BirGün: ‘Erdoğan’ın hevesini Gezi kırdı’

İktidar-yargı ilişkilerine ve anayasa hukukuna ilişkin çalışmalarıyla tanınan siyaset bilimci Andrew Arato, Erdoğan’ın önerdiği başkanlık sistemini ve Anayasa Mahkemesi ile hükümet çatışmasını BirGün’e değerlendirdi.
erdoganin-hevesini-gezi-kirdi-1

Yaptığı her değerlendirme tartışma yaratan, 2010 Anayasa Referandumu öncesinde AKP’nin yüksek yargıda kadrolaşma isteğine dikkat çekerek, “Ben kesinlikle ‘hayır’ oyu kullanırdım” açıklamasıyla şimşekleri üzerine çeken siyaset bilimci Andrew Arato, yıllar önce uyarısını yaptığı erkler çatışması hakkında BirGün’e konuştu.

Başbakan Erdoğan’ın girişimleriyle kapanan Twitter hakkındaki erişim yasağının kalkması yönünde karar alan ve AKP’yi sert şekilde eleştiren Anayasa Mahkemesi’nin (AYM) hangi motivasyonlarla hareket ettiğini değerlendiren Arato, AKP’nin başkanlık sistemi ve güçlü cumhurbaşkanı heveslerini masaya yatırdı. AYM’deki kadrolaşma teşebbüsü başarıya ulaşmayan Erdoğan’a “Tekrar kadrolaşsın!” tavsiyesinde bulunan Arato, başkanlık sisteminde ısrarlı olan Erdoğan hakkındaysa, “Kendi gücünü korumak için partinin ihtiyacı olanın çok ötesinde karşıtlık, ihtilaf ve rekabet yaratıyor” değerlendirmesini yaptı. New York’ta bulunan New School’da görev yapan ve Türkiye’yi yakından izleyen Arato, rejim değişikliğinin kilit meselesi olan barış süreci konusunda, yeterli güce, zamana ve paraya sahip olmasına karşın adım atmamakla eleştirdiği Erdoğan’ın, yeni bir eylem dalgası yaşanması halinde Türkiye’de ikinci “Tiananmen Meydanı” trajedisine yol açabileceğini söyledi.

>>Gezi olaylarından sonra rejim istikrarını kaybetmiş, 17 Aralık gibi ikinci bir krizle sarsılmış olmasına karşın Erdoğan hâlâ sistem değişikliğinde diretiyor.

Gezi’nin kendisi değil öncesi önemli. Gezi olaylarından önce Kürtlerle ilgili süreç uzun süredir olmadığı kadar iyimser gözüküyordu. O tarihlerde Erdoğan’ın anayasa değişikliği için aranan nitelikli çoğunluğa Kürt siyasetçilerin de yardımıyla erişebileceği öngörülüyordu. Bir yandan Anayasa Uzlaşma Komisyonu da yeni anayasa için çalışmalarını sürdürüyordu. Fakat komisyonun yapısı ve çalışma biçimi, başkanlık sistemi konusunda herhangi bir uzlaşıya varılmasını imkânsız kılıyordu. Oybirliğine ihtiyaç vardı ama komisyonu oluşturan 4 partinin 2’si başkanlık sistemine kesinlikle karşıydı. Sadece Erdoğan değil, hükümetin diğer kurmayları da pek çok kereler görüşmelerden uzlaşı çıkmaması halinde diğer yönteme başvuracaklarını dile getirdiler. AKP anayasayı parlamentoda değiştirmek için gerekli olan nitelikli çoğunluğa sahip değildi ancak parti dışından 6-7 vekilin desteğini alabilmeleri halinde başkanlık sistemini meclisten geçirebileceklerdi.

>>Erdoğan nasıl bir başkanlık sistemi istiyor? Çok kuvvetli bir parlamentonun ve hükümetin bir numarasıyken başkanlık sisteminde veya güçlü cumhurbaşkanında ısrar etmesinin sebebi ne?

Erdoğan için bir anlam ifade edecek tek başkanlık sistemi modelinin hiper-başkanlık olduğunu söylemiştim. ABD tipi başkanlık Erdoğan için anlamsız; kendisi hâlihazırda kuvvetli bir başbakanken koltuğunu niçin güçsüz bir başkanlık makamıyla değiş tokuş etsin ki? Erdoğan’ın üçüncü dönem için milletvekili seçilmesini engellediği ve başbakanlık yolunu tıkadığı ileri sürülen parti tüzüğü maddeleri elbette değiştirilebilir. AKP’nin ya anayasa değişikliği yaparak rejimi başkanlık sistemi doğrultusunda değiştireceğini ya da hiper-başkanlık sistemini inşa edeceklerini öngörüyordum. Bunlar Gezi öncesindeki görüşlerimdi.

>>Gezi’yle birlikte ne değişti?

Toplumsal hareket zafer kazanmadıysa da, Gezi’nin kendisi Erdoğan için büyük bir mağlubiyetti. Erdoğan politikalarının liberal, laik ve genç kitle için artık herhangi bir cazibesi kalmadığı Gezi’yle birlikte anlaşıldı. Tanıdığım pek çok kişi 2010 Referandumu’nda “evet” oyu kullandı. Yani yakın zamana kadar Erdoğan liberallerle işbirliği yapabiliyordu. AKP’nin önce üniversitede sonra da kamunun önemli kısmında başörtüsü serbestliği getiren adımları pek çok liberal tarafından desteklendi. Fakat Gezi bu bağlantıyı kopardı. Belki bu kopuş seçimlerde yeterince etkili olmadı ama Erdoğan ve AKP kültürel olarak zayıfladı.

>>AKP’liler Erdoğan’ın cumhurbaşkanlığını niçin destekliyorlar?

Üç çıkarım yapmak mümkün: Güçlü cumhurbaşkanı isteyenler Erdoğan’ın cumhurbaşkanlığına aday olmasını istiyor. Erdoğan’ın aday olmasından bağımsız olarak, cumhurbaşkanlığının zayıf bir makam olarak kalmasını isteyeneler var. Bir de Gül’ün cumhurbaşkanlığının devamını isteyen ve cumhurbaşkanlığı makamının zayıf olmasını umursamayanlar var. Son olarak Gül için artırılmış yetkilere sahip bir cumhurbaşkanlığı isteyenler de olabilir ancak kimsenin Gül için bir hiper-başkanlık sistemi kurgulama arzusunda olacağını sanmıyorum. Bu seçenekler arasında Türkiye için en büyük tehdit, Erdoğan için kurgulanmış güçlü başkanlık modeli. Bazı AKP’li vekiller de bu senaryodan çekinip Erdoğan’ın başbakan kalmasını istemiş olabilirler.

>>Başkanlık sistemi tartışmaları ve olası anayasa değişikliği çözümleri dönüp dolaşıp Anayasa Mahkemesi’ne geliyor. Fakat AYM ile Erdoğan hükümeti arasında alışılagelmişin dışında bir süreç yaşanıyor. 2010 Referandumu ile başlayan kadrolaşma süreci geri mi tepti?

Referandum öncesinde, yasa değişiklikleriyle AYM’de kadrolaşma yaratılacağını söylemiştim ama itiraz edenler olmuş, aksine referandumdaki pek çok düzenlemenin kadrolaşmayı sona erdireceğini söylemişlerdi. Tabirimi lütfen hoşgörün, bu iddia saçmalıktan başka bir şey değildi! Kadrolaştılar. Mahkemenin 11 olan asil üye sayısını 17’ye çıkardılar ve görüşlerini bildikleri 4 yedek üyeyi asil üye yaptılar. Kalan 2 üyeyi de mecliste seçerek belirlediler. 6 yeni üye kadrolaşmadan başka bir anlama gelmez. Buna rağmen AYM’nin AKP’yle uzlaşmamasını iki yönde okuyabilirsiniz. Birincisi AYM’deki kadrolaşmada Gülencilerin kullanılmış olduğu; o zamanlar Cemaat ve AKP ortaktılar ve nihayetinde ortaklık bozulduğunda mahkemedeki hâkimler artık AKP’nin yanında saf tutmamaya başladılar. Anlayacağınız, tekrar kadrolaşmaları lazım! HSYK yasa değişikliğiyle AKP referandumun olumlu kazanımlarını yok ederken, kadrolaşmayı yaratan kısımlarına dokunmadı. İkinci sebep ise daha derin; kökleri sosyolojinin babaları Émile Durkheim ve Max Weber’e kadar uzanan görüşe göre, yargı mensupları toplumdan yeterince farklılaştıklarında kendilerine has statü ve çıkar anlayışları, kendi rollerine ilişkin yeni kavrayışlar edinirler. Yargıçların yasal pozisyonları bir dereceye kadar garanti altındaysa, hükümet mensuplarının bu erk üzerinde kontrol kurması oldukça zordur.

>>Siyasal iktidarların yüksek yargıda nihai olarak kadrolaşıp bu erki kontrol altına almaları mümkün müdür?

“Court-packing” (Yargıda kadrolaşma) terimini ilk kullanan ABD Devlet Başkanı Franklin Roosevelt’tir. Nihayetinde kendi ortaya attığı yargıda kadrolaşma planını yürürlüğe koyamadı çünkü senato buna karşı çıktı. Yine de en yüksek mahkemeye 9 yeni hâkim yerleştirmeyi başarmıştı ama mahkeme buna rağmen Korematsu vs. ABD kararında Roosevelt yönetiminin aldığı Japon asıllı nüfusun kamplara toplanması kararını bozdu. Mahkeme 3’e karşı 6 oyla kararnameyi iptal ederken, Roosevelt’in atadığı yargıçların 3’ü iptal yönünde oy kullanmıştı. Yani bir mahkemede kadrolaşmaya gidilmesi, o mahkemenin hükümetin bir aparatından ibaret hale geleceğini garanti etmez. Türkiye’deki AYM de benzer biçimde kadrolaşmayla hükümete bağlanmış bir yapıdan ibaret olmadığını gösteriyor.

>>Başbakan’ın kamuoyu önünde AYM ile hesaplaşmaya girişmesini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Başbakan AYM hakkında Türkiye’deki siyasal iklim için bile çok ağır sözler sarf etti. HSYK kararının oybirliğiyle alınması, Erdoğan’ın dostu olduğunu düşündüğü hâkimlerin kendisi karşısında birleştiğini gösteriyor. AKP çok güçlü ve yerel seçimler bu gücü yeniden ortaya koydu. Ancak AKP’ye gücünü veren faktörlerden biri olan Erdoğan’ın varlığı artık partiden bir şeyler götürmeye başladı. Erdoğan kendi gücünü korumak için partinin ihtiyacı olanın çok ötesinde karşıtlık, ihtilaf ve rekabet yaratıyor. Parti dört unsurdan güç alan yönetim tarzını ilk başlarda oldukça başarılı biçimde yürütüyordu: Ilımlı İslam anlayışlarına karşın toplumu İslamlaştırmıyor, Avrupa’ya dönük yasalar yapıyor, askerin kurumsallaşmış gücünü kırarak liberallerle işbirliği halinde hareket ediyor, bir yandan da geçmiş siyasi partilere göre yolsuzluğa mesafeli bir görüntü çiziyordu. Erdoğan bu bileşenlerin çoğunu tehlikeye attı. Yolsuzluk skandalına karışıyor, kitle hareketlerini zor kullanarak bastırıyor, Avrupa hakkında oldukça kuşkucu çıkışlarda bulunuyor; nihayetinde partinin ana söylemini ve imajını kökünden sarsmış oluyor.

>>2010 Anayasa Referandumu tartışılırken, asker-demokrasi dikotomisi AKP için hâlâ geçerli bir savdı ve bu sav Batı ve Avrupa ülkelerinin iktidarın attığı adımlara belli ölçüde destek vermesini sağlıyordu. Fakat artık böyle bir karşıtlıktan bahsetmek mümkün değil. Süren tek kavga Cemaat ile AKP arasındayken, iktidar gerginlik siyasetini Batı desteği almak için nasıl kullanacak?

Referandum için “hayır” oyu verilmesi konusunda Türkiye dışından çağrı yapan çok az sayıdaki kişiden biri de bendim ancak Avrupalıların çoğu referandumu destekledi. Bugünse referandumla getirilenlerin bir kısmını ortadan kaldırdığı gerekçesiyle Erdoğan’ı eleştiriyorlar. Gezi ve yolsuzluk skandalları Erdoğan’ın Avrupa’daki imajını çok kötü şekilde zedeledi. Uluslararası anlamda Erdoğan Türkiye’yi zayıflattı. Eğer Suriye’ye taşınan kimyasal silahlarla ilgili Seymour Hersh’ün iddiaları doğru çıkarsa Türkiye çok daha güç bir durumda kalacak.

>>AKP’nin iç çemberinde yer alan isimlerin, Erdoğan’ın yerine yeni bir lider ortaya sürmekten korktukları uzun süredir konuşuluyor. Erdoğan, AKP’nin siyasal hayatının başında sahip olduğu avantajları tek tek ortadan kaldırırken, parti içerisinde başka bir lider isminin telaffuz edilememesini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Korkunun farklı anlamları olabilir. Pek çok kişiyi ve pek çok konuyu kontrolü altında tutan bir kişinin görevinden ayrılması kolay olmayabilir. Erdoğan’ın birlikte çalıştığı isimlere karşı kullanabileceği pek çok kozu olmalı. Ondan başka bir ismi lider olarak öne sürememelerinin sebeplerinden birinin bu olduğunu sanıyorum. Öte yandan Erdoğan’ınsa gidecek pek yeri yokmuş gibi gözüküyor; kendini koruması için ya cumhurbaşkanı olmalı, ya da başbakan olarak kalmaya devam etmeli.

>>Gezi Parkı olaylarına benzer yeni bir eylemlilik dalgası meydana gelebileceğini konuşuyor, hükümet tedbirlerini artırıyor. Benzer olayların yaşanması Türkiye’yi nasıl etkiler?

İkinci sefer işler Tiananmen Meydanı’na döner. Benzer bir eylemlilik halinde hükümetin Gezi’dekinden çok daha şiddetli karşılık verebileceğini düşünüyorum çünkü Erdoğan Tahrir Meydanı’nı gördü; gittikçe şiddetlenen toplumsal hareketin iktidar gücünü yok edebileceğini biliyor. Gerçek iktidar aşağıdan yani toplumdan gelir, elitlerden ve hatta paradan değil. 14 milyon insan sokağa çıkarsa ne Mursi, ne Mübarek, ne de Bin Ali iktidarda kalabilir. Devlet baskısı ve şiddeti kalabalıkları büyütür ancak baskı ve zor ancak olayların başında iktidarların lehine çalışır; milyonlarca insan sokaktayken askerler ve ellerindeki silahlar anlamsızlaşır.

>>AKP Türkiye içerisinde hiç olmadığı kadar çok cephede kendine düşman yaratmışken, Başkanlık sistemini getirecek rejim değişikliği teklifi gerçekçi mi?

Erdoğan’ın karşısında gerçek bir siyasal rakip bulunmadığı için bu soruyu yanıtlamak çok kolay değil. Türkiye’de toplumsal hoşnutsuzluğun artması ve muhalefet gruplarının olması yeterli değil; bunların siyasal karşılık bulması için kurumsal bir yapılanma ve liderlik gerekiyor. Bir tarafta Erdoğan’ın olduğunu biliyoruz, peki diğer tarafa kim önderlik edecek?

>>Erdoğan için bu krizden çıkış yolu ne?

Erdoğan’ın yerinde olsaydım, bu kadar beladan kurtulabilmek için Kürt meselesini bir an önce çözmeye çalışırdım. Elbette, baskısını artırma yoluna gidip seçimleri iptal edebilir, darbe yapabilir ve hatta Suriye’ye savaş açabilir. Ancak akılcı çözüm Kürt sorunundan geçiyor. Kimileri, Erdoğan’ı ülkenin başında tutmanın maliyetinin, Kürt sorununun çözümü uğruna kabul edilebilir olduğunu söylüyor. İstanbul’daki görüşmelerimde “Erdoğan’dan nefret ediyorum ama Kürtlerle anlaşmayı başarabilirse liderliğini sürdürmesinde sakınca görmüyorum” benzeri ifadeleri çokça işittim. Bu görüşün savunucuları başkanlık sistemine geçişi ve Erdoğan’ın başkan veya yetkili bir cumhurbaşkanı haline gelmesini büyük bir bedel olarak görmeyeceklerdir. Aynı fikirde değilim çünkü şimdikinden de geniş yetkilere sahip olursa, verdiklerini geri almaya kalkabilir.

9 Mayıs 2014
Doğu Eroğlu
Haberin devamı için tıklayınız; BirGün.net