Birdirbir: Mütevazı bir öneri – Can Gürses

“Özgürlük, yanlış sözcükleri yazma hakkıdır.” —Patti Smith

yasakneayol

Bugünlerde şehirler şehri muhteşem İstanbul’umuzun Taksim denen kalp kısmına temas ederseniz, meydanın hemen girişindeki Gezi Parkı’na tünemiş, daha ilk bakışta çapulcu oldukları zahmetsizce tespit edilen üç-beş çocukcağızın can sıkıntısıyla kurdukları derme çatma komüne rastlamanız ve bunu müteakip tüylerinizin diken diken olması suretiyle dehşete kapılmanız pek tabiîdir. Metin olunuz; sokak duvarlarına çiziktirdikleri barbarca sözler, kanınızı donduracaktır. Korkuya, ümitsizliğe mahal vermeden ısrarla hatırlamalıyız ki her şey fâni, yüce devletimiz bâkidir.

Batı’nın dahi yanında Doğulu kaldığı kudretli ülkemizin saygıdeğer padişahları, kıymetli zamanlarını, aile başına düşmesi gereken çocuk sayısı hesaplarıyla, çılgın köprü planlarıyla ve en önemlisi küçük bir saksı menekşeye bile yer bırakmamacasına şehre sirayet etmesi arzu olunan alışveriş merkezlerini mümkün mertebe yaygınlaştırmak gayesiyle ekonomimizi kalkındırmak, henüz anne olmaya maddî ve manevî yönden hazır olmayan kadınları hatırı sayılır yaptırımlarla kürtajdan alıkoyma ve henüz varolmaya maddî ve manevî yönden hazır olmayan insanları yasa zoruyla aşık olmaktan, öpüşmekten, olmadı içmekten uzak tutma yöntemleriyle ahlâkımızın daimî bekçiliğini ederek şerefli ülkemizi çağdaş medeniyetler seviyesine getirmek yönünde kullanacakları halde, bu üç-beş zavallı çapulcunun geleceğini düşünmeye adamışlardır. Mamafih, hepimizin tahmin edebileceği gibi bu pek yazık çocuklar, büyüdükleri zaman, ülkelerinin onlar için yaptığı fedakârlıkları unutup vatan hainleri olacak, sevgili anavatanlarından göçerek emperyal devletlerde şaklabanlar gibi el üstünde tutulacak, baba topraklarını terk etmeseler bile illâ gâvurların gözüne girmek için didinecek, her fırsatta ülkelerinden şikâyet edecek, ruhları yeterince hastaysa sanatçı olacak, kendileri gibi hayırsız evlatlar yetiştirecek ve zehirlerini onlara miras bırakacaklardır.

Kurutulmuş çapulcu kökeni

Her daim birbirlerinin kollarında, omuzlarında, gözlerinin içinde olan bu inanılmaz çapulcu bolluğunun, mutlakıyetimizin bugünkü incinmiş durumuna daha nice onulmaz yaralar katacağı hususunda hepimizin aynı kanaati taşıdığına gönülden inanıyorum. (Hatırlarsınız, bu güzelim “çapulcu” tanımını ilk önce büyük paşamız Kenan Evren’den işitmiştik. Benim bu sözcüğü kullanmaktaki ısrarım, adalete şükran dolu bir gönderme niteliğindedir.) Duygusal, düşünsel, tinsel ve tensel, her mânâda sarhoş olan bu yetinmek nedir bilmez çapulcuları toplumsal yaşamın yararlı ve itaatkâr üyeleri haline getirecek, kolay, dobra ve adil usûlü keşfedecek kişinin, nam-ı diğer ülkemizin beklediği kurtarıcının, halkımızın elleriyle büstünün dikileceği günü hayal ediyor ve koltuklarım kadar ceplerimin de kabardığını şimdiden hissediyorum.

Benim naçizane önerim ise, sadece Gezi Parkı’nda mevcut bulunan çocukları değil, gelişmemiş bedenlerinde Gezi Parkı’ndaki çocuklarla aynı ruhu taşıyan tüm çocukları ve dahi onlara şaşılası bir usûlsüzlükle destek çıkan tüm vatandaşları kapsamaktadır. Zira çokluğun olduğu bir yerde neyin de aynı şiddette olabileceğini milletçe öngörsek de yüksek terbiyem bu leş neticeyi dillendirmeye el vermeyecek, izninizle. Sinsi sinsi ülkenin dört bir yanına nüfuz eden çapulculuğun kökünü araştırmak ve anlamaya çalışmakla vakit kaybetmeden bir an evvel el birliğiyle bu azınlık kalabalığın kökünü kurutmak ve ülkemizi, bilhassa turistlere, kurutulmuş çapulcu kökeni cenneti olarak lanse etmek boynumuzun borcudur.

Gönül isterdi ki, bu hayatî konu üzerinde uzun yıllar kafa patlatayım, kadın olduğum için çıkmayacak sakalım düşünmekten ağarsın, efsaneleşmiş tecrübelerimle ve bilimsel araştırmalarımla yazdığım kitaplarım vesilesiyle sözü saygıyla dinlenir bir dinozor ninecik kıvamına gelip sarsılmaz bir öneriyle karşınıza çıkayım. Maalesef, fevkalâde nizamlı iç ve dış dünyamızı perişan eden bu Vaka-ı Gezi Parkı adeta bir kanser gibi öyle hızlı bir şekilde ilerlemektedir ki, ülkemizin huzurunun bozulması an meselesidir. Bu şartlar altında, mütevazı makalemi hem çalakalem hem de yirmi dört yaşında bir genç kadın olarak kaleme almak zorunda kaldığım için evvela affınıza sığınıyorum.

Alt tarafı plastik!

Tasavvuf felsefesiyle hallihamur olmuş mutlakıyetimizin ziyadesiyle şefkatli, hissiyatlı ve insanî olması sebebiyle, sizin de anaakım medyamızdan güvenle takip ettiğiniz gibi, mutlakıyetimizin ordusu cânım polisimiz, çapulcu çocuklarımıza hak etmedikleri kadar iyi muamele etmektedir. Handiyse öpüp başımıza koyacağız veletleri! Halbuki biz böyle mi gördük büyüklerimizden? Başkaldırmak ne kelime, boynumuzu yeterince aşağı eğmeyince eşek sudan gelinceye kadar döverdi bizi büyüklerimiz. Bizi saatlerce falakaya yatıran o mübarek ellerinden öperken, yaşlar gözlerimizden minnetle süzülürdü. Hey gidi günler. Nerde içimizin akıllı uslu içimizde durduğu o muntazam, mülâyim, eski zamanlar…

Bir de bugüne bakınız. Mübarek polisimiz çapulculara kıyamayıp elini bile sürmezken, bilmem kaç metreden attığı gaz bombasının, plastik merminin, sıktığı tazyikli suyun, savurduğu küfrün, uzattığı copun lafı mı olur! Gaz bombası dediğiniz neticede melek renkli bir dumandır. Her gün mangal yakarken karşılaştığımız, bize millî kültürümüzü duyumsatan dumanın yanında gaz bombasının estirdiği tatlı rüzgâr solda sıfır kalır. Bombanın etkisiyle hastanelere akın eden çocukların mızmızlarına kanmayınız. Gözlerinin yaşarması, genizlerinin yanması, o aşağılık rahatları bozulacak korkusundandır. Kim bilir gece gündüz kızlı erkekli yatıp kalktıkları Gezi Parkı’nda ne ahlâksız haltlar yemektedirler. Geçici hafıza kaybı, kanlarında gâvur inadı taşıyan bu şımarıkların akıllarının başına gelmesi için en uygun yoldur. Plastik mermiye gelirsek, neymiş efendim morartıyormuş, kör ediyormuş… Alt tarafı plastik! Nerde görülmüş plastik bir şeyin insanı kör ettiği, hatta öldürdüğü? Böyle palavralara inanmadığınıza şüphe etmiyorsam da, bir anlık hatayla inanabilecek genç arkadaşlarıma bu bilginin de doğrusunu açıklamama müsaade buyurunuz. Plastik mermi, sarsıcı bir etkiyle çapulcuların hatalarını idrak etmesini sağlayarak onları utançtan morartır ve nasıl da birbirlerini körleştirdiklerini yüzlerine vurur. Keza tazyikli su, gerçeği yüze vurma rolünü en iyi üstlenen psikolojik aracımızdır. Küfür ise millî bütünlük ve beraberliğimizin bayrağıdır. Uzun lafın kısası, polisimiz işinin ehlidir, ancak görülen odur ki, bu ufak tefek müdahaleler, çok bilmiş çapulcuların Gezi Parkı’ndan ve ağızlarına sakız ettikleri o meymenetsiz direniş lafından vazgeçmelerinde muvaffakiyet getirmemiştir. Önerilerimden en az bir tanesi, işte bu yüzden, hızla devreye girmelidir.

Sultanımız “Park yakılıp yerine Topçu Kışlası görünümünde alışveriş merkezi ve/ya şehir müzesi” buyurdularsa başka söze hacet var mıymış, yok muymuş, cümle âlemin görmesidir temennim. Sırası gelmişken, Sultanımızın paşa gönlünden geçen bu dahiyane fikrini hörmetle tebrik ediyorum. Tam çağımıza yakışır bir buluş! Görünürde olanla aslolanın bambaşka olmasının yüce bir simgesi halini alacaktır Topçu Kışlası görünümündeki müzeli alışverişhanemiz.

Yüzünü değiştire değiştire varlığını koruyan kadim zihniyet

Hatırlayanlar çıkacaktır, kafasız ve romantik çapulcuların pek sahiplendiği Gezi Parkı da, esasen bu şaşaalı felsefenin ürünüdür. Fakat, dünyadan bihaber çapulcular, sahip çıktıkları Gezi Parkı’yla, dil uzattıkları ideolojimizi benimsediklerinin farkında değillerdir. Önceleri, hayatına kasteden bir zehirlenme vakasından kendisini kurtardığı için aşçısı Manuk Karaseferyan’ı ödüllendirmek üzere Kanunî Sultan Süleyman’ın Ermeni mezarlığı olarak tayin ettiği toprakların bir kısmı bugünkü Gezi Parkı’nı içermektedir. Şehrin can yerinde azınlık vatandaşlarımızın rahmetlilerinin yan gelip yatması Batılılaşmamız önünde bir engel teşkil ettiğinden yıkılarak yerine Topçu Kışlası inşa edilmiştir. 31 Mart 1909’da II. Abdülhamit’in subaylarına karşı ayaklanan askerler, bu kışlanın firarîleridir. Bundan yaklaşık otuz yıl sonra, dönemin valisi Lütfi Kırdar, Fransız mimar Henri Prost’a, bugün Hünkârımızın düşlediği gibi bir proje tasarlatmıştır. Kışla zaten kışla olmaktan çıkmış, spor muharebelerinin görüldüğü bir stadyum işlevini almıştır. Projeye uygun olarak kışla yıkılarak yerine malûm Gezi Parkı, İnönü Gezisi adıyla resmen halka açılmıştır. Milletimizin kadim ihtiyaçları doğrultusunda bir mezarlık derhal bir parka, bir park aniden bir kışlaya dönüşebilir. Görünürdekinin ne olduğu önemli değildir. Onun niçin başka bir şeye dönüştürüldüğü önem arz eden tek gerçekliktir. İdeoloji, yüzünü değiştire değiştire varlığını koruyan kadim zihniyettir. Asırlardan beri değişmeyen millî ideolojimiz, ülkemizin ilerlediğini hissedebilmek ve hissettirebilmek için bu gibi değişikliklere başvurur. Ülkemizin itibarı adına, yüzü değiştirilen mekânlardaki anılarımızdan vazgeçip yeni mekânlarda yeni anılar edinmeye bakmamız lâzım gelir. Ne de olsa, bütün anılarımızda milletimizin kudretinin kâh yüzük kâh işaret parmağı vardır.

Gönülçelen öneriler

Çapulcu çocuklar, ülkemizde esen kara bulutları yakından takip ederek huzur bulan gâvur medyaya birbirlerini, şehirlerini, dünyayı, yaşamayı çok sevdiklerini duyuruyorlar ya her fırsatta… Eksik kalsın böyle taşkın sevgi! Sinirlerimizi yatıştırmak zor, ancak soğukkanlı bir tutum sergileyebilirsek kazanacağımızı unutmadan bulduğum ince yolları işte şimdi sizlerle paylaşıyorum.

Sevgiyse bütün mesele, biz de onlara sevdikleri şeyleri vereceğiz. Bas bas dinledikleri kâfir şarkıcıların imzalı orijinal plaklarını dağıtarak gönüllerini çeleceğiz: Beatles, Bob Marley, Jimi Hendrix, Bob Dylan, Janis Joplin, Patti Smith, David Bowie, Deep Purple, Rolling Stones… O an başlarlar birbirlerini yemeye. Bir de genç bunlar, içleri gider lükse. Ülkemizin sevabına, eşek kadar cipler, bir tanesi bir ev değerinde marka giysiler bağışlayacağız helal süt emmemiş çocuklarımıza. Densiz çapulcuları etkisiz hale getirmek için hiçbir masraftan kaçınmayacağız. Gerekirse hepsini tek tek büyük şirketlerimizin en prestijli kıç yalama işlerine atayacağız. Böyle böyle gözleri görmez olacak ağacı da, birbirlerini de. Özlerine dönecekler. Neticesinde kapitalizmin afiyetle beslediği katışıksız apolitikler değil mi bunlar? Sudan çıkmış balık olmaya her daim hazır ve nazırdırlar. Etliye sütlüye bulaşmadan dürüst ve onurlu bir hayat sürecekler sayemizde.

Bir başka naçizane önerim ise, bir gece ansızın parka baskın yaparak, kuşlarla yata kalka iyice ufalmış kuşbeyinlerini söküp, seçilmiş hatiplerimizce kılı kırk yararak icra edilmiş vecizelere batıra çıka yıkamaktır. Beyinlerini yıkatmayanlara zor kullanmak vatanî görevdir. Beyinleri bizlerin yüksek erdemine eriştiği vakit, nihayet hayal değil, gerçekleri gören tam teşkilatlı beyinlerini yerine takıp, peşisıra kalplerini yontup çıkaracağız. Yanlış anlaşılmasın, kalpler kesilmeyecek, yalnızca taşınacaktır. Bu nezih işlem sırasında çapulcuların kazara ölmemeleri için, tıbbî hücrelerimizde onlara gözümüz gibi bakacağız. Sosyal figüranlar olarak aramızda yaşamaya uygun cansızlığa, umutsuzluğa ve bezginliğe vardıkları an, atıp atmadığı artık belli olmayan kalplerini gözlerine, ellerine, ayaklarına ve mahrem yerlerine çivileyeceğiz. Böylece ömürleri boyunca kalp denen şeyin ne gereksiz ve bölücü bir unsur olduğunu, dahası milletimizin ilerlemesi önündeki ana engel olduğunu idrak edecekler. Nasipse, sonunda bizler gibi kalpsizleşecekler. İşte o mübarek gün, ülkemiz daimî huzura erişecektir.

12 Eylül’e hörmetler

Daha fazla vaktinizi almadan bana en çok zevk veren son iki önerimi de dile getirerek yazımı noktalayayım. Gecikmeden, böyle bir tasarıyı aklıma sokan, makale yazımım boyunca desteğini benden hiç esirgemeyen ustam Jonathan Swift’e teşekkürü bir borç bildiğimi duyurmak isterim. En az benim kadar köle olan özgür kardeşlerim; madem o çapulcular ömür billah ağaçlarına sarılıp o parkta yaşamaya kararlılar, eyvallah! Öyleyse biz de vazgeçemedikleri ağaçlardan organik camiler inşa edip tüm çapulcuları içine hapsederiz. Yazarken bile avcumun içi karıncalanıyor. Ne kusursuz bir çözüm, değil mi? Cezalarını acıyla çekerken doğal yollarla imana gelmelerinin daha ölçülü ve iyi niyetli bir yolu olabilir mi?

Beni en iştahlandıran önerimi sona sakladım. Eminim, duyunca, siz de heyecanımı onaylayacaksınız. Bunların çoğunun ana babası, kuvvetle muhtemeldir ki 12 Eylül dönemlerinde yıllarını hapislerde geçirmişlerdir. Belli ki orada bile adam olamayıp böyle çocuklar yetiştirmişlerdir. Etik kurallar çerçevesinde, o döneme dair, kaynağını yüksek müsaadenizle açıklamamayı yeğlediğim kimi video kayıtlarının mevcut olduğu bilgim dahilindedir. Görüntü kayıtlarında, kabaca işkence diye tabir edilen, oysa devletimizin asil dilinde eğitim mânâsına gelen tüm uygulamalar açık seçik izlenebilir. Çapulcu çocuklarımızın soylarını soplarını ümüklerini sümüklerini, takdir edersiniz ki, çoktan tespit ettik. Profesyonel bir ekip tertip edilip anne babalarına ait eğitim kayıtları çıkarılmalı. Ellerine kova kova alternatifli patlamış veya süt mısır tutuşturarak bu kayıtları çapulculara dev perdelerde, üç boyutlu deniz gözlükleriyle seyrettirdiğimizi düşünsenize. İbret-i âlem geleneğimize pek yaraşmaz mı bu fikir? Lâyığıyla pısırıklık mertebesine erişip toplum nizamına faydalı bireylere dönüşmeleri kaçınılmaz olacaktır. Muhakkak, içlerinden kafayı sıyıranlar da olacaktır. Onlar için de kışla görünümünde, modern yapıda bir akıl hastanesi inşa edilmesi gündeme getirilebilir.

Bu berduşları başıboş bırakmak kaydıyla onlara arka çıkan büyüklerini toplumumuza kazandırmak güç olmakla beraber, mahalle baskısı adını verdiğimiz geleneksel toplu eylemlerle göz açıp kapayıncaya becerebileceğimiz bir görevdir. Malûmunuz, her gece saat 9’da, ellerinde tencere tava, camlarını açıp gürültü çıkarıyorlar, aynı sırada yoldan geçen kimileri de kornalarına basıp ses kirliliği meydana getiriyorlar. Böylece kendilerini yalnızca çocuk gibi rezil etmiş olmakla kalmayıp acemice deşifre de eden büyümüş de küçülmüş vatandaşlarımızı topyekûn dışlamanızı öneriyorum. Bunun yolu bireysel taarruzdan geçer; misal yüzlerine yumurta atmak, kadınlar için saç saça baş başa girişmek, erkekler için erkeklik üzerinden herhangi bir “sen daha ben daha” tartışması açmak, arabalarını çizmek ve/ya camlarını indirmek vb…

En hakiki insan kişiliği olmayandır

Olur da, çocuğunuz size, “Anne… Baba… Ağaçları niye kesiyorlar? Niye Taksim’e gidemiyoruz? Ne oluyor?” diye sorarsa verebileceğiniz yanıtlardan bir-ikisini tatlı niyetine önereceğim. Ağaçların bize gereğinden çok oksijen sağladığına dair, tutumluluğu temel alan bir girizgâh yerinde olacaktır. Sözünüzü şöyle devam ettirseniz hiç fena olmaz: “Fazla oksijen, tıpkı aşk gibi, sanat gibi, mey gibi, iyilik gibi, güzellik gibi insanı çarpar, sarhoş eder, etkisiz hale getirir. Oysa biz daima görev başında ayık durması gereken emir kullarıyız yavrucuğum. Ağaç gibi, oksijen gibi, iyilik güzellik gibi şeyler Şeytan’ın buluşudur. Bu takım şeyler, insana kendi gerçeğini fısıldar durur. Halbuki kişi, kendi gerçeğini değil, ondan beklenen gerçeği yaşamakla mükelleftir. Merak etme, yarın öbür gün Taksim’i dezenfekte edeceğiz. O zaman gönül rahatlığıyla İstiklal’de, en çok da Demirören’de ve İnci Pastanesi ve Emek Sineması yerine hevesle inşa edilen yeni kompleksimizde bol bol gezeceğiz. Elimizi çabuk tutmazsak bu işgalci çapulcular, kuvvetlerini birleştirip günah yuvası komünlerini tüm ülkeye kurmaya kalkışacaklar.” Son iki cümle çocuğunuzun kafasını karıştırırsa, şöyle de söyleyebilirsiniz: “Çapulcular Taksim’i hack’lemeden, biz çapulcuları hack’leyeceğiz.” Çapulcu ne demek diye sorarsa çocuğunuz, lüzumundan fazla kişilikli ve özgürlük düşkünü zırdeliler demeniz pekâlâ uygun düşecektir. En hakiki insan, kişiliği olmayandır. Bunu herkesten çok biz bilmez miyiz?

Bu gerekli ödevi yürürlüğe koymak mücadelesinde, en ufak bir kişisel çıkarım olmadığını, ne önerdiysem ülkemizin selâmetini ve çocuklarımızın sıhhatli geleceğini gözettiğimi içtenlikle dillendirmeliyim. Bu satırları bu genç yaşımda alnım ak yazdıysam, derin bir nefes alabilirsiniz. Emin olunuz ki, benim gibi çocuklar yetiştiren güzel ülkemizin geleceği elbette ki bin voltluk ampul kadar parlaktır.

Can Gürses
14 Haziran 2013
Haberin kaynağı için tıklayınız; ; birdirbir.org