Milliyet: ‘90 Kuşağı’na merhaba deyin – Kadri Gürsel

31 Mayıs 2013’te polisin Taksim Gezi Parkı’ndaki eylemcilere yaptığı müdahale neticesinde meydana gelen sosyal patlamayla, “90 Kuşağı” tarih sahnesinde yerini almıştır.

Olayın nasıl biteceğini öngöremesek de tarihsel bir durumla karşı karşıya olduğumuzdan eminiz.
Bu tarihsel durumun baş aktörü ise “90 Kuşağı”dır. O yüzden “Tarih sahnesine çıktılar” diyoruz.
Türkiye’yi yönetmeye çabalayan yaşı kemale ermiş beyler!

Yepyeni bir vaziyetle karşı karşıyasınız.

Bu “yeni”yi eskinin düşünce kalıp ve anahtarlarıyla anlamanız hiç mümkün değildir.
Baştan söyleyelim, işiniz zor.

Herhangi bir merkeze bağlı olmayan, başı ve ayağı bulunmayan spontan bir hareket. Koordinasyonsuz ve örgütsüz.

Sizin zihninizdeki politik tasnif ızgarasından geçmez bu insanlar. Size göre siyaset dışılar. Yani herhangi bir siyasi parti ya da örgüte bağlı değiller.

Aslında doğru olan “Onlar yerleşik siyasetin dışındalar” demek.

Taksim Meydanı’nı donatan, rengi ağırlıkla kırmızı pankartlara bakarak hüküm vermeyin. O pankartları oraya asanların derdi yine sizlersiniz; 1 Mayıs’ta bu meydanı onlara kapatmasaydınız böyle olmazdı. Ama muhatabınız onlar değil. Bu sorunu onlarla çözemezsiniz.

Muhatabınız CHP mi?

Ne gezer?

CHP bu fenomenin hiçbir yerinde.

1 Haziran öğleden sonra Taksim’deki evimden çıktım ve saatlerce semtimi, ara sokaklara varıncaya kadar dolaştım.

O gün yüzbinlerce insan Meydan’ı, Sıraselviler’i, İstiklal’i, ara ve yan sokaklarını doldurmuştu. O insanların kızlı erkekli ezici çoğunluğu işte bu 90 Kuşağı’ydı.

Onlarla konuşmaya bile gerek yoktu ne istediklerini anlamak için. Görmek yeterdi.
Ele geçirdikleri sokaklarda özgürce, bira içip öpüştüklerine bakınca, özgürlük talep ettiklerini anlardınız.

Duvarlara yazdıkları grafitileri okumak, attıkları sloganları duymak, bir numaralı sorunlarının Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’la olduğunu anlamak için yeterliydi. İki numaralı sorunları polis şiddetiydi, üçüncüsü de olan bitene kayıtsız kalmakla suçladıkları medyaydı.

‘Dede’leriyle kıyaslayın

90 Kuşağı’nın ne olup ne olmadığını anlamak için bence en iyi yol onları “dedeleri” ve “babaları” ile kıyaslamak.

Bunların dedeleri ve babaları, yani 68 ve 78 kuşakları, önce bir ideoloji edindiler ve sonra kendi tecrübeleriyle güncelleştirmek için pek fazla zaman bulamadıkları soyut bir “halk” ve “sömürüsüz bir dünya” idealinin uğrunda devlete meydan okudular; kısa sürede yenildiler.

90 Kuşağı kendi gerçeklikleri dışındaki bir halk için değil, bizatihi kendi özgürlükleri, bireysel hakları ve onurları için meydana indi.

Onlar uğruna mücadele edecek bir halk aramıyorlar, çünkü halkın bizatihi, ta kendisi onlar.
“Yerleşik siyaset dışı” olabilirler ama yepyeni bir politikleşmeyi temsil ediyorlar. Özgürlük talebi etrafında politikleşmedir bu…

Var olan güdük özgürlüklerin bile parça parça budandığı bir ülkede, özgürlük talebiyle meydanlara yürümek, başlı başına politik bir eylemdir.

Bu da onları özgürlük değil imtiyaz talep eden yerleşik muhafazakar çoğunluktan ayırıyor.
90 Kuşağı “neo-levanten” olmayı reddettiler. Kendi okullarına gitmelerine, ticaret yapmalarına falan, bir lütuf kabilinden izin verilmiş, ama vatandaşı oldukları ülkenin geleceği üzerinde siyaseten söz söyleme hakları kendilerinden esirgenmiş “neo-levantenler” olmayacaklar.

Bir fark daha: Ana ve babaları, 68 ve 78’in politikleşmiş gençlerine genellikle destek vermezdi. Şimdiki 90 Kuşağı’nın taleplerine ise ana ve babaları da ortak. Çocuklarını destekliyorlar ve bu da yepyeni bir durum.

Bir başka yenilik de şu:
90 Kuşağı, 12 Eylül rejiminin ağır baskı, işkence ve depolitizasyonunun etkisi altında değil. Onlar yeni; bilmiyorlar, tanımıyorlar, tınmıyorlar.

Ne de 90 Kuşağı’nın, meydan okudukları Başbakan Erdoğan’ın bir zamanlar bir şiir yüzünden 4 ay hapis yatmış olmasından da haklılığını alan mağduriyet söylemine aldırdığı var.

28 Şubat döneminde İslamcılara ve Başbakan Erdoğan’a çektirilenlerin, 90 Kuşağı’nın şimdiki muktedire duyduğu öfkeyi azaltıcı bir etkisi yok. Çünkü onlar o zaman küçük birer çocuktular.

Direnişçilerin anketi

Ve nihayet, bu halk ayaklanması hakkında yapılan ilk anketin sonuçlarını sizlerle paylaşmak istiyorum. Anketi, İstanbul Bilgi Üniversitesi’nden öğretim elemanları Esra Ercan Bilgiç ve Zehra Kafkaslı hazırlamış. Online ortamda 3 bin direnişçi tarafından 3-4 Haziran’da 20 saatlik bir süre zarfında yanıtlanan anketin sonuçlarına göre direnişçilerin protestolara katılmalarının birinci nedeni yüzde 92.4 ile Başbakan’ın otoriter tavrı.

Bunu polis şiddeti (%91.3), demokratik hakların ihlal edilmesi (%91.1), medyanın suskunluğu (%84.2) ve ağaçların kesilmesi (%56.2) takip ediyor.

Örgütsüz bir direniş

Şurası önemli: Bağlı oldukları siyasi hareketin yönlendirmesiyle eyleme katılanların oranı sadece yüzde 7.7. Anlamı şu: Bu örgütsüz bir direniş.

Kendilerini en çok “özgürlükçü” olarak tanımlıyorlar (%81.2). İkinci sırada yüzde 64.5 ile “laikim” diyenler var.

Kendilerinin ne olmadığına gelince…
“AK Parti seçmeni değilim” diyenler yüzde 92.1 oranıyla birinci. “Muhafazakar değilim” diyenler de yüzde 75 ile ikinci. “Apolitik değilim” diyenler yüzde 54.4 oranında.

Bu arada askeri darbeye kesinlikle karşı olanlar yüzde 79.5 ile ezici çoğunluğu oluşturuyor. Kesinlikle darbe olmasından yanayım diyenler ise yüzde 6.6.

Direnişçilerin yüzde 70’i kendilerini hiçbir siyasi partiye yakın hissetmiyor. Kendilerini bir siyasi partiye yakın görenler sadece yüzde 15.

Yüzde 37’si ise “yeni bir siyasi parti kurulsun” diyor.

Kadri Gürsel
6 Haziran 2013
Kaynak; dunya.milliyet.com.tr