Taksim Gezi Parkı bugün itibarıyla, çatışma ile geçen gün sayısından daha uzun bir süreyi özgürlük içinde geçirmiş bulunuyor. Üniformalı tek bir polisin devriyesine konu olmadan parkta yaşamı her gün daha fazla kendi elleriyle düzenliyor. İstatistik uydurmaktan korkmadan; hırsızlık ve kavga gibi, normal şartlarda polisi ilk akla getirebilecek vakalara tanık olmadan geçirdiği sayılı günleri yaşadığı söylenebilir… Birtakım suçların işlenmediği gelmesin ama aklınıza. Duvarlara ve yerlere durmaksızın yazılar yazılıyor mesela, öyle ki sprey boya fiyatları arz-talep gereği 5’ten 10’a fırladı. Polis, arkasına bakmadan alanı terk ederken arkasında unuttuğu barikatlar; direniş barikatı yapımından, direnişçilerin yemek ve su ihtiyaçları için toplanan yardımların yığıldığı merkezlerin çevrelenmesine kadar pek çok amaç dışı işte kullanılabiliyor.
Zabıtaların kovalamaya doyamayacağı sayıda yiyecek tezgahı var sonra. Yiyeceğin yanı sıra satışında patlama yaşanan, direniş aksesuarı tezgahları da revaçta, V For Vendetta filminden hatırlayacağınız maskeler gibi. Su ve gaz maskesi satışı ise kırılmış, çünkü İstanbul’un dört bir yanından gelen yardımlar sayesinde onlar ücretsiz olarak dağıtılıyor. Malların bir kısmı esnafının elinde kalmış olsa da karpuz henüz yardımla gelmediğinden satıcısı hâlâ memnun. Anlayacağınız, ihtiyaç duyulan malzemeleri bedava dağıtan komünarlarla, aynı malzemelerden para kazanmak arzusunda olan esnaf arasında haksız bir rekabete de sahne oluyor Gezi Parkı. Kafasına göre parkın çeşitli yerlerine kütüphaneler kuran mı dersiniz, ağaca hamak gerip yatan mı, çimlere basan mı dersiniz, yüksek sesle müzik yayını yapan mı?
SU SAVAŞI DEĞİL DAYANIŞMA
Yardımlaşma ve dayanışmadan boğulacak hale gelebilir mi insan? Saçma bir soru gibi geliyor ama inanın Gezi Parkı’nda yaşam bir süredir böyle bir riski barındırıyor. Elinize su tutuşturmaya çalışan liseli delikanlıdan kurtulduğunuzu sanırken karşınıza tek bir kişinin karnını doyurmak için, elindeki tek bir simitle parkı turlayan genç kız çıkıyor. Cumartesi akşamından bu yana Gezi Parkı’nı hedef alan bir gazlı müdahale yok ama zaman zaman Dolmabahçe’den rüzgar marifetiyle parka ulaşan gazla yaşaran gözünüze dört bir taraftan solüsyonlu spreyler sıkılıyor. Siz de, size sıkana anlayacağı dilden bir yanıt verip, bu münasebetin bir su savaşına dönüşme ihtimaline bir tık kala solüsyonlu silahınızı belinize geri takıyorsunuz. Gazdan kaçmaya çalışırken çarptığı taze yoldaşına “kusura bakma” demeyi ihmal etmeyen bir çatışma sürecinin ardından gelen bu soluklanmada yılların dayanışma yoksunluğunun doya doya cılkını çıkarıyor Gezi Parkı ahalisi.
Taksim Gezi Parkı, özellikle gündüzleri bir Açık Hava Direniş Müzesi adeta. Direnişe elleri boş gelmeyen günü birlik ziyaretçiler, duvar yazılarının, barikatların, yanmış otobüslerin önünde direniş hatırası çektirmeden dönmüyorlar evlerine.
Arı gibi çalışan komünarların yepyeni bir yaşam örgütledikleri Gezi Parkı, yiyecekten sağlık malzemesine her gün yeni ve daha büyük sorunları dert edip çözmeye çalışıyor, direnişini büyütüyor, yapılandırıyor. “Allah başka keder vermesin” kabilinden uğraşlar anlayacağınız…
Abarttığımızı düşünmeyin diye direnişin “kıyısından” röportajlar yaptık, “merkezini” siz seve seve hayal edesiniz diye.
11 AYLIK LEVİN SOLÜSYONLU DAMLALIĞI İLE TAKSİM’DE
Hakan Erken bir prodüksiyon firmasında saha yöneticisi olarak çalışıyor. Eşi Hilal Erken ise “artık” bir ev hanımı, Levin’i büyütmek için işten ayrılmış. Hakan Erken pazar akşamı dışında her gün uğramış direnişe. Bir ara Dolmabahçe’ye gitme girişimleri de olmuş fakat, “yememiş”. Bugünkü ziyareti ise diğerlerinden çok daha özel, eşi ve 11 aylık kızı Levin de yanında. Levin’i getirme sebebi, yaşı yetmese de onun da kendine göre bu alanı algılayabileceğine inanması. “Bu renkliliği alsın istedim” diyor, zaten Levin renk demekmiş, bir Karacaoğlan şiirinde geçiyormuş. 11 aylık kızlarını adı direniş olan bir alana korkmadan getirme sebebini, “Kedi ve köpekler için her köşe başına mama bırakan bir kitleye güvenim tam” sözleriyle açıklıyor. Bir gün önce Beşiktaş’a giderken biber gazı yiyince yere düşmüş, “Kendi başınıza kalkmıyorsunuz, mutlaka birileri tutup kaldırıyor sizi, mutlaka birileri solüsyon sıkıyor, otobüslerin, evlerin kapıları açılıyor”.
Kitleye değil ama polise güvenmeyen baba, gerekirse kızının gözlerine uygulamak üzere, meşhur antigaz solüsyonunu damlalığa koymuş. Levin, ne işe yaradığını bilmediği damlalığı evirip çeviriyor. “Kızımın özgürce yaşayabilmesi için buradayım” diyen baba, bu hareketin bir hükümet değişikliğine yol açabileceğine inanmıyor ama şimdiden kazandıklarını düşünüyor, “Çünkü halk, gücünü fark etti”.
“Aslında bu eylem daha da büyürdü ama insanların hâlâ haberi yok” diyor Hilal Erken. Ordu Mesudiye’den bir arkadaşı “Bu PKK’nın işi mi?” diye sormuş telefonda çünkü. Medyanın tavrına tepki gösteriyor, “Aradığınızda telefona çıkmıyorlar, bu büyük terbiyesizlik” diyor. Beş gündür kızına bakmak durumunda olduğu için eyleme gelememenin sıkıntısını yaşayan anne, yemek hazırlayıp eşiyle yollamış ama gençler dayak yerken kendisi doğru dürüst bir şey yiyememiş bu süre içinde. Hilal Erken’in, güldürürken ağlatan özeleştirisini de aktarmadan etmeyelim, “Sürekli yeni kuşak gençlerin vurdumduymazlığından şikayet ediyorduk, bizi utandırdılar.”
‘AVM YAPILSA ADIM ATMAYIZ’
Tuğçe Şahin 21, Burçin Karadelen 24 yaşında. İkisi de daha önce hiç eyleme katılmamış. Bu eylemsizlik halinden hızlı bir dönüş yaparak, işlerinden istifa edip soluğu Gezi Parkı’nda almışlar.
Tuğçe’nin istifası Burçin’den farklı olarak siyasi, patronu AKP’liymiş zira. Daha önce hiçbir eyleme katılmamasının nedenini “Çünkü halk bu kadar fazla ayaklanmamıştı”, şimdi neden katıldığının cevabını ise aynı minvalde, “Şuraya baksanıza, buraya katılınmaz mı?” diye yanıtlıyor.
Burçin aynı soruyu “direnmek için” şeklinde kestirip atıyor. “Bu eylem nasıl sonuçlansın” sorusunu başta anlamayan ikiliden, önce “Neden bitsin ki?” cevabını alıyoruz. “Sonsuza kadar süremez ki” düzeltmemizin ardından, “AVM yapılmasın” diye yanıtlıyorlar.
AVM’lerden sık sık alışveriş yapmalarına rağmen “Burada yapılsa ayağımızı bile atmayız, başka yer mi kalmadı, neden burası?” diyorlar.
“Alanda rahatsız olduğunuz bir konu var mı?” sorumuz yine önce yanlış anlaşılıp, “polis” diye yanıtlanıyor. Gece de alanda kalmak isteyen iki arkadaşın önlerindeki engel AKP’li patrondan daha caydırıcı; aileleri.
BABA KÖFTE TEZGAHINDA ÇOCUKLAR DİRENİŞTE
Akif Bey alana yeni gelenlerin yaşadığı “Gaz bombası mı atıldı?” şaşkınlığı yaşamalarının müsebbiplerinden. Kendisi köfteci ve birkaç gündür gaz değil, köfte dumanı yükseliyor Taksim’den. Karslı olan Akif Bey, 5-6 senedir köftecilik yapıyor. 2 gündür ise Gezi Parkı’nda. Asıl mekanı Taksim değilmiş. “Ortam güzel” diyor kısaca. Kale çizgisine paralel muz gibi orta kesiyoruz, “İki gündür köfte sattığınız insanlar sizce çapulcu mu?”, bir yandan köfte sıkarak aynı şıklıkla gelişine vuruyor topa, “Ben hiç çapulcu görmedim, hakkını arayan neden çapulcu olsun!” Eşi ve çocuklarının da burada olduğunu söyleyince, onların da ticari faaliyette olduklarını sanıyoruz, oysa baba köfte satarken ailenin diğer üyeleri direniyormuş. Cevabını artık bildiğimiz bir sorunun gerekçesini sorduğumuzda, “AVM zenginler içindir, burası ise bizim yuvamız, ağaçlar bizim” yanıtını alıyoruz.
BURASI EVİMİZ OLDU BIRAKAMIYORUZ
Kemal Erdem öğrenci, bir yandan da parttaym turizm işi yapıyor. Nişantaşı’da yaşayan Kemal, şehir dışından dört gün önce gelmiş. Gelir gelmez de mahalledeki arkadaşları ile birlikte esnaftan topladıkları paralarla 100 lahmacun ve ayran getirmişler parka. Röportaj yaptığımız günün menüsünde pizza ve mahalleden Özgen ablalarının kekleri vardı. Yemek desteği ile kalmayıp Redhack’in duyurduğu, revirdeki klima sorununun çözülmesine de ön ayak olmuşlar. Nişantaşı’da bir kafeye takılan 10-15 civarı genç her gün bir araya gelip tavla artı bira gibi sosyal içerikli faaliyetlerde bulunuyorlarmış. “İlk defa Gezi Parkı’nda böyle bir eylemimiz oldu, her gün işten koşa koşa çıkıp buraya gelmek için can atıyoruz” diyor Kemal. Gece yine parkta kalıp ertesi sabah tekrar işe dönüyorlar ekipçe. Esnafın yanı sıra kafeye gelen müşterilerden de yardım için para toplayan gençlerden Kemal, “Parktaki yaşamla ilgili neler hissediyorsun” sorusunu, “Daha önce tatmadığım bir duygu. Burası evimiz oldu, bırakamıyoruz” sözleriyle yanıtlıyor. Fotoğraf çekeceğimizi söylediğimizde, puşisini takmak için izin istiyor.
Devrim Acaroğlu
5 Haziran 2013
Haberin kaynağı için tıklayınız; evrensel.net