Bianet: Kadıköy forumu notları ‘Kimliğini kaybedip, bulmak’ – Ulaş Başar Gezgin

Taksim’e gitmek üzere, saat 17:00’de, boğa heykelinde toplanılması kararı alındı. AKP’liler Kazlıçeşme’ye ücretsiz götürüldüğü için, Taksim’e giderken turnikelerden topluca atlanması da konuşuldu. Boykot da onaylandı.

parkbizim

Gezi Hareketi’nin bir parçası olarak, 21 Haziran 2013’te Yoğurtçu Parkı’nda gerçekleştirilen Kadıköy Forumu, önceki forumlara göre çok daha derli toplu ve çok daha pratiğe dönüktü. Önceki forumlardaki içini dökme, geleceği konuşmak yerine geçmişe kilitlenme ve hatta “bizi kırıp geçtiler” türünden yenilgi edebiyatı gitmiş, yerine “şimdi ne yapıyoruz?” diyen bir kitle gelmiş. Demek ki, forumlardan umutsuz olan kesime, tablonun o kadar kara olmadığını söyleyebiliriz. Çapulcuların dertleşmek için birkaç güne gereksinimi varmış, hepsi bu. Yani çapulcular, “iri puntolarla” çapulculuğa devam ediyorlar hâlâ.

Bundan sonrasında, çoğu ikişer dakika süren konuşmalardan dikkat çekici olanları sıralayalım ve bunları kısaca tartışalım. Öncelikle biçimsel konular:
- Forumun, öncekilerin tersine, parkın çeşitli köşelerine asılmış bir gündemle çıkması, konu dağılmadan hızlı ilerlenmesini sağladı. İlk başta, “‘serbest kürsü’ olsun; bize ne bu gündemden” diyen az sayıda katılımcı olsa da, gündemli konuşmanın olumlu etkisini herkes gördü. Forum, bu azınlık tepkisine yanıt olarak, her bir gündem maddesini, forumda ele alınması için oyladı. Forumda ilk kez yapılan bu oylama sonucunda, önerilen dört konunun da gündeme alınması kabul edildi; ancak, diğer konularda konuşmak isteyenler için serbest kürsü uygulaması da korundu.

Gündem maddeleri şunlardı (duvardan, olduğu gibi aktaralım):
“1. Yarın (22.06.2013 tarihinde) Taksim’de saat 19:00’da Taksim Dayanışması çağrısıyla yapılacak olan anma ve eyleme Kadıköy’de buluşup toplu bir şekilde gitmeyi tartışmak.

2. 1 Temmuz 2013 tarihine önerilen “bankalardan 1 günlük para çekme” eylemine dair tartışmak ve bundan bağımsız bir şekilde yapılan “boykot yapalım” önerilerinin somutluğa kavuşturulması ve tartışılması.

3. Her mahallenin Yoğurtçu Parkı’nda düzenlenen forumlara beraber gelmesi ve devamında her mahallenin kendi forumunu yapması, bu toplantılarda yaklaşan yerel seçimlerin tartışılması. Gerekirse bu forumlara Gezi Parkı Direnişi’ni destekleyen siyasi parti temsilcileri davet edilerek bu forumların eğilim ve taleplerini bu temsilcilere iletmek ve bu taleplerin siyasi parti temsilcilerince desteklenmesi konusunda taahhüt (söz) almayı tartışmak.

4. “Yerel Seçimler” özelinde halk meclislerini tartışmak.

Konuşmaların sonunda yapılan oylamada, birinci gündem için, Taksim’e gitmek üzere, saat 17:00’de, Kadıköy’de boğa heykelinde toplanılması kararı alındı. AKP kitlesi, Kazlıçeşme mitingine ücretsiz götürüldüğü için, Taksim’e giderken turnikelerden topluca atlanması da konuşuldu. Boykot da onaylandı. Dördüncü gündem, tartışıldı. Forum katılımcıları, Mahalleler Masası’nda mahalle listesini bulup (Yeldeğirmeni, Caferağa vb.) adını ve iletişim bilgilerini yazdırdı. Mahalle meclislerinin kurulması planlanıyor. Üçüncü gündem içinse, daha fazla tartışılma yapılması gerektiği sonucuna varıldı ve bu tartışma, pazar günü yapılacak.

- Bilindiği gibi, forumlarda alkış yok (en azından, alkış olmaması isteniyor; çünkü canlı yayında ses patlıyor ve alkış, toplamda çok zaman almış oluyor; ancak, yine de, kimileri alkış tutuyor); onun yerine, ‘evet’ için, eller havada sallanıyor; ‘hayır’ için, eller havada yumruk olarak çaprazlanıyor ve üçüncü olasılık olarak, konuşmacının toparlaması için ‘değiştir’ anlamına gelen el-kol hareketi yapılıyor. Kimi yabancı yazarlar, bunun, Gezi Direnişi’nin yerel değil evrensel bir hareket olduğuna bir başka kanıt olduğunu söylüyor; çünkü bu, daha önce, İspanya’daki Öfkeliler Hareketi’nde de (indignado) kullanılan bir uygulama.

- Pozitif ayrımcılığın ‘kadın-erkek’e indirgenmesi, forumda yine görüldü. Kimi kadın katılımcılar, konuşmacıların çoğunun erkek olması dolayısıyla, moderasyonu eleştirdi. Moderasyon ise, yeterli sayıda kadının konuşmacı olarak katılmadığını belirtti ve kadınları konuşma yapmaya çağırdı. Bu pozitif ayrımcılığı, toplumsal tabanlı ve olay tabanlı olarak tartışabiliriz. Toplumsal düzeyde pozitif ayrımcılık, ezilenlerin yararına olmalı. Ancak, forumlarda hemen hemen herkes ezilen. Örneğin, kadın-erkek üstünden pozitif ayrımcılık yapmak yerine, trans-düz, Kadıköylü-Gazili, Bağdatlı-Fikirtepeli, işçi-beyaz yakalı, işsiz-çalışan, Türk-Kürt-Ermeni, genç-yaşlı, engelli-engelli değil, ev çocuğu-sokak çocuğu gibi uzun bir listenin kullanılması gerekiyor. Olay tabanlı düşünürsek, Gezi saldırılarında en çok ezilenlere öncelik verilmesi gerekiyor. Daha önce Facebook’ta dolaşan rütbe esprisinde olduğu gibi (bkz. http://www.sozlukhaber.com/h/1424/ ), gözaltına alınanlara, Gezi’de saldırı sırasında bulunanlara, Beşiktaş çarpışmalarında yer alanlara, yaralananlara, Kadıköy’den Taksim’e köprüyü yürüyerek geçenlere, şehit yakınlarına (Ayvalıtaş, Sarısülük, Cömert, Sarı yakınları) vb. öncelik verilmeli.

Ofisi İstiklal Caddesi’nde olan, 31 Mayıs günü camdan dışarıyı izlerken, polisin vahşiliğini görüp (“dört metreden hedef gözeterek gaz attı; birini göğsünden yaraladı” diye anlattı) direnişe katılıp bol bol gaz yiyen, sonra Kadıköy’de evine dönüp viskisini yudumlarken televizyona baktığında, hiç bir kanalın o gün yaşanan saldırılara yer vermediğini gören ve sonra sokaktan gelen protesto sesleriyle dışarıdaki yürüyüşe katılıp 4 gençle takside (kendi deyişiyle) vitese oturup Bağdat Caddesi’ne giden, oradan kitleyle yürüyüp en son kendisini Barbaros’ta çatışırken bulan 51 yaşındaki ODTÜ’lü konuşmacı, dinleyicilerin yoğun isteğiyle, 2 dakika yerine 10 dakika konuştu. Bu, olay tabanlı pozitif ayrımcılığa örnek. Bu konuşmacı, aynı zamanda, “51 yaşındayım, biraz daha uzun konuşsam?” dediğinde, kitle, olumlu yanıt verdi. Burada şu soru sorulabilir:

“Çoğunluğun genç olduğu bir yerde, orta yaş ve üstüne öncelik verilmeli mi?” Buna olumlu bir yanıt vermek için geçerli bir neden yok.

- Süre, 2 dakika ile kısıtlı olduğundan, önemli konular fazla konuşulamıyor. O nedenle, kimi konuşmacıların düşüncelerini özetleyip “bunun yazısını yazacağım, Facebook grubunda ayrıntısına bakabilirsiniz” demesi ve yazı yazıp grupta etkin olarak tartışması gerekiyor. Forumun Facebook grubu olan Direnkadikoy’un, an itibariyle, 5,500 üyesi var.

- Ankara’dan gelen bir konuşmacı ve direniş sırasında fikren İstanbul-Ankara-Eskişehir ekseninde olduğunu söyleyen bir başka konuşmacı, İstanbul’un diğer illerle ve Kadıköy Forumu’nun diğer forumlarla kopukluğuna dikkat çekti. Gerçekten de, Abbasağa’da çoktan tartışılmış birçok konu, Kadıköy’de bir daha bir daha konuşuldu ve bir ölçüde zaman ve enerji kaybedildi. Bunu önlemek için, diğer forumların notları ve kararları, grupta paylaşılmalı ve bunların en azından bir kısmı, Kadıköy Forumu’ndan önce, moderasyon tarafından okunmalı. Moderasyon, Taksim Dayanışması’nın ve diğer çeşitli örgütlerin notlarını okudu. Bu, olumlu bir durumdu; ancak, forumların notlarına daha çok ağırlık verilmeli.

- Forumda hiç bir partinin bayrağı açılmıyor ve slogan atılmıyor. Parti ve örgütlere, kürsüden, kurumlarını temsilen konuşmaları için izin verilmiyor. Bu, örgütsüz olanlar için olumlu olabilir. Ancak, karşımızda aşırı örgütlü bir AKP kitlesi varken, bu biçimsel durum için, belki de “olumsuz işliyor” denebilir. Aynı biçimde, 22 Haziran 2013 Taksim anması da, bayraksız ve flamasız olacak.

Biçimsel konuları tamamladıktan sonra, forumda konuşulanlar içinde öne çıkanlara geçebiliriz:

- Bir konuşmacı, dilin önemine dikkat çekti. “‘İbne’ sözünü kelime dağarcığınızdan düşün” dedi. Eşcinseller, alanlarda hepimizle birlikte çatıştı” dedi. “Eğer ‘ibne’ sözünü kullanmakta ısrarcıysanız, ‘yiğit, cesur’ anlamında kullanın” dedi. Bu, çok beğenildi. Bu kavramsal tersinleme, ‘çapulcu’ ve ‘ayyaş’ sözlerindeki duruma benziyor.

- Bir konuşmacı, barış sürecini andı. Ancak, her kesimden halka savaş açmış AKP iktidarıyla yapılacak bir Kürt barışına, kitlenin pek olumlu baktığı söylenemez. Öte yandan, katılımcıları Kürtçe selamlayan bir konuşmacı, beğenildi. Diğer bir deyişle, kitlede Kürtlere karşı bir ayrımcılık olduğu görülmüyordu; ama bu barış sürecinden kuşku duyuluyor. Katılımcılar, milliyetçi değil; ulusalcı hiç değil. Ulusalcı konuşmalar yapıldığında, beğenilmedi ve “hızlı bitir” işareti yapıldı. Bu, kitlenin alışılageldik siyasetin kalıplarına sığmadığının bir başka örneği.

- Akademisyenlerin açık ders vermesi önerisi yapıldı. (Ben buna katılmıyorum. Akademisyenler, ‘öğreten adam/kadın’ rollerinde oldukları sürece, forumda yerleri olmamalı. Başka bir yazımda belirttiğim gibi, akademisyenler, direnişin ön safında değillerdi. Herşey olup bittikten sonra geldiler. Akademisyenlerin direnişçilerden öğreneceği çok şey var. Yani, öğrenme-öğretme, karşılıklı bir süreç. Bu nedenle, Marksist eğitimbilimci Paulo Freire’in felsefesine uygun olarak, ders değil, diyalog oturumları yapılmalı. Hiyerarşi yerine, heterarşi, birbirinden öğrenme, yatay öğrenme vb. desteklenmeli.)

- Forumda, sık sık, örgüt ve parti tartışması yapıldı. Katılımcılar, sol partileri eleştirip durdular. “Gelmesinler. Onlar yüzünden böyle oldu.” gibi görüşler yinelendi. Oysa, katılımcıların, partileri suçlamak yerine, “örgütlü solu da kapsayacak biçimde, en geniş hattı nasıl öreriz?” diye sorması gerekiyor. Örgütlü olup kürsüde olanlar, buna dikkat çekerek, katılımcıları büyük oranda ikna etti. Örgütlülüğünü açıkla(ya)madan konuşan ÖDP’li, EMEP’li ve Eğitim-Senli konuşmacılar, kitle tarafından coşkuyla karşılandı. Temel görüş, örgütlülerle örgütsüzlerin birarada olduğunda AKP’nin korkulu rüyası olduğu idi. Ayrıca, “siz alanlara çıkmadan önce, sol, hep direnişteydi; insanların hakkını yemeyin. En son 1 Mayıs’ta hep sola saldırıldı” dendi. Ulrike Meinhof’tan bir alıntı yapıldı: “bir taş atılırsa, bu, cezalandırılması gereken bir davranıştır; bin taş birden atılırsa, bu, politik bir eylemdir.”

- Kimi katılımcılar, parti kurmanın şart olduğunu belirttiler. “AKP gibi bir iktidar aygıtına karşı, dağınık bir yapı yerine, bir iktidar aygıtı olan parti olmalı” dendi. Partileşme olmazsa, hareketin yavaşça sönümlenip düzeniçi bir denge unsuruna dönüşeceği belirtildi. Fakat katılımcılar arasında, anarşist tezlere daha yakın olan, Subcomandante Marcos çizgisinde, “iktidarı almayı değil hayatı dönüştürmeyi amaçlıyoruz” diyen birçok genç var. Bu gençler, parti hiyerarşilerinden hoşlanmıyorlar. Dernekleşme sözü de edildi. Ancak, en iyisi, mahalle meclislerinin işlerlik kazanması elbette.

- Kimi katılımcıların tüm partilere veryansın etmesi, CHP dışındaki partilere haksızlık olarak görüldü. Öte yandan, partileşmeyen sol örgütler (yasal ve yasadışı) yeterince mercek altına alınmadı. Örneğin, Halkevleri türünden bir örgütlenme, Gezi direnişine gayet uygun. Ortada parti yok; ama güçlü bir muhalefet hareketi var. Bu konuyu, AKP-Fethullah bağlamında açalım. Başka yazılarımda belirttiğim gibi (bkz. http://mundonuestro.e-consulta.com/index.php/cronica/item/entrevista-en-espanol-de-mundo-nuestro-a-activista-ulas-bazar; http://bianet.org/bianet/siyaset/147757-direnisin-psikolojisi-kibir-sendromu-tezi-neleri-ortuyor ; http://bianet.org/bianet/yasam/147262-alandan-notlar-ve-oneriler ), AKP’ye yüklenildiğinde, Gülen cemaati güç kazanıyor; çünkü o cemaat, partileşmediği için, hükümet yıprandığında sorumluluk almamış oluyor. Bu nedenle, asıl Gülen cemaatinin partileşmesi gerekiyor. Partileşmesi demek, düşük düzeyde bile olsa hesap verebilir (accountable) bir yöne gitmesi demek. Çapulcuların partileşmesi için yapılan bir başvuru zaten var; ancak, gençler, Seçim Yasası’nın belirlediği parti hiyerarşisine sıcak bakmıyor. Onun yerine, yerel seçimlerde, Emek ve Demokrasi Blogu tarzında yapılanmaların daha esnek olacağı anlaşılıyor. Bu açıdan, kimsenin birbirini suçlamaması gerekiyor. “Şu parti şöyle yapmıştı”, “şu parti 1 Mayıs’ta Kadıköy’deydi; Taksim’e gelmedi” gibi eleştirilerin bir yana bırakılması gerekiyor; çünkü bunların hepsi, Gezi’den önceydi. Gezi, bir milat olduğuna göre, Gezi ve sonrasını baz almalı; partiler eleştirilecekse, Gezi sırasında yaptıkları eleştirilmeli; daha öncesi değil.

- Forumda konuşulan bir diğer konu, %10 seçim barajının kaldırılmasıydı. Ancak, bu, zaten, yerel seçimlerde sözkonusu değil. Meclise bağımsız girmenin dezavantajı, seçim sistemi nedeniyle, örgütlü olan partilerin daha çok milletvekili çıkarabilmesi. Ancak, yeni bir parti yerine var olan partileri güçlendirmek de düşünülmeli. Zaten yeni bir parti, prosedür nedeniyle, yerel seçimlere yetişmiyor. ÖDP ve EMEP gibi partilere kitlesel katılım yapılması ve bu partilerin örgütlenme pratiklerinden yararlanılması, hareketin sıfırdan başlamak nedeniyle aşırı enerji harcayıp yorulmasının önüne geçebilir. Bu noktada, şöyle bir soru da sorulabilir: Gezi hareketi, sol partileri güçlendirmiş midir, zayıflatmış mıdır, yoksa dönüştürmüş müdür? Bir görüşe göre, hareket, sol partileri üye sayısı açısından güçlendirmekle kalmadı; aynı zamanda, solun kültürel olarak popülerleşmesinin önünü açarak, bu partilerin geniş kitlelelere ulaşmasını sağladı. Korku duvarının aşılmasının da buna katkısı oldu. İkinci görüşe göre, hareket, sol partileri zayıflattı; çünkü insanlar, sol partiler olmadan da direnebildiklerini ve kazanımlar elde edebildiklerini gördü. Eski partileri hantal bulanlar, partiler yerine harekete yöneliyor. Üçüncü görüş ise, üyelik sistemine dayalı partilerin, bir anda biraraya gelip yüzbinlere ulaşabilen ve sonra bir anda yok alan vurkaç ya da gelgit biçimindeki modelde toplanan direnişçi ağı dolayısıyla, dönüşüm geçirdiği biçiminde. Bu partiler, rutin toplantılar ve üyelik tabanlı etkinlikler yerine, pratiğe dönük hızlı karar düzeneklerine yöneliyor. Her bir parkta, bu üç görüşten birinin ya da ikisinin egemen olduğunu görüyoruz. Uzun erimde hangisinin daha baskın çıkacağını göreceğiz. Ancak, bitirmeden şuna da dikkat çekelim: Direniş sayesinde, muhalif gazetelerin satışlarında artış var. Gazete okurluğu, örgütlülük anlamına gelmiyor elbette; ancak, yine de, direnişin olumlu sonucu olarak not edilmeli.

- “Sol, direnişe sonradan katıldı”; “sol, direnişte azınlık” gibi görüşlere şöyle yanıt verildi: “Sol, 2 yıldır Taksim’le ilgili çalışma yürütüyordu zaten; ama kitleselleşemiyordu.” İzmir’deki çadırlarda yapılan ‘devrimci/bayraklı bölgesi’, ‘çapulcu bölgesi’ ayrımı, İstanbul’da geçerli değildi. Şuna da dikkat çekelim: Solun milat olarak aldığı Paris Komünü’nde sosyalistler (Marksistler ve Proudhoncular), azınlıktı; çoğunluk, Jakoben’di. 1871’de gerçekleşip yalnızca 2 ay var kalabilen komün, sonraki onyıllarda, Paris’i örnek alan sosyalistlerin çoğunluk olduğu toplumsal hareketlere yol açtı. Dolayısıyla, Gezi Ruhu, yıllar sonra daha büyük hareketlere yol açabilir. Bu nedenle, “bu, daha başlangıç; mücadeleye devam” sözü, çok doğru. Ayrıca, bu süreç, aynı zamanda, sosyalistleri de dönüştürüp onların hareket tarzlarını geliştirmelerine olanak sağlıyor. Bu nedenle, bugünün sosyalistleriyle gelecek yılların sosyalistleri arasında olumlu anlamda farklar beklenebilir. Daktilo sosyalistleri, yerlerini, Twitter sosyalistlerine bırakıyor. Daha az hiyerarşik, daha esnek, daha hızlı…

- Konuşmacılar arasında, medya çalışanları da vardı. Özgür Radyo’dan gelen bir konuşmacı, gözaltılara dikkat çekti. Cem TV’den gelen konuşmacı, Atatürk’ten alıntılar yaptı. Yandaş basında çalışıp bundan hoşnut olmayan bir medya çalışanı konuştu. Onun hemen ardından konuşan Birgün çalışanı, onu muhalif basında çalışmaya davet etti.

- Direnişin olağanlaşıp unutulmasını önlemek için, bir konuşmacı, Taksim çevresinde 30 saniyelik anlık gösteriler (flashmob) yapılmasını önerdi. “30 saniye alkış tutalım, slogan atalım, dağılalım” dendi.

- Duran adam eylemlerini eleştirenler de oldu destekleyenler de. “Yürünemiyorsa durulmalı; kendi başına bir eylem haline gelmemeli” dendi. Öte yandan, bu eleştiriyi yapan, bikinili eylemciyi eleştirince, kitleden destek görmedi. Kimisi, “yürüyebilen yürüsün, yürüyemeyen dursun” dedi. Bu, mantıklı. Ancak, bu durma eylemleri, AKP kurmaylarının demeçlerinden anlaşılabileceği gibi, hükümetin tercih ettiği bir eylem türü. Durmaktan başka birşey yapamayanlar (olumsuz anlamında değil; gerçekten, çeşitli nedenlerle, kimi insanlar, durmak dışında başka birşey yapamıyor olabilir), yine dursun elbette; ancak, durmak dışındaki yolları da öne çıkarmalı. Yürüyen Ankara her gece gaz yiyor sözgelimi. Mersin’de de aynısı oldu.

- Bir konuşmacı, Türkiye’de düşünce özgürlüğünün olmadığına dikkat çekti. Ona göre, bu sorunun çözülmesi gerekiyor. Katılmıyoruz. Direnişçiler, fiilen düşünce özgürlüklerini alanda kazandılar zaten. Eskiden, küçük bir laftan ya da karikatürden bile ‘başbakana hakaret’ davası açılırken, direniş günlerinde, en ağır küfürler edildi. Bir başka konuşmacı, “artık ifade özgürlüğümüz var; küfürlerden kaçınalım” dedi. Bir diğer nokta da şu: Sınırsız düşünce ve ifade özgürlüğümüz olsa bile, dünyayı değiştirme olanaklarımız elimizden alınmışsa (bkz. ABD’deki iki parti diktası), neye yarayacak… Sömürüldüğümü söylemekte özgür olacağım ama sömürüyü engelleyemeyeceğim. Düşünce özgürlüğünden söz açan konuşmacı, bunu daha sonra medyadaki sansüre bağladığında herkes onayladı; ancak yine de, dünyayı değiştirme eleştirisi, burada da geçerli. En özgür medya olsa bile, dünyayı değiştirme olasılıkları dikkate alınmalı.

- Forumun atölye listesi oldukça zengin. Bu atölyelerle, direnişin forumda kalmayıp halka ve hayata tutunması amaçlanıyor. Bunlardan biri, ‘Yaratıcı Eylem’ atölyesiydi. Atölye, adı gibi yaratıcı.
- Banka boykotu ile ilgili olarak, bu konuyu bilen birinin kürsüye çıkıp durumu anlatması istendi. Biri çıkıp “banka boykotu, küçük hesap sahiplerinin (emekli, memur vb.) birkaç gün para çekememesine yol açar. Şirket boykotları ise, sermayenin zararına olmuyor; sermaye, asla zarara uğramaz; zararını çalışanın cebinden çıkarır, işten atar” vb. dedi. Katılımcılar, bu sözleri beğenmedi.

- Gezi direnişi fotoğraflarından oluşan bir albüm kitap tanıtıldı. Yeni bir albüm için forumun fotoğraflarının çekileceği söylendi. Bu fotoğrafların kitapta yayınlanması için katılımcılardan izin istendi; verildi. Bundan bağımsız olarak, Genç Fotoğraf İnsiyatifi (Tatar Bey Sok. No.7/A, Galata; https://www.facebook.com/GencFotografInisiyatifi) kürsüden çağrı yaptı. Direniş fotoğraflarına açık olduklarını belirtti.

- Bir öğretmen, tanık olduğu bir olayı anlattı. 14 yaşındaki öğrencilerinin mezuniyetinin daha önce planlandığı için Polisevi’nde yapıldığını; marştan sonra, 60-70 kişilik bir grup olan öğrencilerin ‘Her Yer Taksim Her Yer Direniş’ diye slogan attığını ve üst katta emniyet müdürünün bulunduğunu duyduklarını söyledi. Bu örnekten hareketle, direnişin daha uzun erimde kazanacağına dair umudunu dile getirdi.

- 8-9 yaşlarındaki konuşmacı, büyük beğeni topladı. Kendinden emin duruşuyla, “iki yanlıştan bir doğru çıkmaz” gibi sözlerle ve “katılıyorsunuz değil mi?” gibi topu dinleyicilere atan tarzıyla, yukarıdaki öğretmenin umutlu olmasının haklı olduğunu gösterdi.

- Bir konuşmacı, 3. köprüye dikkat çekti. “Neden herşey İstanbul’a yapılıyor? Anadolu’ya fabrika yapılsın. İnsanlar işsiz.” dedi. Biz de, şunu anımsatalım: Deniz Gezmiş ve arkadaşları, 1969’da Hakkari’de Zap Suyu üstünde Devrimci Gençlik Köprüsü yaptırmıştı (konuyla ilgili belgesel için bkz. http://vimeo.com/37866782 ).

- Forumdaki duyurular arasında, 2 Temmuz 1993 Sivas Katliamı’nı protesto amacıyla yapılacak Kadıköy mitingi de vardı. Taksim Dayanışması’nın tüm bileşenlerinin katılacağı miting, 23 Haziran 2013 Pazar günü, 16:00’da Kadıköy Meydanı’nda yapılacak. Tüm çapulculardan kitlesel katılım bekleniyor. Ayrıca, Cumartesi Anneleri’ne kitlesel katılım istendi. Böylece, direniş, muhalefetin her kesimini kitleselleştirmiş olacak. İşte dayanışma… Yeniköy saldırısı da anıldı; fakat forumdan önce gruba sunulan Kadıköy Forumu’nu Yeniköy’de yapma biçimindeki öneri, ilgi görmedi.

- Forumun bir köşesinde çocuklar oyun oynadılar, çocuk atölyesinde boyama yaptılar, çocuk kütüphanesinden yararlandılar. Ücretsiz yiyecek-içecek servisi de vardı. Bu, bir kez daha, Gezi hareketinin yalnızca bir protesto olmadığını, aynı zamanda alternatif bir toplum yaratmayı da amaçladığını gösteriyor.

- Forum sonrasında, Taksim eylemi için koordinasyon toplantıları yapıldı. Çöpler birlikte toplandı. Cumartesi Taksim’de olunacağı için, parka kurulan ses sistemi ve diğer malzemeler kaldırıldı. Forum, 11:45’te bitti. Parktan ayrılmayanlar, çevredeki evlerde oturanları rahatsız etmemek için, ses sistemini kapatarak, kendi aralarında konuşmaya devam ettiler. Katılımcılar arasından forum sırasında ve sonrasında işaret fişeği atılması, kitlede rahatsızlığa yol açtı.

- Duyurulardan biri şuydu: “Falanca ve filanca! Kimliğinizi kaybetmişsiniz; kimliğiniz bizdedir. Gelin alın.” Biz bu direnişte, o kimlikleri kaybedip yeni bir kimlik kazandık zaten! Teşekkürler forum! Teşekkürler çapulcular! (UBG/EKN)

Ulaş Başar Gezgin
22 Haziran 2013
Kaynak; bianet.org