Jiyan org: Y Kuşağı olmadan siyasi geleceği konuşmak imkansız! – Sarphan Uzunoğlu

cemdinlenmis

Yeni Medya ve Ortadoğu kitabının yazarı Philip Seib ‘El Cezire etkisi’ olarak adlandırdığı ve uydu televizyonların Ortadoğu’daki demokratikleşmeye katkısını ele aldığı etkinin gelmekte olan dönemde oynayacağı role yaptığı vurguyu şöyle sonlandırıyordu. Yeni özgürülğün ‘biçimlendiricileri’ nu yeni medya teknolojileri olacak. Seib’in sözleri 2007′nin Ortadoğu’su için bir kehanetti denemez; ancak Web 2.0′ın önlenemez küresel yükselişi o bu cümleleri kurduğunda henüz yaşanmamıştı.

Bugün yeni medya ortamı derken bahsettiğimiz ortam oldukça spekülasyona açık bir ortam olmakla birlikte Ortadoğu’nun konu başlıkları olarak adlandırabileceğimiz Suriye, Mısır ve Türkiye için (isyanların güncel ve sürmekte olduğu, her biri asli unsurlar olan devletlerin topraklarında gerçekleşen) bu ortam her geçen gün daha kritik bir nitelik taşımaya başlıyor. Sosyal medya Occupy’ın da yaşadığı ‘kış etkisi’ ile içeriye doğru bükülen sokak hareketliliği gerekçesiyle biraz da olsa ‘iç mekan’ aktivizmi, dava kovalama ve benzeri alanlarda gerçekleşen bir aktivizme doğru evrilme halimizi simgelerken bunun bir ‘ileri adım mı’ yoksa ‘geriye doğru gizli bir adım’ mı olduğunu tartışmak şart. Bu tartışmayı yapmanın yegane yöntemi de Mayıs-Haziran günleri boyunca büyüyen ayaklanmanın tarihsel rolünü üstlenen ‘y kuşağı’nın öyle ya da böyle bir şekilde birileri tarafından internet kuşağı vb. İsimlerle dışarı itilmeye çalışılması oldu. Dışarıya itilmek istenen, liselerinden yumrukları havada Gezi’ye koşan bu çocuklara yönelik ‘baskı’ bir yandan devlet merkezliyken öte yandan da direniş alanının internet alanındaki ‘karmaşık’ ve dahi kendilerine göre ‘kaotik’ görünümü sergilemesini istemeyen, saf seküler, terbiye edilmemiş ama eşitlikçi yaşam algısını yeterli görmeyenler için bir ‘tehdit’ arz ediyordu.

direnOysa ‘y kuşağı’ diye adlandırılan, bazılarının internet kuşağı, bazılarının bilgisayar kuşağı, bazılarının 90 kuşağı dediği kuşağın ne söylediği yahut ne yaptığına ilişkin birçok insan ‘tahminlerde bulunurken’ onlara soru sormaya yeltenen dahi olmadı. Belki öfkelerinden belki ‘teorik yetersizliklerinden’ dem vuruldu ancak görülen o ki Başbakan’a mizah dergilerinden fırlama bir öfkeyle karşı çıkan bu ‘bıçkın nesil’ için söz söyleme yetkisini kendisinde bulan binlerce insan olmasına rağmen onların söz söyleme alanlarını genişletme, örneğin kendi özgürlükleri için sokağa çıkabilen 16 yaşındaki bir gencin, oy da verebilecek bir kapasitede olduğunu görme eğilimleri yine zayıf kaldı hatta ‘gençlik heyecanları’ adı altında Gezi’nin kadınlar ve LGBT örgütleriyle birlikte en öncü unsuru olan gençler bir şekilde yoksayılmış oldular.

Bunun arkasında iki neden var: Birincisi görünürlüklerini sağlayacak bir örgüt ya da temsilcileri olmaması ki bu da bir çokluk organizması olarak varlıklarını daha da anlamlandırıyor. İkincisi de öfkenin mesajdan çok daha mühim bir iletken olduğuna inanıyor olmaları. Her iki ‘gerekçe’ de bozdukları ezberler bakımından onları x,y,z diye kategorilendiren kuşaklardan çok daha ‘anlamlı’ bir direnme potansiyeli taşıdıklarının göstergesi.

Y kuşağı her ne kadar genelde 1982 sonrası doğanlar şeklinde formülleştirilse de bu kuşağın hayatında iletişim ve enformasyon teknolojilerinin etkilerini gören ve o etkileri içselleştirenler olarak tanımlanması hem 1982 öncesi doğmuş Y’ler için hem de politik anlamda onları hala modernist devlet zırvalarından kalma anlayışla doğum tarihlerine göre yaftalayanların gazabına uğrayan diğer tüm üyeler için manalı bir alan teşkil ediyor.

Y kuşağının tek özelliği ‘teknolojik bağları’ değil. Sandığınızın aksine ailelerine ve arkadaşlarına Özal Kuşağı’ndan çok daha fazla önem veriyorlar, hatta rahat çalışma koşulları ve işleriyle ‘seviyeli ilişki’ kurma istekleri onları aslında kapitalistleşen dünyada köleleşme güdüsünden uzak tutuyor ve ‘isyan edebilme’ olgularını her daim diri tutuyor. Özal kuşağının yitirilmiş ‘yoldaşlık yaratma’ hissiyatının yerini bu kuşakta açıkça söyleyebiliriz ki bireysel ilişkilerle kurulan ağın güvenliğini sağlamak alıyor. Birbirlerini ‘kişisel olarak sevmek’ onlar için önemli evet, ama belirli değerler etrafında uzlaştıklarında en küçük kırılmalar dahi onları hızla bir araya getirebiliyor, doğal olarak aralarından, satılmış, itirafçı vs. çıkmıyor; çünkü uzun vadeli değil kısa vadeli ve akılcı birliktelikler kurabiliyorlar.

Onlara sunulan ‘popüler kültür’ kullanıcı tarafından üretilmiş içerik yoğunluklu olduğundan estetiklerini geliştirebiliyorlar, onlara sunulan ‘büyük puntolu ellere bulaşan’ gazeteler yerine varsa haftada bir aldıkları mizah dergilerine, fena olmadıkları yabancı dilleriyle okuyabildikleri ‘kafalarına uyan’ web sitelerine ve arada bir de Twitter ve Facebook’ta gördükleri bağlantılardan okudukları sitelere bağlılar. Onlardan ‘günü gününe gazete alan sadık partili’ de yaratamazsınız, Ece Temelkuran’ın gazetesi için aradığı ‘gönüllü redaktörü’ de. Keza onlar ‘gönül verecekleri’ şeyin gönüllerinden geçen şey olmasını tercih ediyorlar. Onlarca yıl evvel gönüllerden geçen şeyler değil.

Elbette tüm bunlar onları birçok eleştiriden azade kılmıyor diyebiliriz. Okumuyorlar vs. gibi yargıları alt alta sıralayabilmek mümkün. Ancak kendi ortak internet alanını yaratamamış, web sitelerinin estetik felaketlerini hala ortadan kaldıramamış, web 2.0′ ı hala 1900′lerin mantığıyla kullanmaya çalışan bir sol için onların hedef kitle olarak algılanabilir olduğundan da şüphe etmeliyiz. Her ne kadar Paolo Gerbaudo Tweets and Streets kitabında yeni medyanın Leninist parti organının birçok işlevini yerine getirdiği ve dönüşümde bu işlevleri üstlendiğini söylese de hiçkimsenin ağ toplumu hakkında okuma yapmadan bu kuşak üstüne kolay kolay atıp tutmaması gerekir. Ekolojiye olan derin ilgilerinin teknolojinin getirdiği ergonomi ve ekolojik bilgilenme formlarıyla da ilgili olabileceğini düşünmeden, kapitalizmle mücadele etme biçimlerinin markalar ve şirketler değil ama çalışma saatleri gibi preker emek rejimi alanlarında olduğunu görmeden bu nesli anlamak çok güç. Anketlerde ‘serbest çalışma saati’ isteme konusunda en yüksek oranı tutturmaları bir tesadüf değil. Birçoğunun tecrübe ettiği bu çalışma şeklinin ‘kognitif emek’ bakımından çok daha verimli ve yaratıcılık bakımından çok itici olmasıyla doğrudan ilgili.

Bugün bu kuşak için yapılabilecek en iyi şey onlara ‘ne yapacaklarını söylemek’ yerine fiziki ve mani desteği sunmak, onları başta Türkiye siyaseti olmak üzere, sanatta ve her türlü alanda mevcut ‘ilişkiler ağında eritmeden’, özgürce üretim yapmaları için onlara alan açmak olacaktır. Dünyanın dört bir yanında en kapitalist şirketlerin bazı departmanlarında yaş ortalamasının 19′a düştüğünü duyduğunuzda bu sizi şaşırtıyorsa, bunun 60 yaşından önce makale yazarı yahut 50′sinden önce entelektüel sayılamadığınız cemaatlerimizle ilgisi olduğunu görmek fazlasıyla gerekli.

Kafamızdaki hiyerarşik yaş tablolarının yarattığı duvarları yıkıp geçmediğimiz sürece Y kuşağına dair bir önceki kuşağın ve mevcut sol alanın görebileceği tek şey bize el sallayıp yanımızdan geçerek ve solla henüz doğru düzgün selamlaşamadan çekip gidecekleri alanlar olacaktır. Forumların da güz nedeniyle yavaş yavaş ‘düşmesi’ ihtimaliyle birlikte okunduğunda arkalarından hüzünlü şarkılar söylenmesi dışında bir ihtimal özleniyorsa, yapılması gereken tek ve nettir.

Hızlı bir biçimde, özgür, eşitlikçi bir sosyal alanın oluşturularak bu gençlerin ‘geçmişin hastalıklarından’ uzak bir biçimde tartışmalarına iştirak etmek. Bu da yapılamıyorsa bu tartışmayı en azından uzaktan izleyebilmek. Eğer onların ‘yeni’ ama size göre ‘bayağı’ fikirlerine yeterince zaman ayırmazsanız internetin yarattığı köprüler ve pek çılgın projeler arasında fikren ve zikren gecekondulaşmaya mahkum olma ihtimali en azından mevcut sol hareketler için görünür.

Solun hala ‘gençlik köşelerinde’ bile fikirlerine başvurmadığı bu insanların bir başkalarının yaşlanmasını bekleyerek tıpkı o başkalarının yaşlanmasını beklerken yaşlananlar gibi olmasını bekleyenler yanılacak. Hiyerarşi kırıldı. Duvar iki tarafa da çökebilir. Bir yanda iktidar bloğu var öte yanda biz. Akıllı olunmazsa bu büyük kütle en çok da onu anlamdan, dinlemeden onu anlamış gibi yapanların canını yakacak. Bu kuşağın ‘boşvermişlik kültürü’ ile arasına koyduğu mesafenin daraldığı bu eşiği ‘örgütlenme eşiği’ olarak görüp forumlarda bizzat kendi fikrini örgütleyen bu kuşağın çabalarını ‘masumane olumlu girişimler’ çerçevesine hapsetmek ancak ve ancak yenilginin tarihine dair yeni notlar getirir önümüze. Yenilgileri okumaktan yorulmadık mı?

Çizim: Cem Dinlenmiş
*MESELE DERGİSİ EKİM 2013 SAYISINDA YAYINLANMIŞTIR

16 Ekim 2013
Kaynak: jiyan.org