Radikal: Gezi-Taksim Direnişi’ni okuyoruz – Semih Gümüş

Gezi Direnişi antikapitalist bir hareket midir? Bir özgürlük ve demokrasi hareketi olduğu düşünülürse, topyekûn bir antikapitalist harekete dönüşmesi için bir adım atması yeterlidir.

Protests in Istanbul

İki gerçekliği birden ve bir arada yaşıyoruz. Hayatın içinden çıkıp önümüze gelen somut gerçeklik ile kitapların içinden çıkıp düşüncemizin içinden geçen soyut gerçeklik arasındaki ilişki, bugünün gerçekliğinin nerede oluşup nerede aranması gerektiğini gösteriyor. Somut hayat sert, acımasız, yenilmesi zor; çünkü ekmek aslanın ağzında, iyi eğitimli ve nitelikli insanlar işsiz; bütün demokrasilerde polis örgütü açık ve gizli şiddet aygıtı olarak insanlara soluk aldırmamaya koşullanmış; devlet ve siyaset kurumu değişimin karşısında devasa bir baraj konumunda; demokrasi, seçim yalanına dayalı bir afyon olmaktan ileri gidemiyor.

Günümüzde bunlarla birlikte yaşamak zorlaştı. Temiz siyaset, doğası gereği boş bir totoloji. Otoriter, merkeziyetçi ve askercil siyaset, hayatın içinde bulunduğu her alanda kendi iktidarını dayattığı için gözden düşmüş durumda. Türkiye’deki sosyalist ve devrimci parti ve hareketlerin büyük çoğunluğu da kendilerini kayıtsız koşulsuz bu eskil anlayışa göre ortaya koymuyor mu? Peki o zaman kendilerinden başkasını niçin ilgilendirsinler. Kendilerinden, üyeleri ve sempatizanlarından oluşan binde birlik bir çevrenin dışına yayılamadan sönümlenen etkileriyle yaşamayı nasıl sürdürüyorlar. Daraldıkça militanlaşarak, eşyanın tabiatı gereği. İktidar amacı yüzünden karşıtlarıyla birlikte bulundukları düzlemden ayrılmadan.

Dolayısıyla Gezi-Taksim Direnişi’nin yaratıcısı, tetikleyicisi, biricikliği kuşkusuz olan asıl kitle, öncü rolünden vazgeçmeyen siyasal partilere ne gereksinim duydu, ne de onlarla kalıcı paydalar oluşturdu. Bunu günümüzün bir gerçekliği olarak almak gerekiyor. Geçmişte olmadı, bugün ortaya çıktı. Geçmişin mücadele kültürü içinde başarılı olamazdı, düşünülmedi bile, oysa bugün sonuç alabilecek nitelikte. Yerel değil, dünyanın bir ucundan öbür ucuna, her yerde patlak verebilecek bir doğası var artık.

Seattle’da ortaya çıkan enerji
Gezi-Taksim Direnişi’nin başlangıcı Seattle’a (1999) mı dayanıyor? Bana kalırsa, ilkörneği orada yaşandı. Bu arada toplumsal hareketlerin yalnızca siyasal kalkışmalar içinden çıkmadığını gösteren 1968 de onun miladı sayılır. Ama 1968’den sonra dünya da çok değişti, toplumsal hareketlerin niteliği de. Siyasal olan her şeyi kendi anaforu içine aldı.

Seattle ile birlikte, birbirinden çok farklı hareketlerin, anlayışların, oluşumların bir araya gelerek nasıl bir büyük nehir oluşturabileceği görüldü. Dünyanın bir ucunda başlayan hareketin öbür ucunu kaldırabileceği. O zaman gökkuşağı koalisyonu dendi bu hareketin adına. Her rengin bir araya gelerek yarattığı bileşim. Gezi-Taksim Direnişi de bu başlangıç özelliklerine tam anlamıyla sahip bir gökkuşağı koalisyonu oluşturdu. Küresel taleplerden çıkmadı, Gezi Parkı tam buradaydı ama onun talepleri Seattle’da, Sao Paulo’da dile getirilenlerden çok farklı değil. Yaşanası bir dünya ve hayatımıza karışma! Seattle’da sosyal medya yoktu. Bugün bu tür hareketler, Baudrillard’ın hipergerçeğini de aşan medya pervasızlığı yüzünden, gerçek ve kırılması olanaksız bir iletişim ağı yarattı. Sanal dünya terimi sosyal medyanın toplumsal hareketlerdeki rolünü artık pek açıklamıyor. Sosyal medya öylesine somut bir dünya içinde deviniyor ki, onun dolaşıma soktuğu gerçekliği tenimizde hissediyoruz. Biz yaratıyoruz onu.

Sosyal medyada iktidar olmaz. Gezi-Taksim Direnişi’nde de iktidar yoktu. Sosyalist ve devrimci partilerin ve hareketlerin ne öne çıkma olanağı oldu, ne de istendi bu. Davranışı radikalleşen, söylemi siyasallaşan, sokak çatışmalarında kısasa kısas konumlar alan bir mücadele biçiminin, Gezi-Taksim Direnişi’nin sivil ve barışçı eyleminden daha olumlu olamayacağını hemen herkes anlamış durumda.

Nasıl bir barışçı direniş bu? Acımasızca şiddet uygulayan polise hiçbir şey atılmamasını binlerce kişi ortaklaşa bağırıyor, duranadam gibi sonuna dek pasif eylem biçimleri geliştiriliyor, topluca kitap okunuyor, dileyen herkesin konuşabildiği forumlar düzenleniyor, konserler veriliyor, şarkılar söyleniyor, zıplanıyor, gaz bombalarıyla alay ediliyor. Karşıtları için aslında çok acayip de, bunu itiraf edemiyorlar. Topluca stadyuma toplayıp insanları kurşunlamaya kalkışan bir rejiminiz yoksa, direnişi eğlenceye dönüştüren ve siyasal amaçlar yerine günlük hayatını dilediği gibi yaşamayı yücelten gençliği hangi güçle yenebilirsiniz? Denedikçe yenilginizi büyütürsünüz.

Direniş’in, doğası gereği siyasal örgütleri uzak durmaya zorlaması nasıl değerlendirilmeli? Kuşkusuz olumlu. Sosyalist ve devrimci parti ve örgütlerin Direniş’in kitleselliği içinde eriyerek bulunması, fazladan yapılacak hangi katkıyı eksik bırakmış olabilir? Bundan endişesi olan düşünebilir. Sokakların savunulması sırasında, pasif direnişin gücünü kıracak sert çatışmacı bir tutumun öne çıkması, Direniş’e yarardan çok zarar verirdi. Tomalara molotof atmak mı korkutur onları, çıplak ellerle önünde durmak mı! Neyse ki böyle bir sorun pek olmadı. Asılan flamaların neden sonra indirilmesi de olumluydu. Asıl olan kitlenin doğal bir parçası olarak katılmaktı, öyle de oldu.

Siyasal olmayan taleplerin gücü
Bu anlayış bir önderliği, örgütlülüğü, hiyerarşisi olmayan Direniş’in varoluş biçiminin korunması için de önemliydi. Aslında bu yüzden, başlangıçtaki dört temel talep arasında bulunan, gözaltındakilerin serbest bırakılması ile sorumlu valilerin ve emniyet müdürlerinin istifaları ve haklarında soruşturma açılması istekleri boşlukta kaldı. Çünkü bu ikisi siyasal taleplerdi, hükümetle siyasal görüşmelerin konusu olabilirdi. Sonunda da boşlukta asılı kalmayı sürdüren iki talep olarak kalmadı mı?

Oysa Gezi Parkı’nın park olarak kalması ve alanların demokratik kitle gösterilerine açılması istekleri, doğal, demokratik, şehir kültürünün vazgeçilmez talepleri olarak Direniş’in bayrağında yazılıdır. Buradan bir adım öteye atmak da olasıdır elbette. Ethem Sarısülük’ün katili olarak görünen polisin salıverilmesine karşı büyüyen tepkinin örgütlenmesinden daha haklı bir duruş olamaz.

Bütün sorunların kaynağında kapitalizmin olduğunu düşünenler, Seattle’da ateşlenen küreselleşme karşıtı antikapitalist hareketin oluşma biçimini, yaşadığı süreci, sonuçlarını değerlendirebilir. Gezi Direnişi antikapitalist bir hareket midir? Bu aşamada ona bu niteliği vermek zorlama olur. Ama bir özgürlük ve demokrasi hareketi olduğu da düşünülürse, topyekûn bir antikapitalist harekete dönüşmesi için bir adım atması yeterlidir.

Seattle’dan sonra Washington, Prag, Cenova ve pek çok Latin Amerika ülkesinde baş gösteren yığınsal hareketlerin nedenleri neyse, o nedenler Gezi-Taksim Direnişi’nin ruhunda da var. Şehirli genç aydınlar, eğitimli, dünyaya açık, hoşgörülü, esnek, kalıpları reddeden genç yığınlar, kendilerini tehdit eden durumların bu siyasal ve ekonomik düzenden geldiğini bilmektedir. Yeni bir siyasal ve ekonomik düzen isteği, iktidar isteğinden de bağımsız olarak milyonları birbirine bağlayabilir.

Gezi-Taksim Direnişi üstüne şimdi çok yazılıyor, çok tartışma yapılıyor. Bunun büyük bir zenginlik yarattığı kuşkusuz. Az rastlanır bir düşünce üretimi içinde bulunuyoruz. Sanırım benzer deneyimlerden çıkan kitapları okumak da önemli. Ben şu kitaplara bir kez daha baktım. Meraklılarına öneririm:

Toplumsal Hareketler-Tarih, Teori ve Deneyim (İletişim)
John Holloway, İktidar Olmadan Dünyayı Değiştirmek (İletişim)
Fredric Jameson, Ütopya Denen Arzu (Metis Kitap)
Zygmunt Bauman, Siyaset Arayışı (Metis)
Simon Critchley, Sonsuz Talep (Metis)
Tony Judt, Kötülük Kol Gezerken (Yapı Kredi)
Marshall Berman’ın, Katı Olan Her Şey Buharlaşıyor (İletişim)

Semih Gümüş
28 Haziran 2013
Kaynak; radikal.com.tr