BirGün: Bu kent öldürüldü diyorlar!

En son Uğur Kurt’un polis kurşunuyla kafasından vurulması ve olayın Cemevi bahçesinde gerçekleşmesi hemen ardından da Okmeydanı’nın riskli alan ilan edilmesi tesadüf değildi.
bu-kent-olduruldu-diyorlar-1

“Bu kent öldürüldü diyorlar
Kurşuna dizildi bir gece yarısı
Hayaletler geziniyormuş şimdi
Sokak aralarında ve caddelerde
Baykuş tüneği olmuş alanlar
Ve yarasalar uçuşuyormuş…”

Ahmet Telli’nin şiiriyle girdim Kentin Kırık Aynası’ndan… Her bir kırıkta çoğalarak, her bir kırıkta yara alarak ama pes etmeyerek… Bilirim ki aynada ne kadar çok kırık varsa o kadar çoğuz; o yüzden yanıltıcıdır birazda ayna… Ve ben her bir kırıkta kentleri çoğaltmak için çıktım yola, ölü kentleri diriltmek için, öldürülmek istenen kentleri kırık aynada yansıtmak için…Haftalardır ekranlarda bir fotoğraf olarak gördüğümüz Okmeydanı’na düştü yolum, sıkça gittiğim bu semte bu kez sadece gözlem yapmak için gittim. Okmeydanı ya da diğerleri…

4 MAHALLELİ SEMT

Yol uzun, zaman dar, konuşulacak hikâye çoktu… Yıllarca medyadan ‘polisin giremediği bölge’ olarak lanse edilen 4 mahalleden oluşan, bir semt burası. 150 bine yakın insan, 4 bin 500 civarında konut ve iş yerinde yıllardır ‘işgalci’ konumunda yaşıyorlar burada. Bu da yetmiyor, tıpkı diğer mahaller gibi ‘terörist’ oluveriyorlar. Çünkü onlar medyada polisle çatışan, isyan eden, olay çıkaran, otobüs yakan bir güruh olarak anlatılıyor.  Hal böyle olunca da kolayca mimlenebiliyorlar.

Peki, siz işten evinize varmak için onlarınki kadar çok engeli aşmaya kaç gün boyunca sabırla katlanabilirsiniz? Rahat, huzurlu bir ortamda isyan etme şımarıklığı mı bu izlediklerimiz yoksa doğrular yamuk, gerçekler örtülü mü acaba!?

DEVLETİN GÜÇ DENEMESİ

96-98 yıllarında büyük yürüyüşlere sahne olmuştu Okmeydanı. Bir de ruhsatsız içkili mekânların yoğunlaştığı bir zamandı. Kimilerine göre Beyoğlu’nun arka bahçesiydi. Barlar ve pavyonlar bir anda açılıverdi Okmeydanı’nda.

Buraların kapanması için 97′de 1500 imza toplandı ve önce Kaymakamlığa gidildi. Buradan yanıt alınamayınca belediyeye gidildi. Okmeydanı’na polisin baktığını, buraların ruhsatsız olduğunu ama bir şey yapamayacakları” söylenince çaresiz kendi çözümlerini üretmeye başladı mahalleli. Çeşitli yürüyüşler yapıldı. Halkın tepkisi artınca bazı mekânlar kendiliğinden kapandı ama 98 yılında çıkan büyük Kavga’da dönemin Emniyet Müdürü Hasan Özdemir sahneye çıkmıştı. 5 bin polis birden yığıldı Okmeydanı’na. Kar maskeli, keskin nişancı, siyah giyimli vs. tam 5 bin polis. Semt bir anda karışmıştı.

Özdemir, ölüm orucu döneminde Küçük Armutlu’ya gelip “Burayı süt liman yapacağım” dediğinde 4 kişi yaşamını yitirmişti, yıl 2001…

Sahne aynı, mekân farklıydı!

Ancak devletin güç denemesi yaptığı Okmeydanı’nda ne yürüyüşler bitti, ne de devletin Okmeydanı’na karşı bakışı değişti… Aradan geçen onca yıla rağmen katmerleşerek bugüne gelindi. ‘Şafak’ Operasyonları hız kesmeden devam etti…

Devletin bu tarz mahalleleri içten yok etme planları işe yarıyordu;  devlet, “temizlenmesi”  ve Okmeydanı’nda yaşayanları hizaya getirilmesi gerekenler olarak görüyordu. Yazık ki bugün sermayenin ağzını sulandırdığı Okmeydanı neo-liberal politikaların da kurbanı olmuştu çoktan.

Güneşi İçenlerin Türküsü: Okmeydanı

En son Uğur Kurt’un polis kurşunuyla kafasından vurulması ve olayın Cemevi bahçesinde gerçekleşmesi hemen ardından da Okmeydanı’nın riskli alan ilan edilmesi tesadüf değildi.

Tüm bunları düşünürken Okmeydanı Cemevi bahçesinde öylece bekledim. Gördüm ki, acılar katmerlendikçe Okmeydanı kolayca ‘riskli alan’ ilan ediliverildi…  Fatih Sultan Mehmet Vakfı üzerinden ‘ecrimsil ve kal’ davalarıyla  boğuşan Okmeydanı devletin zulmüyle bir kez daha karşı karşıyaydı…

Yanıma yaklaşan M.T’nin yüzündeki çaresizliğe baktım önce o da bana baktı sessizce sonra da ekledi, “Ahmet Misbah Şanzelize yapacağız diyor burayı, Erdoğan’ın oğlu pay bekliyor, şimdi bunlar olurken ve tam da burada Uğur’u vururlarken hiçbir bilimsel çalışma yapılmadan ‘riskli’ alan ilan ettiler… Bizim buna inanacağımızı mı düşünüyorlar?”

Sonra da devlete olan güvenden söz ediyor… “Biliyorum garip geliyor ama insanız, kendi devletin seni nasıl öldürür diyorsun, yok o kadar da değil, diyorsun ama Uğur’u burada başından vurdular ya, Ali İsmail’i döverek öldürdüler ya… Berkin’i… İnan ki hepimizi öldüreceklerine inanıyorum artık!”

M.T ile sohbetimizi bir süre devam ederken cemevinden ayrılıp Piyale Paşa’ya doğru yürümeye başlıyorum,  Beyoğlu’nun arka bahçesiymiş, güneşi içenlerin türküsüymüş, ne çıkar…

Yaşamın ve barınma hakkının elinden alınmaya çalışıldığı bir yerde hâlâ ‘devlete karşı geliyorlar’ demenin arka fotoğrafını göstermek isterdim.

Siz ölümle sınanmışsanız bir mahallede,  yaşamak için mücadele etmekten başka seçenek bırakılmamışsa, evet, devlete karşılar!

Şimdi önümüze sunulan o fotoğrafın arkasına bakalım; biz bu semtlerin bir bir devlet politikasıyla yok olmasına mı tanıklık edeceğiz yoksa Ahmet Telli’nin şiirindeki gibi tam da karşısında durup kenti yeniden mi yaşayacağız?

“Kışlık saray ne kadar dayanabilir
Hayatı kollamasını bilenlere
Ölüm suretini gezdiren serseriler
Sızıp kalacaklar birazdan
Ve bir tül gibi yırtılırken çevren
Bu kent yeniden yaşanacaktır
Bir kent nasıl öldürülür göz göre göre
Ben inanmıyorum kim ne derse desin.”

6 Mayıs 2014
Gülşen İşeri
Haberin devamı için tıklayınız; BirGün.net