Vicdanlı olmak için evlerimizi fiziksel ya da ruhsal bağlamda terk etmek zorunda olmadığımız bir gün, içinde doğduğumuz yerde sesimizi duyurabildiğimiz bir gün halk olacağız.
Çeşitli kollarından statükoya sarılmış ailelere Kürt meselesinden, Ermeni meselesinden ya da AKP’nin faşizminden bahsedildiğinde hep “kandırılmış” damgası yenen; bir kelimeyle tanımlayıp geçemeyeceğimiz bir kalabalığın içinden yazıyorum bu yazıyı.
Ülkenin en büyük günahlarından birini işlemişiz ve kendi sınırlarımızı terk edip sınırların olmadığı / olmamasına gayret edildiği bir hayali ülkeye taşınmışız. Hepimizin farklı bir hikâyesi var “ev”i terk etmeye dair; bir an, bir insan ya da bir hikâye var, bildiği her şeyi yıkıp işin aslının peşine takılmak için. Ve hepimizin vardığı nokta ülkenin durulması zor birçok yerinden birisi.
Türkiye’nin kan kırmızısı çizgilerinin dışına adım atmış ve o çizgiye rengini veren acıların peşine düşmüş herkes bilir o zor yeri; en yakın olandır ve her şeyin düğümlendiği yerdir.
“Ev”dir o düğümün adı da. İşte onu çözemedikçe ülkenin öyle güçlü düğümlerden örülme bir vicdan tıkanması içinde yaşadığını hissedersiniz. Mücadeleye devam etmek zorundadır insan ve bu mücadeleyi anlatmak, bildirmek… Fakat ev dediğiniz, aile dediğiniz yerde inandığınız her şeyin tek karşılığı “kandırılmışsın sen” olur.
“Kırmızı Fularlı Kız” diye bildiğimiz Ayşe Deniz Karacagil, dağa çıkmaya karar verdi. Belki ilk değildi ama bütün ezberleri bozma gücüne sahipti. O bir Gezi direnişçisiydi ve direnişin dalgasında birlikte yürüdüğümüz ama kalbimizin birlikte atmadığı birçok insan için de önemli bir semboldü.
Bir noktadan, fazlasıyla “onlardan”dı. Fakat onlar kendilerine düşman hükümete karşı yürürken ve bir başkasına cellat devlete de toz kondurmazken; Ayşe Deniz, ona 98 yıl hapis cezası verenlerle yıllardır Kürdistan’da kan dökenlerin her defasında başka bir bedende karşımıza çıkan aynı devletin ruhu olduğunu biliyordu besbelli, onlardan farklı olarak. Ve belli ki annesi de kızının bildiğine inanıyordu.
Bu kadar üzücü bir olayın ardından hakkaniyetini kaybetmeden açıklama yapacak yüreklilikteki Nuray Erçağan için bir şeyler yazmak istedim cümlelerini okur okumaz.
“Alanya’da da tamamı PKK’lılardan oluşan bir koğuşa gönderildi. Biz cezaevi yönetimine itirazda bulunduk ancak kabul edilmedi. Deniz bu esnada koğuşta Kürtçe öğrendi, onlarla dertleşti ve en sonunda da isyan etti. Böyle olacağı belliydi.”
Böyle diyordu Erçağan; kızının duruşuna saygıyı teslim ediyor, aynı zamanda ülke gerçeklerine, acılarına sırtına dönmüyordu cümleleri. Kızı direnen, güçlü bir kadındı ve herhangi bir karar onun kararıydı. Ve evet, bu ülkede devletin kırmızı çizgilerinin dışına doğmuş insanlarla dertleşince insan isyan ederdi, o çizginin içinde durmak istemezdi.
“Dertleşmek” diyordu; ikna edilmek ya da kandırılmak değil. Ve bir başkasının dilini öğrenmekten bahsediyordu; duymaktan ve duymakla başlıyordu her şey işte. O zaman bozuluyordu devletin oyunu. Ve birden insan oluyordu herkes; bizi kandıran hainler, dert ortağı oluyordu. O vakit insan temas ediyordu gerçeğe ve asıl kandırılmışlığa.
Yıllarca hain sandıklarının yok sayılmış acılarıyla dertleştikçe görüyordu insan “kandırıldın” diyenlerin vicdanını nasıl kandırdığını. Doğduğu yere dönüp sitem ettiğinde ise aynı cümlelerin yankısında boğuluyordu. Oradaki kandırılmışlık ya da inkâr düğümünü çözecek gücü bulamazken kendisi gibi bir kadın içine doğduğu yeri terk ediyordu ve annesi ona orada doğmuşluğunu sorgularsa hiç doğmamış olacağını söylemiyordu. Demek ki insanın vicdanıyla var olabileceği evler de vardı. Ve benim için bu hikâyedeki evde iki güçlü kadın, hakikati yüzümüze vuruyor, bize de devam edecek gücü veriyorlardı.
“Destan Yörük” olmayı seçti Kırmızı Fularlı Kadın. Gençliğini çürütecekti çocuk katili devlet, o da kendi deyimiyle iplerinden kurtularak özgürlüğünü seçti. Tam da devlet ve medya bir elden “kaçırılan” çocuklar oyunu sergiler ve birçok insan devlete “onlar kaçırılmıyor, zulümden kaçıyor” diye sesini duyurmaya çalışırken bizim üzerinden atlamaya çalıştığımız o sınırlara koca bir çizik attı. Annesi de bütün bu riyanın ve inkârın üstüne…
Bütün Türkiyeliler tutunabilir umarım Destan’ın annesinin cümlelerindeki soru işaretlerine. Çünkü sorunca, dinleyince, duyunca, dertleşince bulacağız birbirimizi ve devletin oyununa daha büyük çizikler atabileceğiz. Çünkü vicdanlı olmak için evlerimizi fiziksel ya da ruhsal bağlamda terk etmek zorunda olmadığımız bir gün, içinde doğduğumuz yerde sesimizi duyurabildiğimiz bir gün halk olacağız ve tek zalime karşı insan olmanın arkasında duracağız.
Herkesin bir an için de olsa, çocuklarının durduğu yerlere devletin tepesinden değil de insanın göz hizasından bakabileceği günlere bir yol açan cümleleri için Nuray Erçağan’a teşekkür ediyorum kendi adıma ve belki birçok vicdan adına.
Burcu Arıkan
24 Haziran 2014
Haberin kaynağı için tıklayın; bianet.org