BirGün: Politik demokrasi karşısında ekonomik demokrasi – Ümit Akçay

Var mısınız tüm dokunulmazlardan daha dokunulmaz olan bir tabuyu, kapitalizmi ve piyasa ideolojisini tartışmaya açmaya?

newyork

Son 11 yıldır Türkiye’de herşey yerinden oynuyor, Cumhuriyet’in temel tabuları olan Siyasal İslam, Kürt Sorunu ve askeri vesayet gibi meselelere öyle ya da böyle dokunuluyor, tabular birer birer yıkılıyor. Madem tabuları yıkmakta bu kadar cüretkar bir dönemdeyiz ve giderek demokratikleşiyoruz, tüm demokrasi aşıklarını Cumhuriyet tarihinin ve vesayet rejiminin egemen ideolojisi olan bir tabuyu yıkmaya daha davet etmek gerekiyor. Var mısınız tüm dokunulmazlardan daha dokunulmaz olan bir tabuyu, kapitalizmi ve piyasa ideolojisini tartışmaya açmaya?

Gerçekten de, Cumhuriyet’in başlangıcından günümüze değin sarsılmadan duran, gerek Kemalistler’in gerekse AKP’nin üzerinde uzlaşarak “tartışılmaz” olarak kabul ettikleri bu tabu, kapitalizm ve piyasa ideolojisi. Peki nasıl oluyor da toplumu ilgilendiren pek çok konuyu, üzerinde uzlaşamasak bile bir şekilde tartışabiliyoruz, küçüklü büyüklü değişiklikler yapılabiliyoruz; ancak mesele tüm toplumu ilgilendiren temel konulardan biri olan neyi, ne kadar, nasıl üreteceğimize ve ürettiklerimizi nasıl bölüşeceğimize ya da işsizliği, yoksulluğu ortadan kaldırmak ve geniş toplum kesimlerinin yaşam kalitesini artırmak için neler yapabiliriz gibi sorulara gelince bunları piyasa ideolojisinin dışında tartışamıyoruz?

Ekonomi ile Siyasetin Ayrıştırılması

Kapitalizmi kendisinden önceki sistemlerden ayıran özelliklerden biri ekonomi ile siyasetin ayrıştırılması. Kapitalizm öncesi toprağa bağlı olan üretim organizasyonunun egemen olduğu sistemlerde siyasi olan ile ekonomik olan aynı birimde temsil ediliyordu. Artık ürüne el koyma, siyasi yoldan gerçekleşiyordu. Ancak kapitalizmin gelişmesiyle birlikte üreticiler ile üretim araçları ayrıştırıldı ve bireyler yaşamak için giderek daha fazla piyasaya bağımlı oldu. Dolayısıyla hayatta kalabilmek için emek gücünü satmak zorunda olan geniş ücretliler kitlesi için kapitalizm ve piyasa, bir zorunluluklar alanı olarak kuruldu.

Bir zorunluluk alanı olan piyasalar siyasi olarak kurulmuş olsa iki özelliği nedeniyle “apolitik” olarak görülür. Bunlardan ilki sömürünün biçim değiştirmesidir. Gerçekten de kapitalizm öncesinde gerek artık ürün, gerekse (genellikle vergi olarak) buna el konulması açık seçik bir şeklde görünür bir ilişkiydi. Ancak kaptializmin gelişimiyle birlikte ekonominin parasallaşması, sömürünün biçim değiştirmesine neden oldu. Önceden çıplak bir şekilde görülebilen artık ürün ve sömürü, artık ilk bakışta görülemeyen bir ilişkiye dönüştü.

İkinci özellik ise sömürü mekanizmasının aktörleriyle ilgili. Kapitalizm öncesi sistemde artığa el koyan birim ile siyasi yönetici birimin birliği, sömürü sisteminin aktörlerinin kolayca tespit edilebilmesini mümkün kılıyordu. Ancak piyasa sisteminin gelişmesiyle bu ilişkiler giderek anonimleşti. Dolayısıyla sömürünün biçim değiştirmesi, a) siyasi olanın görünürde “işyerinin” dışında konumlandırılmasını, b) artı değere el koyma sürecinin bulanıklaşmasını mümkün kıldı.

Ekonomi ile Devletin Ayrıştırılması

Ekonomi ile siyasetin ayrışması, aynı zamanda devletin de ekonomiden ayrışması anlamına geliyordu. Buna göre önceki toplumsal sistemlerden farklı olarak kapitalizmde devlet, toplumun üzerinde ve herhangi bir sınıfın egemenliğinin dışında olarak kodlandı. Böylelikle ülkenin yönetilmesi işine katılma eylemi, demokrasinin tanımlayıcı özelliği haline geldi. Ancak bu, iktidardaki elitlerin canıgönülden iktidarlarını paylaşma niyetleri sonucunda ya da “burjuvazinin ilerici bir eylemi” sayesinde değil, işçi sınıfının, çalışanların ve tüm ezilenlerin mücadelesi sonucunda gelişti. 19. ve 20. yüzyıl boyunca süren bu uzun mücadele sırasında burjuvazinin en önemli başarısı, yönetim meselesini “ekonomik alanın dışında” konumlandırabilmesiydi.

Bir zorunluluklar alanı olan piyasa karşısında siyaset, bir özgürlük ve eşitlik alanı olarak kurgulandı. Yasa önünde herkes, bir fabrika patronu ile işçi eşit olarak kabul edilecekti, en azından oylarının değeri aynı olacaktı. Dolayısıyla piyasa eşitsizlikleri dayatsa da siyaset, katılım kanallarını açtığı ölçüde toplumsal demokrasinin gelişim kanalı olarak görülebilirdi. Sonuçta ekonomi ile demokrasinin ayrı olduğu mitine dayanana bu görüş, esasında ekonomik alandaki eşitsizlikleri doğal görüp, siyasi eşitliği talep etmek, yani gerçekçi olmayıp, imkansızı istemek anlamına geliyor. Burjuvazi imkansızı başardı.

Politik Demokrasi karşısında Ekonomik Demokrasi

Bugün demokrasi denince, tam da burjuvazinin kurguladığı gibi, ekonomik demokrasi değil siyasi demokrasi akıllara geliyor. Ekonomik demokrasiye geçmeden önce liberal teoride tanımlandığı haliyle siyasi demokrasinin dışlayıcı bir niteliği olduğunun altını çizmemiz gerekiyor. Buna göre liberal demokrasi, liberallerin savunduğunun aksine “açık” değil “dışlayıcı” bir sistemdir. Zira liberal demokraside tanımlanan “hakların” hepsi özel mülkiyet hakkından türetilmiştir. Özel mülkiyet ise devletin koruması altındadır. Dolayısıyla kapitalist üretim organizasyonunun temelinde yer alan özel mülkiyet ve buna bağlı olan yapı ve ilişkiler “dokunulmaz” olarak tanımlanmıştır. Bu çerçevede tanımlanan demokrasi, özel mülkiyete dayanan piyasa sistemi dışındaki tüm sistemlere kapalıdır. Dahası, liberallerin kurguladığı çerçevede siyasi demokrasi, ekonomik demokrasiye de karşıdır.

Ekonomik demokrasi, en basit anlamıyla siyasi alandaki katılım talebinin ekonomik alana aktarılmasıdır. Katılım talebi işyeri düzeyine olabileceği gibi, üretim organizasyonunun belirlenmesi düzeyinde de geçerlidir. Dahası, üretilenlerin nasıl bölüşüleceğinin belirlenmesine de katılım anlanına gelir. Dolayısıyla ekonominin demokratikleştirilmesi potansiyelini içinde taşır.

Ekonomik demokrasinin can alıcı noktası, alternatif ekonomik örgütlenmenin nasıl olacağı konusuna odaklanıyor. Piyasa ortadan kalkmalı mı? Ekonomik planlama mümkün mü? Demokratik planlamanın kapasamı ne olmalı? İnternet ve teknolojinin gelişmesiyle birlikte büyük firmaların zaten halihazırda dünya genelinde yaptığı üretim organizasyonu örnekleri varken, bunlar neden ekonomik demokrasi lehine planlama yapmak için kullanılmasın? Yoksa sadece gelir dağılımını düzenleyecek yasalar çıkarmakla mesele çözülebilir mi? gibi sorular elbette çoğaltılabilir. Çözüm önerileri arasında reformist olanları olabileceği gibi, en az serbest piyasa kadar ütopik olanlar ya da köktenci çözüm önerileri olacaktır. Ancak şu anda mesele, bunlardan hangisinin ehven-i şer olduğu değil, bunların hiçbirinin tartışılmıyor olması.

Gerçek Demokratlar Kimlerdir?

Dünya genelinde ekonomik eşitsizlikler ve gelir dağılımındaki adaletsizlikler, kapitalizmin tarihinde hiçbir zaman bugünkü kadar büyük olmamıştı. Böyle bir zamanda demokrasiden bahsedip bunu sadece politik alanla kısıtlamak, sadece entellektüel bir tercih olarak kabul edilip mazur görülemez. Politik demokrasiyi, ekonomik demokrasiden ayırarak kullanmak ve bunu savunmak, aynı zamanda bu eşitsizlikleri yaratan mekanizmayı ve eşitsizliklerin kendisini onaylamayı beraberinde getirir. Dolayısıyla demokrasi konusundaki turnusol kağıdı ekonomik demokrasidir.

Son olarak altını çizmek gerekir ki, Gezi Direnişi sırasında gündeme gelen katılım talebi, siyasi katılımı hedeflemesi anlamında çok değerliydi. Ancak burada kaldığı sürece malesef yine sistemin “dokunulmazları” alanına hapsolmuş olur. Eğer gerçekten demokratik bir ülkede ve dünyada yaşamak istiyorsak, siyasi demokrasinin ötesine geçip ekonomik demokrasiyi talep etmeye başlamamızın zamanı çoktan geldi.

Ümit Akçay, New York Üniversitesi
6 Ekim 2013
Kaynak; birgun.net