BirGün: Direniş Kumbarası – Hayri Kozanoğlu

16’sı sabahı sadece gazeteme olan sorumluluğumu yerine getirmenin çabası içindeyim. Yoksa, Türkiye’yi sarsan bu günlerde,okuyucuların “eylem güzeli” olmasını daha anlamlı bulanlardanım. Sahada top koşuşturanların deparı kesip, orta yaşlı spikerden maçın yorumunu dinlemelerini beklemek doğru ve gerçekçi değil. Yazıya oturmadan niyetlendiğim, “direnişin ekonomi politiği”, “faiz lobisi” gibi temalar da şu aşamada oldukça absürt kaçıyor.

Tüm bu nedenlerle Gezi Parkı’nda başlayan büyük direnişin bazı kazanımlarını zimmetlemekte yarar olabilir. Özellikle 15 Haziran kritik virajının dağılmadan, yıkılmadan, moral üstünlük kaybedilmeden aşılması hanemize yazılacak en büyük artı sayılabilir. Doğaldır ki geçmişten geleceğe uzanan yolu aydınlatabilmek için önümüzdeki günlerde eksiklerimizi, gediklerimizi, açmazlarımızı, ikilemlerimizi de masaya yatırabilmeliyiz. Ama şimdi gelin biriktirdiklerimize bir göz atalım:

Önümüzde hala kazanılacak bir dünya bulunsa da, özellikle gençlerin damağında ısırık atılan bir baklava lezzeti kaldı. Bu ülkede 12 Eylül’den beri hasreti çekilen iyimserlik meltemi esmeye başladı. Bu süreçte her birimizin belki de gelecek nesillere aktaracağı bir hikayesi oldu. Milyonlarca kişi Gezi’yi tavaf etti; daha fazlası tüm Türkiye’de meydanları, sokakları doldurdu. 19 Ağustos depreminde doğal felaket sonucu yakalanan yurttaşlık bilinci, RTE sayesinde avdet etti.

Henüz nakavt edilmese de, Tayyip Erdoğan rejimi afalladı, dik durma fiyakası atarken iki kez (31 Mayıs ve 15 Haziran) kroki duruma düştü, ancak hakemin saymasıyla kendine geldi. “Tek lider”, “adam gibi adam” sloganlarının taponluğu halkın kolektif mizah şaheserleri karşısında iyice sırıttı. “Camide içki içtiler”, “uygunsuz vaziyette yakalandılar” gibi martavallar, çaresizliğin tezahürleri olarak RTE’nin inandırıcılığını iyice azalttı.

Yeni kesimler, yeni nesiller, kendini “ben apolitiğim” diye tanıtanlar bile siyasetle tanıştı. Özgün dilleri, söylemleri, sosyal medya becerileri, farklı ufuklarıyla bu aktörler “kolektif halk hareketine” büyük dinamizm taşıdı.Solun yıllardır uzanamadığı üniversiteli,mahalleli gençler iki haftada acar militan kesildi.

Siyasetin kıyısına düşmüş, örgütlü siyasi yapıların çeşitli nedenlerle dışında durmayı tercih etmiş, ama 78’lerin, 88’lerin birikimini, deneyimini, heyecanını taşıyan “veteran” devrimciler kendilerini yeniden meydanlara attılar. Söz gelimi baro seçimleri, TMMOB kongreleri dışında solculuklarını sık hatırlamayanlar bile, yeni bir heyecanın girdabına kapıldılar.

Örgütlü siyasi, sendikal, toplumsal yapılar çoktan beridir ilk kez böylesi geniş bir kitleye ulaştılar. Halk bizim yanımızda duygusunu 70’lerden sonra tekrar yaşadılar, bunun heyecan ve sorumluluğuyla işlerine dört elle sarıldılar. “Hepimiz marjinaliz” diyebildikleri ölçüde kolektif enerjinin gücünü ve zenginliğini hissettiler.

Bizim kuşaklar yıllarca çocuklarının, kendilerinin, ebeveynlerinin iz düşümü, güncellenmesi gibi görülmesi karşısında mukavemetlerini anlamakta zorlanmışlardı.Şimdi farklı kuşaklar aynı saflarda buluştu.Eski tüfekler çocuklarının da aslında kendileri kadar gözü pek,kararlı,tavırlı olabileceklerini bazen gözleri nemlenerek gururla izlediler.Belki de yıllardır kurulamayan diyalog sağlandı,konuşulamayanlar konuşuldu,tartışılamayanlar tartışıldı.

Farklı talepler ve dertler içindeki Kemalistler, sosyalistler, Aleviler, Kürtler, anarşistler,emekçiler, ekolojistler, apolitikleri meydanlar birleştirdi. Kara ve çıkara endeksli, piyasa süreçlerinin esiri bireyci tipoloji “out” olurken, paylaşmanın, dayanışmanın en zengin örneklerini sergileyen yurttaşlık bilincine sahip birey “in” hale geldi. Türk bayrağı ve Mustafa Kemal imgesinin Kürtlere yönelik husumetin değil, laik yaşam tarzına, muhafazakar saldırılara karşı kaygıların sembolü olduğu ortaya çıktı. Özellikle şehirli eğitimli kesimler arasında, “bize karşı bu kadar gaddarlığı reva gören devlet dün Kürtlere karşı kim bilir kaç kat beter davranmıştır” mealinde günah çıkarmalar yaygınlaştı. Eğer değerlendirebilirse Kürt muhalefeti ilk kez empati duygusu gelişmiş Batılı kitlelerle buluşma olanağı yakaladı.

Fazla ırgalamasak da AB kurumlarında, Washington’da, uyguladıkları neoliberal politikalarla Türkiye’yi muhtaç ettikleri uluslararası finans çevrelerinde hükümetin meşruiyeti kayboldu. Liberal ve sol liberal camianın da yıllardır süren gayretiyle pompalanan, “Müslüman-demokrat” imajı bir anda buharlaşıverdi. Ama bizler için daha önemlisi Latin Amerika’nın, Asya’nın, Avrupa’nın emekçi ve ezilenlerinde Türkiye’deki halk ayaklanmasına karşı büyük bir destek ve sempati yaratıldı. Dünyanın yaşam kalitesi en yüksek şehri bilinen Kanada Vancouver’da bile “niye bir Gezi Parkımız yok?” temalı toplantılar düzenlenmeye başlandı.

İnsanlar biraz “orta sınıf kaygısı” tınısı veren ekolojik duyarlıklar, şehir hakkı talepleriyle; işsizlik, yoksulluk, sosyal hak kayıplarına karşı emek mücadeleleri eksenini kaynaştırmak üzerine, yetersiz de kalsa, ilk kez bu denli kafa yorma gereksinimi hissettiler. Gazi ile Gezi arasında bütünleşme sağlanamadıysa bile, yakınlaşma gerçekleşti.

Artık iyice kokuşan ana akım medya bu süreçte adeta tasfiye oldu. Sade yurttaş belki de ilk kez alternatif medyanın farkına vardı. Halk TV fenomeni yanında Bir Gün’ün de aralarında bulunduğu muhalif basın keşfedildi; sanal alemde de radikal damarla buluşuldu.

Son söz : Karşılık bulması olanaksız bir çağrı da olsa dillendireyim: Tayyip Erdoğan, bir gün evden çıkma ve Nelson Mandela’nın yaşamından bir kesitin anlatıldığı John Carlin’in “Düşmanla Oynamak” kitabını oku. (Ayrıntı Yayınları 2012)

Pardon bir ekleme yapmalıyım; evdeki örgüt şefi bastırıyor, önümüzdeki seçimde genç ve sempatik, daha önemlisi tavırlı ve örgütlü (bilindiği gibi “Oyuncular Sendikası”nın başkanı) Mehmet Ali Alabora’nın muhalefetin ortak belediye başkanı adayı olmasını önerdiğimi kayda geç, diyor.

18 Haziran 2013
Haberin kaynağı için tıklayınız; birgun.net