emek’i kurtarmıştık. Bütün bunlar birbirini tetikledi. Geçmiş deneyimlerden öğrendiklerimizle bir sivil itaatsizlik kültürü geliştirdik.

Kürtlere teşekkür borçlu olduğumuzu düşünüyorum. 30 yıldır hem Kürt kadın hareketinden hem de Kürt hareketinden çok şey öğrendik. Gezi üzerinden bakarsak da, 1 Haziran günü Taksim’den polisin çekilmesini sağlayan o kalabalık kitleyle birlikte dört BDP’li milletvekili vardı: Sırrı Süreyya Önder, Sebahat Tuncel, Levent Tüzel ve Ertuğrul Kürkçü. Parkta 15 gün boyunca durmadan devam eden Kürt halayını da atlamayalım. Kürt hareketi nerede sorusunun cevabı bence bu: Orada.

‘68 isyanın küresel kodu’

N. M.: Gezi Parkı’nı 45 yıl önceye gidip 68 ile değil 30 yıldır süren çözümü daha yeni konuşmaya başladığımız savaşla karşılaştırmalıyız öncelikle. 68 isyanın küresel anlamda kod adı, tamam. Ama, sözgelimi Gezi’de çadırların hoyratça kaldırılmasını konuşurken aklımıza Kürt illerinde 3 bin 500 köy ve mezranın vahşice, yakılarak boşaltılmasını hatırlasak. Keza, 2011 Newroz’unda, Silopi’de kitleye gaz ve tazyikli su ile müdahale edilince, Sabahat Tuncel’in üzerinden sular akarak polisle görüşmesindeki “tokat hadisesi” yaşandığında gaz ve su değil, Tuncel konuşulmuştu. O gün medya ve siyasiler yoluyla polisin şiddetini sorgulamamız değil, Tuncel’e öfkelenmemiz istenmişti.

Ç. M.: O, “Apolitik gençlik ayaklandı” dilinde de bir problem var. Kim apolitik? 30 yıldır süren savaşın Kürt çocukları var ve apolitik filan değiller. Sanırım çok İstanbul merkezli bir yerden bakarak görüyoruz yaşananları. Nişantaşı-Beşiktaş-İstiklal Caddesi eksenindeki bir apolitik kuşaktan söz ediyorsak, bu da kibirli bir bakış. Son üç haftadır en çok kullandığım kelimelerden biri kibir. Şunu da kibirli buluyorum, parktakiler için hep “çocuklar” deniyor. Yaş ortalaması 28 ankete göre. 28 artık öyle genç bir yaş değil. Ayrıca velev ki çocuklar, itiraz hakları yok mu? Bu küçümseme neden?

Ç. M.: Korku eşiğinin aşılması çok kıymetli. Ben orada apolitik olarak tanımlananların, Kenan Evren’i ressam zannettikleri için bunun yaşandığını düşünüyorum. Kürt illerinde son 30 yıldır ne olduğunun çok da farkından olmayan bir kitle var orada. Ve şiddetin ne kadar büyüyebileceğini ve kendilerine karşı ne yapılabileceğini tahmin edemediler. O gün Sebahat Tuncel’in atamadığı tokatta polisin tarafında olan bir kitleyle karşı karşıyayız çoğunlukla. Dolayısıyla insanlar polis şiddetinin kendilerine yönelik olabileceğini göremediler.

N. M.: 68’lerin başlarında , öldürmeler başlayana dek pek korku yoktu. Gösterilerde saldırılar oluyordu ama bugünkü boyutlarda değil. Gözaltına alınır, hemen bırakılırdınız, dahası kızlar sevgilileri gözaltına alındığında, nasılsa bırakılacak ya, üzülmezlerdi. Bizler de, okullardan topluca Kıbrıs mitinglerinde götürülenler hariç, ilk kez sokağa çıkıyorduk. Kitleler için sokak özgürlüktür ama muktedirler için korku. Erdoğan’ın da telaşı bundan. Bir kere sokağa çıktın mı gerisi gelir. Bugün AKP mitinglerine belediye otobüsleriyle götürülenlerin yarın Gezi’dekilerle buluşması pekala mümkün.

‘İstiklal Marşı’yla durdururduk bu gençler polise karşı su içiyor’

Çiğdem Mater yaşananlarla ‘korku eşiğinin’ aşılmasının önemli olduğuna vurgu yaptı. Nadire Mater de Gezi’nin 30 yıllık çatışma süreciyle değerlendirilmesi gerektiği görüşünde.

N. M.: 68’deki yürüyüşlerde Türk bayrağını pek hatırlamıyorum, daha sonra fotoğraflarda tek tük gördüm. Polis saldırınca, daha çok İstanbul’da İstiklal Marşı söyleyenler olurdu. Marş söyleyince polis hazır ola duruyor, sen de kaçıyorsun.

Ç. M.: Şimdi su içme var. Su içene yılan bile dokunmaz diye. Bence epey iyi bir yere gelmişiz.

N. M.: Antiemperyalizm ile sosyalizm arasındaki denge çok önemli, milliyetçiliğe kayma olasılığı her zaman mümkün. 27 Mayıs askeri darbesi sonrası ortamda sol/sosyalist fikirler gelişirken gençlikte askere karşı en azından hayırhah bir tutum vardı. Polise göre asker “tercih” edilirdi. Ankara’da orduevinin önünden geçerken “Ordu gençlik el ele” sloganı atılırdı mesela. Zor bir durumda ordunun kurtarabileceği düşüncesi de vardı. Bugünün gözüyle dönemin terminolojisinin hayli “milliyetçi” olduğunu görürüz. Biz kendimizi dünyalı, enternasyonalist görüyorduk, dolayısıyla “Türklük” de yoktu, sosyalisttik, devrimciydik. 68 hareketinin milliyetçi, ulusalcı, darbeci olarak değerlendirilmesine karşıyım. Öyle idiyse, 1971’de o kadar arkadaşımızı neden kaybettik, o kadar devrimci neden yıllarca hapishanelerde kaldı?

Ç. M.: Gezi Parkı olaylarında orduevlerinin kapısını açtığı söylendi. Ne kadar doğru ne kadar dedikodu emin değilim. Burada böyle bir talep ya da beklenti olması çok problemli. Ben bu beklentinin damarlarımızdan atamadığımız Kemalizm’den kaynaklandığını düşünüyorum. Burada Kemalizm var mı derken şunu sormak lazım: Nerede yok? Sonuçta AKP bunu laikçi ve kendisine karşı bir hareket olarak adlandırırken, AKM’nin üzerinden bütün örgüt flamalarını kaldırıp oraya bir Mustafa Kemal Atatürk resmi ve iki çok büyük Türk bayrağı bıraktı. Parkta çok laikçi var mıydı, muhtemelen vardı. Ama orada önde gelen bir Kemalizm vurgusu yoktu.

‘Bizim için bunun yarısı bile zafere eşdeğerdi’

N. M.: Forumlar beni çok heyecanlandırıyor, çok özgürlükçü bir alan. 68’in en önemli özelliklerinden biri de forumlardı. Forumlardan güzel şeyler çıkacağını ummak istiyorum.. Buradan ne çıkar? Soru sormaya başladın mı arkası gelebilir; isyan sürer. “Bir parti ihtiyacı çıkıyor” deniyor, bir parti çıkacağı anlamına gelmiyor bu. Türkiye’nin ana muhalefetiyle iktidar partisi bu ülkeye dar geliyor. Şu çok önemli: Bu direniş kazandı. “Benim de sözüm var, bu sözü artık söylüyorum” dedi insanlar; “Üstelik bunu tek başıma yapmıyorum. Daha önce hiç görmediğim insanlarla birlikte kitleler olduk ve sesimizi bütün dünyaya duyurduk”. Forumlar sembolik anlamda “Gezi”den mahallelere doğru akıyor.

Ç. M.: Babam (Tayfun Mater) geçenlerde şöyle dedi: ‘Biz bunun yarısını yaptığımızda zafer kazanmış hissediyorduk. Siz niye öyle değilsiniz?’ Hak verdim ona. İnsanlarda hep bir “olmadı” sözü var. Neyin olmasını bekliyorduk da olmadı? Biraz da kazanmışlığın keyfini çıkarmak gerekiyor.

N. M.: İlle 68 ile karşılaştıracaksak, Haziran 1968’de, üniversitelerde işgaller devam ederken Meclis’te genel görüşme açıldığını hatırlatmak isterim. Dönemin Başbakanı Süleyman Demirel bile gençliğin reform talepleri üzerine konuşmuştu. İyileştirmeler de oldu. Bugünün iktidarı anlamamakta ısrarlı gibi.

‘Kadınlar 68’de de, bugün de var, görüp görmemek bakanın problemi’

N. M.: 1968’de sekiz üniversitede 140 bin öğrenci var; yüzde 18’i kadın, 82’si erkek. Dolayısıyla kadınların katılımı da bu oranda. Kadınlar vardı ama birkaç istisna dışında karar mekanizmalarında yoktuk. Ne biz olmayı akıl ettik, ne de erkekler doğal olarak. Aslında, sonrasında tarih yazılırken kadınlar görünmez kılındı; sadece Türkiye’de değil, dünyada da. Kadınların varlığı sıkıyönetim mahkemelerinde net olarak görüldü.

Ç. M.: KONDA’nın Gezi Park’ında yaptığı araştırmaya göre, oradakilerin yüzde 52’si kadın, yüzde 48’si erkekti. Oradaki revirin kurulmasından mutfağa, temizlik organizasyonundan yaşam alanlarının var edilmesine kadar emeği verenlerin büyük çoğunluğu kadınlardı. Sokaklara çıkıp küfürlü sloganları boyalarla silenler kadın hareketiydi. Dolayısıyla kadınlar var ve seslerini bir şekilde çıkarıyorlar. Onu görüp görmemek bakanın problemi.

‘Bu bir devrimci kalkışma değil, bir halk ayaklanması’

N. M.: 68 bir öğrenci hareketiydi, 68’de üniversitelerin yarısında işgal ya da boykot vardı. “Gezi Direnişi”ne İçişleri Bakanlığı iki buçuk milyon kişinin katıldığını açıkladı. Daha da fazladır üstelik. Aslında Kürt hareketiyle karşılaştırmak daha doğru. Gezi direnişlerindeki çeşitliliği de düşününce daha az ya da daha çok demek çok mümkün değil galiba.

Ç. M.: Herkesin sokağa çıkmasındaki motivasyon başkaydı. Gezi Parkı’na yapılan müdahalenin tabii ki çok etkisi var. Bu bir devrimci kalkışma değil, bir halk ayaklanması demişti bir arkadaşım, katılıyorum. Bu ayaklanma çıktığı gibi sönebilir de, çok daha büyük bir şeye dönüşebilir de.

Röportaj: Zeynep Miraç
Foto: Hüseyin Özdemir
1 Temmuz 2013
Haberin kaynağı için tıklayınız; baskahaber.org