Özgür Gündem: Sırrı Süreyya Önder haklıdır – Delil Karakoçan

“Kürt önderliği gördü ama Gezi’yi Kürt çoğunluğu görmedi, algılayamadı. Gezi’yi ‘iktidara yakın’ bir algılayışla yorumladı. Böylece Türkiye tarihi açısından devrimsel bir adımı atlamış oldu” dersek yeridir.

sirri-sureyya

“Klasik toplum- örgütlenme-direniş” biçimini aşan, bu özgün- kalkışmada, kendinden “motifler, tarzlar” bulamayınca uzaklaştı.

Daha da önemlisi Öcalan’ın, “Gezi”yi değişim sürecinin ana unsurlarından biri gören tutumu ile DTK’nın ikili ve ikircikli dar-otonom yaklaşımı arasındaki çelişik durum, Kürtleri hiç de hak etmediği eleştirilerle karşı karşıya getirdi. Türkiye’deki demokratik hamleye karşı soğuttu. İlgiyi aşağılara çekti.

***

Bunun daha başka nedenleri vardı.

İlki; Kürtler “müzakere sürecinin” pürdikkat erleriydi. Müthiş bir adaptasyon yaşıyordu ve bu durum bilinçaltını “eylem süreci bozar” gibi yanlış ve yanılgılı bir “akışına bırakmışlığa” itmişti…

İkincisi daha da karmaşıktı!

Savaş, Kürtlerin karşı karşıya kaldığı yıkım, acı ve yokluklar karşısında yaşanan kayıtsızlık, Kürtlerde Türk toplumunu “devletle özdeş gören” bir algıya dönüşmüştü.

Türk kardeşlerinin son 30 yıllık suskunluğu, halklar arasındaki duygusal, vicdani bağı koparamamıştı ancak zayıflatmıştı.

Bundandır ki “Kürtler son 30 yıldır meydanlardayken, siz neredeydiniz?” diye sorulmuştu…

“Taksim’de duran adamların hepsi Roboski’de susan adamlar” olarak algılanmıştı…

“Eğer Türkler Kürtlere yardım etselerdi bu olaylar 1995’te biterdi. Biz kendi dilimizi kullanamadığımızda da haykırsalardı; dağlarda köyler boşaltıldığında Kürtlere yardım edilseydi, Türkiye bugün daha büyük bir ülke olacaktı” diye sorgulanmıştı…

***

Duygusal gözle baktığımızda tepkileri “haklı” görebiliriz.

Bunun sayısız nedeni var!

Acılara tanıklık ettiği halde susmak, tepki vermemek, kardeşleşmemek yaşayana her zaman acı verir, öfke yaratır. “Kayıtsızlık”, toplumu devletle aynı kareye alır. Bununla da kalmaz, tersinden bir “kayıtsızlığa, ilgisizliğe” dönüşür. Kürtler de, Türk halk gerçeğinden, sorunlarından, acılarından “kaçar” olur. Acıyı, sıkıntıyı “müstahak” sayan bir onama, bir rahatlama gelişir.

Bu da toplumsal çelişkileri, karşıtlık ve ayrışmayı derinleştirir. Halkların birlik ve dayanışmasına sekte vurur.

Böylece Kürtler de bir başka açıdan ve bir başka tarihi kesitte iktidarla “benzeşir.”

***

Oysa hiçbir olay, hiçbir yaşanmışlık halkları iktidarla özdeşleştirmeyi doğrulamaz; haklı da kılmaz.

Toplumlar da tıpkı bireyler gibi farklı nedenlerle başka halkların, sınıfların, etnik yapıların, inanç gruplarının yaşadığı sorun ve yıkımlara “kayıtsız” kalabilir. Bu kayıtsızlık, o toplumun kendi içinde ürettiği bilinçli bir refleksi değil; sindirilmiş olmanın yarattığı bir durumdur.

Ayrıca direniş kanalları kapanmış, direnci kırılmış önderliksiz ve örgütsüz bir halktan büyük işler beklemek, Kürt kırımına tutum almalarını istemek de pek gerçekçi değildir.

Bu durumda Türk toplumunun değil, iktidarın sorgulanması gerekir.

Eleştiri halklara değil, iktidara yönelmelidir.

Türk toplumu; Kürt trajedisi, Kürt yıkımı karşısında son 30 yıldır bir tepkisizliği, suskunluğu yaşamış da olsa bugün; bundan sıyrılmanın, iktidar kuşatmışlığından kurtulmanın, kendi olmanın arayışı içindedir.

Bu arayış, Öcalan’ın da belirttiği gibi anlamlıdır.

Sırrı Süreyya Önder haklıdır:

“Türkiye yanıyor. Dünyanın en büyük isyanlarından biri… DTK tek cümle destek açıklaması yapmamıştır.”

Tartışmalarda belli değinmeler olduysa da “K. Kürdistan Birlik ve Çözüm Konferansı” sonuç bildirgesinde “Gezi direnişine” vurgu yapılmaması bir başka incitici eksikliktir.

Türkiye’deki yeni dinamikler yargılama yerine sahiplenmelidir.

Sinmiş bir halk yargılanabilir, ancak bu sinmişliği aşma arayışında olan bir halk, geçmişi ne olursa olsun yargılanmamalıdır.

Yargılanmamalıdır çünkü geliştirdiği değişim eylemi en büyük özeleştiridir.

Delil Karakoçan
23 Haziran 2013
Kaynak; ozgur-gundem.com