Sendika.org: Sosyal medyada devlet eliyle otosansür – Avukat Bülent Durmuş

Sosyal medya kullanımı dünya çapında hızla artarak bugünlerde 500 milyon Twitter ve bir milyardan fazla Facebook kullanıcısı sayısı ve youtube gibi video paylaşım sitelerinde günde milyarlarca video izleniyor olması dikkate alındığında toplumun bilgi paylaşımı ve haberleşmesini radikal bir şekilde değiştirdiğini göstermektedir. Sosyal medyanın geleneksel medyadan hem daha hızlı hem de daha özgür bir alan sağladığını görmek mümkün. Geleneksel medyanın yoğun bir sansür ve oto-sansür altında olduğu ve sosyal medya gazeteciliğinin net bir şekilde ön plana çıktığı bir ortamda, sosyal medyanın gerçeklere ilişkin bilgi sağlamadaki rolü Gezi Parkı eylemlerinde çok rahat bir şekilde görülebilmiştir.

Türkiye, ifade özgürlüğü hakkını, 19.2 ve 10.3 maddeleriyle garanti altına alan Uluslararası Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi (UMSHS) ile 9 ve 10. maddeleriyle düşünce açıklama özgürlüğü güvence altına alan Avrupa İnsan Hakları Sözlesmesi’ne (AİHS) taraftır. Devletler, bu belgelerde de belirtildiği üzere, ifade özgürlüğünü belli sınırlar dahilinde kısıtlayabilirler. Uluslararası sözleşmeler söz konusu kısıtlamaların bir devletin insan haklarına ilişkin yükümlülükleriyle uyumlu olup olmadığını tespit etmek amacıyla üç maddelik katı bir sınavdan geçmesini öngörmektedir. Kısıtlamalar, başkalarının hakları ve itibarlarına saygının, ya da ulusal güvenliğin veya kamu düzeninin veya kamu sağlığı veya genel ahlakın korunmasını hedeflemeli, yasayla düzenlenmeli, gerekli ve amaçlanan hedefle orantılı olmalıdır.

Anayasa m.25/2′ye göre, “Her ne sebep ve amaçla olursa olsun kimse, düşünce ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz; düşünce ve kanaatleri sebebiyle kınanamaz ve suçlanamaz”. Anayasa m.26/1′in 1. cümlesine göre, “Herkes, düşünce kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir”

“Sosyal medya” olarak bilinen internet üzerinden yapılan haberleşmenin kısıtlanması, insanların bilgi paylaşımının önüne geçilmesi ve disiplin altına alınması, düşünce özgürlüğü ve haberleşme hakkı sınırları dikkate alınarak ceza hukuku gereği şuç tanımı ve unsurlarını oluşturan net bir haberleşme içeriği olmadıkça isabetli olmayacak, fayda yerine zarar getirecektir. Gezi Parkı eylemleri sırasında insanların “sosyal medya” aracılığı ile düşüncelerini açıklamaları ve haberleşmeleri yukarıda belirtilen hukuki düzenlemelere göre ceza soruşturmasına konu olmamalıdır.

İzmir’de yapılan gözaltılar sonrasında şüphelilerin Türk Ceza Kanunu’nun 214 ve 217. maddelerini ihlal etmekten soruşturuldukları açıklanmıştı. Bu hükümlerin de insan hakları hukukuna uygun bir şekilde yorumlanması gerektiğini, ifade özgürlüğünü sınırlandıracak ve kanunilik ilkesine aykırı olarak hükmü genişletecek anlamlar verilemez. Sonrasında medyada yer alan soruşturma konusu tweet mesajlarının “- Direniş için kullanılabilecek Wi-Fi şifreleri, – 19.30’da Gündoğdu Meydanı’nda buluşuyoruz, – Gündoğdu Meydanı’na biber gazı atıldı, buraya gelmeyin, – Tomalar gidiyor gaz sıkıyor, sopayla vuruyorlar” gibi suç unsuru taşımayan nitelikte olduğu ortaya çıkmıştır.

Hukuk devletinde, suç ve cezaların kanuniliği ilkesi geçerli olacağına göre suç unsuru olduğu iddia edilen ifadelerin hangi ceza kuralına aykırı olduğu açıkça belirtilmelidir.

Sosyal medyada yanlış haber vermek, polisin nereye müdahale yapacağını söylemek, gaz maskesi istemek gibi mesajların hiçbirisi insan hakları hukukunda sınırlandırılabilir ifade niteliğinde değildir, ceza hukuku hükümlerinin hiçbirisi de bu tür ifadeleri kapsayacak şekilde geniş yorumlanamaz.

İnsan hakları hukukunda şiddete yönlendirmenin oluştuğunu kabul etmek için çok yüksek bir standardın kamu makamları tarafından kanıtlanmış olması gerekir. Bu incelemede sözü kimin söylediği, muhatabının kim olduğu, hangi ortamda ve araçlarla söylendiği ve söylenen sözün tonu dikkate alınmalıdır. Yüzbinlerce insanın sokaklarda gösteri yaptığı bir ortamda sosyal medyada ve özellikle Twitter’da paylaşılan mesajların insanların yapmayacakları bir şeye yönlendirildiği şeklinde yorumlanması gerçeklikle bağdaşmadığı gibi kanunun kötü niyetli bir şekilde yorumlanması olarak nitelendirilebilir.

İfade özgürlüğünün kısıtlanması benzer görüşü ifade etmek isteyen diğer kişileri de etkileyecektir. Sosyal medya ve Twitter gibi araçlar söz konusu olduğunda bu etkinin çok daha aşırı olduğu kolaylıkla gözlemlenebilir. Sosyal medya soruşturmasında 24 kişinin gözaltına alınması sonucunda onbinlerce sosyal medya kullanıcısı soruşturmanın etkisi ile tedirginlik yaşamıştır. Haberleşme ve ifade özgürlüğünün korunması gereken demokratik hukuk devletinde böyle bir etki kabul edilemez.

Şiddetle hiçbir şekilde doğrudan bir illiyet bağı bulunmayan sosyal medyada kullanılan ifadelerin soruşturma konusu yapılmaması, özel hayatın ihlali yolu ile kişilerin mesajlarına ulaşıp bu kişileri soruşturma konusu yapanlar hakkında soruştuma yapılmalıdır.

Sosyal medyada bir konunun eleştirilmesi, yapılan eylemlerin desteklenmesi, iyi görüldüğünün söylenmesi, konuların abartılarak tartışılması, insanların birbirini hicvetmesi, tartışması, yönlendirmesi, esas itibariyle suç olmadığı gibi, suç haline de dönüştürülmemelidir.

Demokrasilerde önemli olan kişilerin zarar görmemesidir. Kamu otoritesini koruyup kollamak maksadı ile kişi özgürlükleri kısıtlanamaz. Haberleşme ve ifade özgürlüğünden en iyi şekilde yararlanmayı sağlayan Twitter ve diğer sosyal medya araçlarına getirilecek her türlü kısıtlama veya müdahale, AİHM’in bir çok kez önemle belirttiği “haber alma ve verme hakkına kısıtlama” getirecektir.

Avukat Bülent Durmuş
İstanbul Halkevi Yönetim Kurulu Üyesi

21 Haziran 2013
Kaynak; sendika.org