Başlangıç: Gezi’den 17 Aralık’a büyük komplo anlatısının şifreleri

Gezi ile başlayan muazzam toplumsal memnuniyetsizlik, AKP ile yollarını ayırmış yargı içindeki bir kesimin hükümetin yolsuzluk dosyalarını ortaya sermesiyle bir hükümet krizine dönüştü. Hükümet konuyu bir darbe-demokrasi denklemiyle sunmaya çalışıyor.  Oysa herşeyden ama herşeyden bağımsız olarak yolsuzluk hukuken ve etik olarak bir hükümetin düşmesi için yeter koşuldur.

page_akpliler-anlatiyor-neden-basbakani-karsilamak-icin-havaalanina-geldik_968587371

Ve elbette düşen hükümetin yerini bir teknokrat hükümet, bir azınlık hükümeti ya da seçimleri erteleyen başka bir düzen alırsa bu sürecin bir siyasal darbe ile sonuçlanması anlamına gelir. Oysa Türkiye’de yakın görünür vadede yukarıdaki hiçbir anlamda darbe seçeneği yoktur. Bunun en büyük güvencesi de 20 milyona yakın insanın katıldığı ve değişik biçimlerde katılımcı demokrasi ve çoğulculuk talebini temsil eden Gezi hareketidir. Zaten küçük birkaç çevrenin dışında bu tür yaklaşımlara heves eden yahut bunu dillendirenlerin de olmadığı herkesçe malum. Öyleyse bugün “hükümet istifa” diye atılan sloganlar bir darbe sloganı asla ve asla değildir. AKP’nin 11 yıl iktidarda kalabildiği Türkiye’de, Sisi kılıklı birisi 11 gün bile iktidarda kalamaz. Bunun güvencesi de 12 Eylülcülerin paltosundan çıkmış AKP’liler değil, çoğulculuğun somut siyasal ve aşağıdan gelen sesi olan Gezicilerdir.

Hükümeti tarihi boyunca ilk gerçek krizle karşı karşıya getiren Gezi Halk Hareketi olmuş ancak bu sarsıcı sürecin siyasi sonuçlarından faydalanmaya çalışan başka güçler sahneye çıkıp rol çalarak bir taşla iki kuş vurmaya çalışmaktadırlar. Yukarıdakilerin eskisi gibi yönetemeyeceklerini ortaya çıkaran 2013 haziran tablosundan, yukarıdakilerin bir kanadı 17 Aralıkla kendi lehine bir başka gerici restorasyon çıkarma gayreti içindedir. Bu bakımdan yolsuzluklara tepesine kadar bulanmış bir hükümet mutlaka istifa etmeli, ancak yerine çoğunlukçuluk yerine çoğulculuk, salt temsiliyet yerine katılımcılıkla güçlendirilmiş bir temsiliyet ve nihayet otoriterizm yerine özgürlükleri sağlayacak düzenlemelerin gelmesi için mücadele edilmelidir.

egemen blok çatlağı cemaatle sınırlı değil!

Çoğunlukla ve kolaycılıkla tespit edildiği gibi egemen blok içindeki çatlak sadece cemaat-hükümet çatlağı olarak okunamaz. Büyük burjuvazinin kayda değer bir kısmı, AKP’nin AB ve ABD’deki müttefikleri ve hatta AKP içerinde Erdoğan’a yeminle bağlı olmayan çeşitli kesimler birbirlerinden farklı gerekçelerle de olsa aynı sonuca ulaşmış ve AKP’ye yönelik rızalarını geri çekme kararı almışlardır. Bu başta Suriye politikası olmak üzere AKP’nin dış politika başarısızlıkları kadar farklı kesimlerin giderek sorgulanması imkansızlaşan bir tek adam diktatörlüğünden duydukları kaygı ile ilgilidir. Elbette bu kesimlerin kaygıları insan ve özgürlüklerle değil sermaye ve sermaye egemenliğinin sürdürülme biçimleri ile ilgilidir. Washington, Berlin Londra ve Paris açısından da belirleyici olmaya başlayan büyük burjuvazinin tercihleri olmuş, buna mukabil Erdoğan’ın-AKP’nin dengelenmesi gereğini ifade eden açıklamalar çeşitli vesilelerle dile getirilmeye başlanmıştır.

Bu bakımdan büyük burjuvazi, Batılı güç merkezleri ve cemaat açısından ortaya konan tercihin AKP’nin bitirilmesi değil dengelenmesi olarak ortaya çıktığını söylemek yanlış olmayacaktır. Nitekim söz konusu çevrelerin sözcüleri ve tercümanları vasıtayla ortaya konan yaklaşım daha ziyade Başbakan Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ile dengelenmesi ve her ikisinin de içinde olduğu geniş egemen bloğun müesses nizamın diğer güçlerince dengelenebildiği bir siyasal sistemin korunabilmesi idi ve hala da öyle.

Özetle cemaat, büyük burjuvazi ve uluslararası güç merkezlerinin birbirini tamamlayan Erdoğan’la yeni bir sözleşme yapma çalışmaları, Erdoğan’ın kibri ve ideolojik tercihlerindeki tekçiliğiyle çatışmaya girmiştir.   Egemen blokta çatlama elbette aynı zamanda bir hegemonya çatlamasıdır.  Hegemeonya çatırdarken yerini nasıl bir siyasal iklimin alacağı yanıtlanması ertelenemez en acil sorudur.

“hükümet istifa”nın anlamı: kamuculuk, katılımcılık ve çoğulculuk

Peki hükümet istifa talebinin hakiki bir demokratik dönüşüme vesile olabilmesi için nasıl içeriklendirilmesi gerekmektedir? Bu içerik Türkiye’de en somut, en kitlesel ifadesini Gezi’de buldu. O vakit bir partisi olmayan ama on partiden daha önemli bir sosyal-siyasal ifadeye vesile olan Gezi’nin çoğulcu dilinden ve kültüründen çıkarılması gereken talepler olmalı:

-Öncelikle yolsuzlukların soruşturulmasını engelleyen tüm idari ve yargısal değişiklikler geri alınmalı ve soruşturma sürmeli.

-İkinci olarak yeni kabine yeni bir idare-yürütme tasarrufunda bulunmadan meclisin ilan edeceği bir erken seçim takvimin gereklerine göre hareket etmelidir.

-Erken seçimlere giderken başta seçim barajının kaldırılması olmak üzere temsiliyetin katılımla güçlendirildiği bir yeni düzenleme yapmalıdır. ( ÇOĞULCULUK, Gezi hareketinin ortak ruhu olduğu kadar temel siyasal talebi olarak da ortadadır)

-Dördüncü olarak da soruşturmalara konu olan başta Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın yarattığı ekolojik ve insani tahribat, kurum ve kişilerin halka mal ettikleri zararların tazmin edilmesi sağlanmalıdır. Eğitim, barınma, sağlık ve altyapı yatırımları adı altında el konulan kamusal kaynaklar tekrar kamusal sahiplerine iade edilmelidir bu alanlardaki gerçek ihtiyaçlar için seferber edilmelidir.

Tarihsel bilgi bize şu iki temel sosyal olguyu anımsatıyor. Öncelikle güçlü ve etkili her kitlesel hareket egemen blok içinde çatlak yaratır. Egemen blokta yaratılan çatlak kitle hareketinin başarısını taçlandırır anacak yeni siyasal sürece yeni güçlerden en örgütlü olanı hakim olur. Bizim sosyal isyanımızın yarattığı çatlak apaçık ortada, ancak yeni dönemi ezilenler lehine demokratik bir dönüşüme vesile kılacak örgütlülüğü sağlayıp sağlayamayacağımız sorusu sahada yanıtlanmak üzere orta yerde duruyor.

Bu bakımdan yukarıda andığımız talepler bir yada birkaç siyasi partiye bırakılamayacak kadar ciddi ve yaşamsal taleplerdir.  Aşağıdan, katılımcı ve eşitlikçi bir demokratik dönüşüm için yeniden kenetlenip kaderimizi ellerimize alabiliriz.

Stefo Benlisoy
01 Ocak 2014
Haberin kaynağı için tıklayınız; baslangicdergi.org