İnsan Haber: İktidar ve sermaye birbirlerine diyet ödüyor

Soma’da yaşanılan felaket dünyanın gündeminde… Peki ya ardındaki gerçekler… Kaza mı cinayet mi? Üstü örtülen gerçeklerin ardında bir diyet borcu mu var? İktidarın öfkesi neden?… İlk günden itibaren orada olan Avukat Özgür Karaduman Türkiye gerçeğindeki Soma’yı, tanıklıklarının ışığında insanhaber.com’a anlattı.

soma

Soma’da yaşanan felaketin ardından yaklaşık bir hafta geçti. Yaşanan acılar ve trajediler konuşulmaya devam ederken hala bu facianın neden kaynaklandığına dair açıklama yapılmadı. Tüm dünyanın gözünü Soma’ya çevirdiği şu günlerde resmi açıklamalara göre 301 işçi yaşamını yitirdi. Resmi olmayan rakamlar ise akıllarda soru işareti olarak kaldı. Soma’da yaşanan acının yanı sıra iktidarın tutumu da ölen işçi ailelerine başka bir acı daha yaşattı. Başbakan Erdoğan’ın önce korumasının yerlerde tekmelediği işçi yakını, ardından da kendisinin bir kadına attığı yumruk Soma halkının öfkesine öfke kattı…

Peki Soma’da yaşanılanların perde arkasında neler vardı? İlk patlama 4 kişinin ölmesinin ardından olay yerinde neler oluyordu?

Avukat Özgür Karaduman olayın yaşandığı ilk saatlerde Soma’ya doğru yola çıktı. Yanın da DİSK Turizm İş Örgütlenme Uzmanı Kamil Kartal, Eski Yer altı Maden İş Sendikası Gn. Bşk. Çetin Uygur ve gazeteci Ahmet Şık’la birlikte… Yol boyu yaşadıklarını, Soma’da maden ocağına vardıklarında durumun nereye doğru evrileceğini kestirmişlerdi. Devletin üstünü kapatmaya çalışmasından endişe ederek çıktıları bu yolda, Karaduman tüm yaşananları ve olayın perde arkasını anlatırken toplumsal muhalefetin Soma’dan çıkaracağı derslere de değindi. Karaduman önermelerini, yorumlarını, muhalefet krizini ve nasıl aşılması gerektğini, insanhaber.com’a anlattı.

- Yaklaşık bir haftadır dünyanın gözü kulağı Soma’da… Siz de bir avukat olarak haberi duyar duymaz yola çıktınız… Bu yola çıkış kararını alırken neyi göz önünde bulundurdunuz?

Soma’da maden kazası olduğunu haberini aldığımızda daha önce madencilik sektöründe çalışmış sendikacı Kamil Kartal ile birlikteydik. Bu tür durumlarda daha önce de tecrübe ettiğimiz gibi, çelişkili ve gerçekçi olmayan haberler gelmeye başladı. Ölü ve yaralı sayısı konusunda devletin resmi kurumlarından, medya organlarından gelen haberler çelişki doluydu.

Bunun üzerine Kamil Kartal ile bir durum değerlendirmesi yaptık. Bu çelişkiler ve daha önce Kozlu’da, Çeltek’de ve Türkiye’de maden sektöründe yaşanan diğer kazaları düşündüğümüzde devletin infiali önlemek adına aslında gerçeklerin üzerini örtmek, sürece yayarak toplumda kanıksama yaratmak, alıştırarak yaşanan faciaların görmezden gelinmesini sağladığını, aslında Soma’da yaşanan durumun daha ciddi olabileceğini düşündük. Bütün bunları göz önüne aldığımızda gidip yerinde görmenin durumu anlamak açısından daha uygun olacağını düşündük. Sosyal Haklar Derneği’ndeki arkadaşlarla yaptığımız görüşmelerde de aynı kanaat çıkınca yerinde inceleme yapmanın spekülatif ve var olan gerçeklerin üzerini kapatmaya dönük müdahalelerin de aşılabilmesinin yolu olarak Soma’ya hareket etmenin en doğru karar olduğunu düşündük.

rop

-Soma’ya birlikte gittiğiniz ekipteki isimler de madencilere yakın isimler.
Eski Yer altı Maden İş Sendikası Genel Başkanı Çetin Uygur, Zonguldak bölgesi madenlerinde uzun yıllar sendikal faaliyet yürütmüş olan, şimdi de Devrimci Turizm İş İstanbul Bölge Temsilciliği ve örgütlenme uzmanı görevini yürüten Kamil Kartal ve gazeteci Ahmet Şık ile birlikte bir araç ile yola çıktık. Bütün yol boyunca da daha önceki madencilik sektöründeki kazalara ilişkin Kamil Kartal ve Çetin Uygur çeşitli yaşanmışlıkları aktardılar. Bölgeyi ve madeni çok iyi bildikleri için Soma’da aktarılandan çok daha vahim çok daha korkunç bir tablo ile karşılaşabileceğimizi düşünüyorlardı. TTK’ya ait bir maden ve özelleştiriliyor, ‘özelleştirme’ dedikleri aslında ‘rödovans’ denen bir uygulama. TTK maliyetlerin yüksek olduğu gerekçesi ile madeni rödovans ile bir şirkete devrediyor. Mülk sahibi TTK, işleten özel bir şirket. Madeni işleten şirket çıkardığı bütün madeni TTK’ya satıyor. Bu yöntemle aslında Türkiye’deki taşeronlaştırma, kuralsızlaştırma, güvencesizleştirme ve sermayenin yüksek kar beklentisi, maliyetleri düşürme kaygısı ile iş güvenliği konusundaki umursamazlığı hesaba katıldığında aslında oradaki facianın, katliamın varsayılandan çok daha büyük olmasının kaçınılmaz olduğunu düşünmeye başladık. Ancak aklımız korkunç bir facia ile karşı karşıya olduğumuz sonucuna ulaşırken yüreğimiz inşallah böyle bir durum ortaya çıkmaz umuduyla doluydu. Biz yola çıktığımızda bu kazada 4 işçinin hayatını kaybettiği ‘resmi açıklama’ bilgisine sahiptik. Hayatını kaybeden 4 işçi bize bir sorumluluk yüklüyordu. Kısa bir süre sonra bu rakam 20 işçiye ulaştı. Hızlı bir şekilde hükümet sözcüleri bunu yalanladıklarından biz 4 işçinin hayatını kaybettiği ‘resmi’ bilgisiyle yoldaydık. Yapılan resmi açıklamada “Soma’da nedeni bilinmeyen bir maden kazasının gerçekleştiği, mahsur kalan işçilerin olduğu, kurtarma çalışmalarının devam ettiği ve maalesef bazı işçilerin de yaralı olduğu” bilgisi veriliyordu. Soma’ya yaklaşırken kırmızı, mavi fırıldaklı araçların çokluğundan karşılaşacağımız tabloyu az çok kestirmek mümkündü. Gece yarısı Soma’ya vardık. Madene doğru giderken yol boyunca oradaki maden işçileriyle, mühendislerle konuştuğumuzda bize durumun hiç de öyle 4’lerle 20’lerle sınırlı kalmayan çok ciddi bir katliam olduğunu, sayının giderek artacağını anlatan tablo bütün çıplaklığıyla gün yüzüne çıkmaya başladı. Saat 2-3 sularıydı. Oradaki hareketlilik ve havadaki yanmış kömür kokusu – maden ocağında yangın sürmekteydi- vahim bir durumun oluştuğunu gösteriyordu.

-İlk giden ekip olarak oradaki tablo nasıldı?
Madenin ana kapısından girip jandarma kontrol noktalarına geldiğimizde ambulansları, naklen yayın araçlarını, devlet erkânının jammerlerını, jeeplerini, büyük arazi araçlarını gördüğümüzde o korkunç tablo iyice ortaya çıktı. Ocak ağzına doğru ilerlerken yanımızdan ağlayan işçi siluetleri geçiyor, korku ve çaresizliğin gözyaşlarıyla birbirlerine sarılmış kadınlar geçiyordu. Korku dolu insanlar birbirlerini teselli etmeye çalışıyorlardı ama sessizce. Havada geniz yakan çok kesif bir yanmış kömür kokusu vardı. Madende çıkan yangın hala söndürülemediği için ocak ağızlarından oksijen basmaya çalışıyorlardı -maden bir dağın eteğine kazılmış, öyle yük asansörüyle yerin altına inilen bir maden değil daha çok eğimli bir düzlemde yürüyerek aşağı inilebiliyor, aşağıda büyük dehlizler yapılmış bu dehlizlerin içinde de hava sirkülasyonunu sağlamak için ocak ağzı diye tabir edilen büyük bacalar var. Bunlar aynı zamanda herhangi bir tehlike durumunda tahliye için kullanılıyor. İçerideki dumanı ocak ağzından içeriye oksijen basarak temizlemeye çalışmışlar- her tarafta inanılmaz bir duman ve kömür yanığı kokusu vardı.

Kaza vardiya değişimi sırasında gerçekleşmiş ve insanlar üzerlerini değiştirme fırsatı dahi bulamadan madenin önünde bekleşiyorlardı. Civar ilçe ve köylerden çok fazla işçi olduğu için aileler çocuklarının, eşlerinin, akrabalarının akıbetlerini öğrenmek için bekliyor, ağıt yakıyorlardı. Çok yoğun polis ve jandarma konuşlandırılmıştı. Biz hava aydınlanana kadar herhangi bir arama kurtarma çalışmasına tanık olmadık. Yangın hala devam ediyordu. Hava aydınlanınca yeniden bir hareketlilik oluştu. Doğan gün insanların umutlarını da yeniden canlandırdı. Sabah olunca güçlü projektörlerin altında çok iyi göremediğimiz ve inceleyemediğimiz maden sahası da açığa çıktı. Binalar, maden sahası, TTK yapıları ortaya çıktı fark ettik ki TTK binalarında hala işçiler bekliyor, bir kısmı yerlerde bir kısmı koltukların üstünde uyuyor.

1soma11

-İşçilerin çalışma koşullarına dair neler söyleyebilirsiniz? İnsani koşullarda, modern şartlarda mı çalışıyorlarmış?
Benim gördüğüm gerçek şu ki; madende kazadan önce katliam yaşanmış zaten. Orada işçilerin insan olarak hiç bir değerinin olmadığını, ilkel çalışma koşullarına mahkûm edildiklerini gördüm. Başbakan aslında 19.yüzyıldaki maden sektöründeki rakamları telaffuz ederken gerçeği söylüyormuş. Ne ironiktir ki haksız değilmiş. Madencilerin oradaki yaşam koşulları neredeyse Dickens’ın romanlarındaki gibi, Emile Zola’nın Germinal’ini artamayacak ölçüde. Tuvaletler, banyolar, soyunma odaları tümüyle sağlıksız ve tamamen ilkel koşullara sahip. Oysa Soma Madencilik’in sahibi Alp Gürkan’a maden rödovansla devredildiğinde yaptığı TV konuşmalarında, verdiği gazete röportajlarında “insan sağlığına önem verdiklerini, çok modern bir tesis açtıklarını, ölümlü kazaları önlemek için yaşam odaları yaptıklarını” söylüyordu. Yaşam kurtarma odaları hiç yapılmamış, şimdi ise kaza 3-4 ay sonra gerçekleşseydi, kimse ölmezdi diyebiliyor yüzsüzlükle. Orada da kalmıyor bu yüzsüzlük ve ölçüsüzlük, aslında yaşam odaları yapma zorunluluğumuz da yoktu, söktük yenisini yapacaktık, diyebiliyor. Bu maden Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Yıldız’ın açılışını yaptığı, şirket elbiseleriyle boy boy poz verdiği, panolara inip Ramazan’da işçilerle birlikte iftar açtığı, işçilere aslında ne kadar güvende olduklarını, sağlıklı koşullarda çalıştıklarını devlet adına propaganda ettiği bir şirkettir. Aslında bu katliamın iki faili vardır; biri devlettir diğeri sermayedir. İkisi el birliğiyle şu an sayısını bile tam açıklayamadıkları işçilerin cesetlerinin üzerinde iktidarlarını sürdürmektedirler.

-Peki, burada sermaye devlet ilişkisini nasıl yorumluyorsunuz?
McDonald; Douglas, Airbusları ve F-16 savaş uçaklarını yapan firmanın sahibidir. Vietnam Savaşı esnasında bu yüzden McDonald olmasa McDonalslar olmaz denilmiştir. Aslında Türkiye’de de TOMA’lar olmazsa Greyderler olmaz, aslında sermaye ve devletin benzer iki araçla halka karşı açtığı bir savaşla karşı karşıyayız. Gezi sürecinde de bunun bariz örneği yaşadık Greyderi sokuyor doğaya, dozeri sokuyor kente, TOMA’larla saldırıyor insanlara. Muhtemelen aynı şirketlerin ürettiği araçlarla dozerlerle, greyderlerle, TOMA’larla saldırıp, katlediyorlar. Dolayısıyla inşaat sektörü, madencilik sektörü Tayyip Erdoğan’ın büyüme rakamlarıyla sürekli övündüğü alanlarda bunun bir bedelinin olduğu, bu bedelin iş cinayetleri olduğu zaten aşikâr. İnşaat ve madencilik sektöründeki vahşi kapitalizm uygulamaları ve ölümler Türkiye’nin nasıl bir cendereye alındığını nasıl bir açgözlülükle, devlet eliyle sermayenin yeniden üretimi için yağmalandığı, sınırsız sorumsuz uygulamaların kural haline dönüştürüldüğünü gösteriyor. Burada belirtmeliyiz ki siyasal iktidar ve sermaye birbirlerine diyet ödüyorlar. Dede Korkut Hikâyeleri’ndeki Tepegöz gibiler. Çocukları yiyen Tepegöz gibiler, insan kanıyla besleniyorlar ve birbirlerine diyet borçları var. Devlet, sermayenin kendini yeniden üretmesine, kuralsızlaştırma yasaları ve TOMA ile hizmet ediyor, sermaye de yolsuzluk vs. gibi süreçlerde açığa çıktığı gibi onu besleyerek bu tepegöz rejiminin devamını sağlıyor. Tek vücutta iki başlı bir canavar cisminde doğayı, insanı, emeği sömürerek varlıklarını idame ettiriyorlar. Tarihin ironisi olarak iktidarını sandıkta garanti altına almak için kömür dağıtan bir iktidarın bugün ortaya çıkan bu katliamın sorumlularını cansiperane savunması, Soma Katliamı protestolarını TOMA ile bastırmaya çalışması devlet ve sermayenin sembiyotik ilişkisinin en çıplak fotoğrafıdır.

-TOMA’ları -Soma katliamı gibi durumlarda- sermaye için bir güvence olarak mı görüyorsunuz?
Tabii. Devlet çok açık bir biçimde her zamankinden daha çok sermayenin jandarmasıdır. Antik Yunandaki tragedyalara uygun olarak sonunda tekrar başa dönecek olursak, Soma katliamına dönersek acı içindeki insanlara jandarma ve polisin aslında nasıl davrandığını hep beraber gördük. İnsanlığa dair hiçbir değer taşımadan, Başbakan geldiğinde özel harekâtçılarla, güvenlik ordusuyla insanların acılarının üstüne basa basa her şeyi kadere bağladılar ki, Başbakan üstü başı kirlenmeden Soma’ya girdi, sermayedarlarla tokalaştı halka tokatı reva gördü. Her şeyi hepimiz gördük.

Mahmut Yılmaz
20 Mayıs 2014
Haberin kaynağı için tıklayınız; insanhaber.com