Polisten doktorlara gaz ve dayak – Banu Güven

Taksim’de 5 Haziran sabahının ilk saatlerinde konuştuğumuz gönüllü doktorlar, polisin kendilerine yönelik müdahalelerinin işlerini nasıl zorlaştırdığını anlattılar. Asılsız ihbarlarla sivil polis tarafından dayak yiyenler de var.

cami

Fotoğraf: Ahmet Şık

Taksim’de salı gece yarısından sonra yayılan gazın ardından, meydanda bulunan bir ilk müdahale alanına gidiyorum. Burada genç doktorlar, hasta bakıcılar, ilk yardımcılar cansiperane şekilde çalışıyor. Gazın ardından iki üç dakikada bir hasta geliyor. Bazen kucakta, bazen sedyede. İçeriye beş altı kişinin kollarında, panik içinde taşınanlardan birinin bir kadın sağlık görevlisi olduğunu görüyorum. Daha önce biri daha getirilmiş. Onlarla ne koşullar altında çalıştıklarını ve nelerle karşılaştıklarını konuşmalıyım. Ortalık biraz durulduğunda içeriye alınıyorum.

Herkesin sesi kısık. Herkes çok yorgun, ama hiç şikayet etmiyor. Arı gibi çalışıyorlar. Birbirlerine ‘‘Hadi sen git, dinlen biraz’’ diyorlar. Ama herkes ‘‘biraz daha’’ kalıyor…

Burada çalışan sağlık ekibinin koordinasyonunu, idaresini, güvenliğini üstlenen iki genç adamla konuşuyorum önce. İkisi de güvenlik uzmanı, ama sahadaki sağlık personelinin güvenliğini sağlamanın hiç kolay olmadığını anlatıyorlar. Polis ilk yardım yapmaya ve hastaları taşımaya çalışan sağlık ekiplerine müdahale ediyor. Bazen sivil polisler çıkıyor karşılarına, bazen küfrederek gaz bombasını doğrudan üzerlerine yollayan çevik kuvvet.

Beyaz önlüklüler nasıl hedef oluyor?

Balkan anlatıyor: ‘‘Bu arkadaşların doktor olduğu her hallerinden belliyken, polisin elindeki mühhimmatla, gaz bombalarıyla onları hedef aldığını gördük. Bazen 20 metre 30 metre mesafe kalıyor arada. Sağlık ekibi ‘Yapmayın, doktorum’ demesine rağmen, hedef gözeterek sıkıyorlar.’’

‘‘Mesela Gümüşsuyu’nda parkın başlangıç noktasında polis arkadaşlara, doktor olduklarını söylemelerine rağmen müdahale ediyor. Biliyorsunuz, gaz bombalarının havaya sıkılması lazım, polis artık doğrudan insanların üzerine sıkıyor. Ağza alınmayacak küfürler ediliyor polisler tarafından.’’

‘‘Önceki akşam Beşiktaş’taki bir ilkyardım noktasına bir yaralı soktuk. Müdahale ediyoruz. ‘Burada yaralı var, gelmeyin’ diyoruz, bize ana avrat küfrederek altı – yedi tane el bombası attılar. Spor Caddesi (Süleyman Seba Caddesi) üzerindeydik. İTÜ’ye gelmeden.’’

‘‘Altı kadar müdahaleyle karşılaştım. Üzerimizde beyaz önlükler olmasına rağmen yapıyorlar bunu.’’

‘‘Eylemciler için de durum şöyle: Gazı yediniz, düştüyseniz durumunuz daha fena. Darp, tekme hepsi geliyor. Buraya mesela öyle durumda kaç kadın eylemci geldi. Elinizi havaya kaldırın, alnınızın ortasına yersiniz.’’

Garip kimyasallar

‘‘Çok garip gazlar, kimyasallar kullanıyorlar. Bu bize dün gelen bir vaka. Genç bir erkek. Bacaklarını sıyırarak kot pantolonunun üzerinden bir cisim geçiyor. Hafif bir ısı hissediyor ama, önce hiç acı hissetmiyor. İki saat sonra hafif karıncalanma üzerine pantolonunu indirdiğinde, bu tabloyla karşılaşıyor. Tabipler Birliği bunun ne olduğunu anlamaya çalışıyor.’’

Derken genç bir doktor revire giriyor ve arkadaşlarına sitem ediyor: ‘‘Neden bırakıp gittiniz beni? Beni sivil polis zannettiler, saldıracaklardı.’’

‘‘Nasıl olur, üzerinizde önlüğünüz var ama’’ dediğimde, ‘‘Farketmiyor, siviller (polisleri kastediyor), o kadar çok kılık değiştiriyorlar ki, tanıyamıyorsunuz.’’

Koordinatörler anlatmaya devam ediyor: ‘‘Bakın ne yapıyorlar? Arkadaşları ‘‘Doktor!’’ diye bağırarak çağırıyorlar, sonra üç beş sivil polis karşılayıp döverek geri gönderiyorlar. Aşağıda yaralı var diyorlar, tekme tokat dayak atıp gönderiyorlar. Mesela bir sivil polis yaralı numarası yapıyor. Bir tanesi arkadaşı numarası yapıyor sonra dayak… Aşağıya 100 çevik kuvvet geliyorsa, üçte biri kadar da sivil polis geliyor.’’

‘‘Biz doktorlarımızı güvenliksiz aşağıya göndermiyoruz. Buradan ‘‘Doktor!’’ diye bağıran kimseye doktoru göndermiyoruz, ‘Hastayı buraya getirin’ diyoruz.’’

‘’Arada tantanacılar dedikleri tipler var. Arkadaşlarımızı kuytu bölgelere çekiyorlar. Mesela Gümüşsuyu’ndan aşağıya inişte çalılıkların orada ya da merdivenlerde mesela. Bu akşam Balkan’la yaşadık. İTÜ’nün orada üç beş polis çalılıklara girmişti, marketin tam karşısında. Biz kalabalık bir grup olarak gelince, çalının içinden çıkıp kaçtılar.’’

İlk yardımcıya sivil dayağı, gaz bombası

Sivil polis olduğunu düşündükleri şahısların tuzağına düşenlerden biri de lise öğrencisi, gönüllü ilk yardım görevlisi Nilfem olmuş. İki saat kadar önce kucakta buraya taşınmış. Şimdi biraz kendine gelmiş. Başına ne geldiğini anlatıyor.

‘‘Ben sadece pansuman yapabiliyorum. Aşağıya doktor çağırıyorlardı. Gümüşsuyu’ndan aşağıya doğru koştuğumda Opera Oteli’nin orada merdivenlerde birden sırtıma tekme yedim. Sonra üzerime birileri gelmeye başladı zaten. Birinin elinden birşey attığını gördüm, gaz gelmeye başladı. Beyaz önlüklü biri vardı, elinde bulaşık eldiveni gibi yeşil kalın bir eldiven vardı. Üzerinde doktor önlüğü olduğuna eminim.’’

Nilfem’in anlattıkları daha önce farklı sağlık görevlilerinin anlattıklarını doğruluyor. Liseli ilk yardım gönüllüsü devam ediyor:

‘‘Dün saat dört buçuk civarı ‘Hasta var’ dediler. Aşağıya doğru koşmaya başladık. Biz iniyoruz, hasta yok… ‘Hasta nerede, hasta nerede?’ diye soruyoruz, ‘Aşağıdaymış’ diyorlar. Sonunda en aşağıya kadar indik. En son arkamı döndüm, ‘Hasta nerede?’ dedim. Önüme gaz bombası düştü, tekme attım uzaklaştırdım, sonra dört tane daha geldi. Sadece bizim ekipten 6 kişi bayıldı. Oradaki eylemciler bizi yukarıya çıkardı. Aşağıda yaralı falan hiç yokmuş, tamamen bizi oraya çekmek için uydurulmuş yani.’’

Konuştuğum hekimlerin hepsi polisin işlerini yapmayı engellediğini ve çoğunlukla mobil sağlık ekiplerinin sıkıntıyla karşılaştıklarını anlatıyor. Ama revirlerde çalışmak da hiç kolay olmuyor. Biraz önce gelen hastalara müdahalede bulunan Doktor Duygu, Doktor Barış ve Doktor Mehmet ile konuşuyoruz.

Gümüşsuyu’nda iki reviri kaçarak terketmek zorunda kaldık

Doktor Mehmet: ‘‘Biz bugün Gümüşsuyu’nda iki reviri, gaz bombaları nedeniyle kaçarak terketmek zorunda kaldık. Bir sürü malzememiz orada kaldı. Ne toplayabildiysek öyle kaçtık. İçerisi de gazla dolduğu için hastaların durumu daha kötüye gidiyordu. Dışarıya çıksak da başka türlü zor.’’

Doktor Barış devam ediyor: ‘‘Dolmabahçe’deydik. Caminin avlusuna gaz bombası atınca nefes alamayanlar oldu. İki hastayı ben gördüm, zar zor damar yollarını açarak kortizon iğneleri yaparak kendine getirdik. Bir kişinin parmağında kopuk vardı, büyük ihtimalle iyileşemeyecektir onun tendonlar. Gazdan insanlara yardımcı olmak için bile çıkamadık dışarıya.’’

Hipokrat Yemini ettik biz!

‘‘Ortada hukuken bir suç var. Sağlık hizmeti veren hekimlere, hastabakıcılara, ilk yardım görevlilerine, tıp uzmanlarına polisin bire bir müdahaleye kalkışması. Biz Hipokrat yemini ettiysek, bu işi yapmak bizim doğal hakkımız ve görevimiz. Asıl işin etik olmayan yanı, insanlara sağlık hizmeti veren sağlık çalışanlarının işlerinin zorlaştırılması. En üzücü noktası bu işin. Sürekli ‘‘Polis burayı gelip basacak’’ gibi tehditler geliyor. Revirden de çıkıp gittiğimizde, ‘‘Hasta var’’ diye çağırıldığımızda da sivil polisle karşılaşabiliyoruz.
Genç arkadaşlara da ‘Sakın herhangi bir yere tek başınıza gitmeyin’ diyoruz.’’

Doktor Duygu da ilkyardım noktasına kadar giren ‘‘kim olduğu belirsiz kişilerle’’ karşılaşmış:

‘‘Doktor olduğunu söyleyen iki kişiyle karşılaştık. Ama birkaç tıbbi şey sorduk. Bilemediler. Bu arada biri yabancı bir gazeteciyle konuşmuştu bile, beş dakika sonra kendisi gitti zaten. ‘‘Kardiyologum’’ dedi, ama nabza bile bakmayı bilmeyen bir tipti. Diğeri ‘‘Psikiyatristim’’ dedi, en temel şeyleri bile bilmiyordu. Buradan çıkarttım mecburen. Aramıza böyle de giriyorlar. Artık kayıtları çok daha sıkı tutmaya başladık.’’

Bu arada Doktor Barış, meslektaşına takılıyor: ‘‘Ama öyle kazık sorular soruyor ki, ben bile bilemedim vallahi.’’

Sabah 6‘da Atatürk Kütüphanesi’nin altındaki barikattan gelen ‘‘Doktor!’’ çağrısına cevap vermek için koşturan genç tıp öğrencileri var yine. Ortalık yatıştıktan sonra konuşuyoruz. Biri önceki gece Dolmabahçe tarafında polisin bir meslektaşını doğrudan hedef aldığını, gaz bombasının genç öğrencinin karın bölgesine geldiğini, ama ciddi şekilde yaralamadığını anlatıyor. Aynı hikaye: ‘‘Durun dedik, dinlemediler.’’

Taksim’deki ilk yardım noktasından ayrılırken hekimler şunu söylüyorlar. ‘‘Tek isteğimiz şu: Bizim görevimiz hayat kurtarmak, bırakın yapalım. Bizi üniversiteden Hipokrat Yemini ettirmeden mezun etmediler, ona uygun davransınlar yani.’’

Banu Güven
5 Haziran 2013
Haberin kaynağı için tıklayınız; banuguven.com