Evrensel: Hükümet Gezi’yi çok iyi anladı – Bülent Falakaoğlu

Bu yazının yazıldığı saatlerde memleketin durumu şöyleydi: Hükümet gazlıyor halk tüm yurtta direniyor!

Bu tablo karşısında hiç de azımsanmayacak ağırlıkta şöyle bir kanı var…

Hükümet Gezi Parkı’ndan tüm yurda yayılan direnişin ruhunu anlamadı. Başbakan o yüzden ‘faiz lobisi’, ‘büyüyen Türkiye’yi çekemeyenlerin tezgâhı’ söylemlerine sarılıyor. Uzlaşmış gözükmesine rağmen aslında bildik devlet refleksiyle püskürtüyor.

Bu kanıyı taşıyanlara göre eylemler, pek çok orta sınıf kentli insanın bastırılmış öfkesinin dışa vurumu… Ayrıca gençlerin kendi varlığını göstermekten öteye geçmesi hali.
Ve hükümetin de anlamadığı bu!

Söz konusu tespitler karşısında iki sorunun cevabı önem kazanıyor.

Birincisi hükümet acaba olan biteni okuyamıyor mu?

İkincisi, eylemleri sadece yaşam biçimine müdahale isyanı, buyurgan üsluba itiraz gibi sosyo-kültürel kodla okumak yeterli mi? Yoksa işin ekonomik, sınıfsal bir yanı da var mı?

İkinci sorudan başlayalım.

Elbette sosyo-kültürel kodlar etkili oldu.

Yasal düzenlemeler ve başbakan başta olmak üzere AKP sözcülerinin üslubuyla inşa edilen… İnsanların özgürlük alanlarını sürekli daraltan… Din soslu milliyetçilik üzerinden yükselen…
Muhafazakâr ideolojik hegemonya insanları boğdu.

Fakat işin içinde, motoru devasa inşaat projeleri olan vahşi kapitalist birikimin yarattığı ekonomik, sınıfsal bir boyut da var.

‘YÜKSEK’ ÜCRETLİ BARİKAT MİLİTANLARI
Plazalardan, iş kulelerinden, sahnelerden, film setlerinden alana aktılar. Reklamcıydılar… Medya çalışanıydılar, bilgi-iletişimciydiler… Eğitimciydiler, sağlıkçıydılar…

Onları ‘orta sınıf’ olarak tanımladılar. Ama işgücünü satarak yaşayan bu kesimi son derece tartışmalı olan ‘orta sınıf’ kavramıyla tanımlamak doğru değildi.

Sahip oldukları emek gücü fiziksel olmaktan ziyade bilgi yoğundu… O kadar.

İyi eğitimliler. En az bir yabancı dilleri var. Teknolojiyi yetkin bir şekilde kullanabiliyorlar. Bilgilerini, yaratıcılıklarını, yeteneklerini teknoloji ağırlıklı ekonomik faaliyet sahasında pazarlıyorlar.
Görece ‘yüksek’ ücret alıyorlar.
Peki, bunlara ne oldu da ayaklandılar?

Kravatlarıyla… Göze çarpan sağlam kasklarıyla, en fonksiyonlu gaz maskeleriyle, yanmaz eldivenleriyle barikatın arkasına nasıl oldu da geçtiler?

Soruların cevabını biraz öteleyip hükümetin çok parlak gördüğü ekonomiye mercek tutalım.

SIKIŞMA VE KÖLELEŞME HALİ!
AKP ekonomisinin üç temel direği: Ucuz emek, dış kaynak ve inşaat sektörü!

Dış kaynağın hedefi faiz, inşaat sektöründeki iştahın sebebi ise rant!

Faiz ve rant! Toplumda üretilen artık-değeri yutan iki kan emici!

Bu iki kan emicinin beslenebilmesi için emeğin iyice ucuzlaması, dış kaynağın sürekli akması gerekiyor.

İnşaat harcamaları, toplam yatırımlardan giderek daha büyük pay alıyor. İmalat sanayine yönelik, üretime yönelik yatırım harcamaları azalıyor.

Sanayinin inşat karşısında ezilmesi hali!

Bir rant ekonomisi üretilen değerleri yutuyor.

Söz konusu rantı besleyebilmek için güvencesizlik, ucuz ve kuralsız çalışma dayatılıyor. Alın teri yetmiyor kan da veriyor işçi ve emekçiler bu çarka. 10 yılda 10 bin kişi iş kazasına (cinayetine) kurban gitti. 10 binler sakat! On binler meslek hastalığının pençesinde.

Proletaryası bu durumda olan ekonomi de emek gücü bilgi yoğun olanlar da bu sürecin dışında kalamaz.

Mühendisi, mimarı, muhasebecisi, bankacısı da…

Ağır bir çalışma koşulu içinde bulur kendini.

Buldular da nitekim! Baskının, sıkışmanın, köleleşmenin gerçeğini her gün biraz daha hissetiler.
Örgütlü değillerdi. Toplu itiraz şansları yoktu. Bireylerdiler, birey birey öğütüldüler.

Teknoloji, bilişim, iletişim, yönetişim… En ileri bina, mekân, ortam, araç, cihaz… Kurtarmıyor işte!

2023 VİZYONU VAR GELECEK YOK!
Hükünet ortaya 2023 vizyonu koyuyor. Peki, hükümetin yüksek döviz açığı bulunan… Döviz bağımlısı bir hal almış olan… Yüksek oranlı işsizliği yapısal bir hale gelen ekonomisinin vaadi ne?

3. Köprü, yeni havaalanı, Kanal İstanbul…

Hepsi rant projeleri. Üretimle ilgili büyük projeler ortada yok! Gelir dağılımını düzeltebilecek hamleler yok. Tıs… Üstelik her büyük yatırım yeni büyük bir dış borçla yapılıyor.

Rantı besleyebilmek borcu ödeyebilmek için çalışanların ümükleri biraz daha sıkılacak.

Gençlere gelecekten umutlu mu?

Eğitim sistemi, çocuklara, gençlere gelecek hazırlamak yerine onları piyasanın mamulü olmaya hazırlarken… Yeni eğitim sistemiyle ucuz işçi olmalarının önünü açılırken. Esnek ve güvencesiz bir çalışma ortamı yaratılmışken… Hangi eğitim düzeyine ve hangi mesleğe sahip olursa olsun işsizlik tehdidini yaşayacağını bilirken… Gençlerin gelecekten umutlu olabilmeleri mümkün müdür?
Elbette ki değildir. Gençler de bu yüzden alandaydı zaten.

Rekabetin gereği iş yerinde her gün biraz daha artan boğulma hissine eklenen… Çocuklarının geleceğine dair karamsarlık… Ve de doğanın geleceğine dair artan umutsuzluk beyin emekçilerini de itmiştir barikatlara!

İşçi sınıfının güvencesiz, işsiz ve lümpen kesimleri de yanlarındaydı.

Olmayan ise işçi sınıfının ana gövdesi ve örgütlü kesimiydi.

YA BİRLEŞİRLERSE…
Bloglara, yazılara ve haberlere bolca yorumları, facebookları, twitterları vardı. Sosyal paylaşım ortamlarında protestolar da gerçekleştiriyorlardı. Bireysel olarak buralarda özgürdüler. Ama işyerinde rekabetçi bir mengenenin arasında bireysel yalnızlık ve ezilmişlikten başka bir şey yoktu!
Şimdi teknolojiye yatkınlıklarını silaha dönüştürüyorlar. Uluslararası ilişkiler kuruyorlar. Eylem örgütlüyorlar.

İşte hükümetin korkusu da tam buradadır. Ya örgütlenmesini, eylemlerini (çalışma koşulu, üretimdeki pozisyonu olarak parçası haline geldiği) işçi sınıfıyla buluşturursa. Sanayi işçileriyle, örgütlü işçilerle birleşmeye başlarsa?

Şimdi cevapsız bıraktığımız, “Hükümet sokağa çıkan hareketi anlamıyor mu?” sorusunun cevabına dönebiliriz.

Anlıyor. Hem de çok iyi anlıyor. Büyümeden başını ezmek istiyor. Bütün hiddeti bundan!

Bülent Falakaoğlu
16 Haziran 2013
Kaynak; evrensel.net