Jiyan org: Gezi’nin yerel siyaseti ya da ‘yüksek balkonlarınızdan inin! – Sarphan Uzunoğlu

gezi

Yerel seçimlerin ‘kasvetli’ havasına bürünmüş seçimlerde isimler tek tek ‘bir adım öne’ çıkmaya başladılar bile. ‘Resmi’ adaylık evresi ortada olmasa da Binali Yıldırım’dan Mustafa Sarıgül’e, yine ve yeniden ‘tanıdık’ simaların aday olarak kentlerin belleklerine zorla sokulmaya çalışıldığı bir ‘seçim’ olacağı aşikar.

Tam da bu noktada kendimize sormamız gereken soru şu olsa gerek: Mesele seçimse, o sokaklar neden denizlere çıktı ve yollar neden bozkırlardan geçti? Hatay’da akan kanın yahut Eskişehir’de bir sokak ortasında delicesine dövülüp sonra da canını teslim eden Ali İsmail Korkmaz’ın hatırası bu ülkede değişimin ‘seçimle’ geleceğine mi inandırdı bizi?

Forumlar ve Gezi Direnişi, Türkiye’de ‘gerçek ve doğrudan’ demokrasi anlayışının harika birer ‘çıktısı’ olarak girdi hayatımıza. Bugün ise yine o forumlar için hiçbir şey söylemeden, hatta forumların sönümlenmesinden yer yer mutlu da olan siyasetçilerin ‘yüksek siyasetin’ olağanüstü konforuna hemen kendilerini kaptırdıklarını görüyoruz.

Bu bağlamda Alper Taş ve Sırrı Süreyya Önder’in yaptıkları çağrılar bile ya muhatabına ulaşmadı ya da çağrının eylem kadar kuvvetli olduğu varsayılarak çağrının öznelerince yeterince arkasında durulmayan fikirler olarak ortada kaldı. Öyle ya da böyle Gezi’nin ‘asli’ tabanının CHP’yle arasındaki mesafenin ‘kısalığına’ bakacak olursak, değil forumlara zar zor önseçimlere yanaşacakmış gibi görünen bu partinin haline baktığımızda da Gezi Ruhu dediğimiz şeyin liderlerin grup konuşmalarını ‘alevlendiren’ bir olaylar dizisine indirgendiğini görüyoruz.

Ancak hatırlatmak isteriz ki, Gezi sürecinde sokaklarda olan milyonlarca kişi ‘şahısların’ değil kitlelerin spontane birlikteliği olarak oradaydılar ve ‘kitleler’ birlikte hareket ederek ‘kendin yap’ komünleriyle birlikte Gezi’nin içinde de dışında da yeni yaşam alanları inşa ettiler ve kent kültürünü bir daha silinemeyecek şekilde değiştirerek bu topraklarda neoliberalizme ilk büyük yenilgisini tattırdılar.

Forumlar ve Gezi Direnişi, Türkiye’de ‘gerçek ve doğrudan’ demokrasi anlayışının harika birer ‘çıktısı’ olarak girdi hayatımıza.

Bugünse partilerin başta ‘aday gösterme’ olmak üzere hiçbir araştırma çalışması yapmadan ‘adayların adını ısıtarak’ aday göstermeye çalışması, birçok açıdan benim kuşağım için ‘nihayetinde oyumuzun adresini biliyor olsak da’ kırıcı bir şey. İki açıdan kırıcı: Birincisi bu gurur kırıcıdır, keza siyasetin asli özneleri, gözleri çıkanlar, bacakları kırılanlar sözleri bir kez olsun sorulmadan yüksek siyasette piyon dahi olmadıkları konumlarına davet edilmektedirler, ikincisi de cesaret kırıcı olmasıdır ki Başbakan’ı yurtdışında sessiz kalmaya zorlayacak kadar büyük Taksim İşgali, yüzyıllar sonra dahi anılacakken, garip bir şekilde yerel seçim gündemi bu gündemi burjuva basının da emekleriyle ezip geçmiştir.

‘Diktatör’ çığlıklarıyla uğurlanan ve karşılanan bir lider, basının elinde ‘Kürt barışının mimarı’ haline getirilirken, öte yandan da partiler hukukuyla yitirilen zaman ve partilerin ‘ben bilirimci’ tavırları, spontane gücü evine geri yollamış, bazı partilerin forumlardaki tavırları da, siyasetteki tavırları da insanların eve dönmeleri konusunda polis şiddeti kadar etkili olmuştur.

HDP’ye oy vereceği ve kampanyasında çalışacağı açıkça söyleyebilen biri olarak benim arzum, kamusal alanların politikliğine yaslanarak forumlar ve ‘çapulcular’ ile barışan ve buluşan bir HDP’nin ve dahi CHP’nin aday belirleme konusunda sahibine göre kişneyen araştırma şirketlerine değil, bizzat halkın kendisine güvenmeleridir. Ancak bu şekilde, çoktan inancımızı yitirdiğimiz yüksek siyaset sahnesinden inip ‘bize peygamber’ gibi dokunmasını bekleyeceğimiz bir ‘temsilci’ tahayyülümüz olduğunu sananlar bizim kuşağımızı anlamakta çok açık zorluk çekmektedirler ve bu zorluk da Gezi sonrası Türkiye’sinde pek de ‘anlaşılabilir’ bir şey değildir.

Bizim bizle alanlarda olan tüm siyasetçilerden beklentimiz, siyasetçiliklerini bırakıp eylemci kimlikleriyle yerel seçimleri de aşan bir eylemlilik için strateji üretmeleridir. Bu da ancak örneğin Sırrı Süreyya Önder’in değindiği kente ve insanlığa karşı suç işlememiş insanlar gibi çeşitli ortaklaşmalar üzerinde olur ki bu ortaklaşmayı sağlamak yeni sınıfsallık olarak prekaryanın hem vicdani hem ekonomik hem de politik bir hamleyle sokaklara döküldüğü Gezi’de olduğu üzere görünürlüğü olan isimlerin insafına kalmıştır.

Kent hareketi de, ‘çapulcular’ da sokaklarda olmaya devam edecek. Ancak bizi sandığa ‘gururla’ taşıyacak şey, üstünde bu ülkenin gördüğü en uzun halayların çekildiği, en özgür marşların söylendiği günlerin ruhunun ta kendisidir. Keza biz yüksek balkonların alçak siyasetinden çok sıkıldık, ve sizin de ‘balkon konuşmaları’ başta olmak üzere ‘balkonlara’ alerjiniz olduğunun farkındayız.

21 Kasım 2013
Kaynak: jiyan.org