Radikal: “Varoluşunuz suçlanmanıza yetebiliyor”

Tahincioğlu ile Göktaş, öğrenci muhalefetine yönelik baskıları mercek altına alıyor. Yazarlara göre sadece tempo tutmak bile doğrudan örgütsel bağ olarak gösteriliyor.

Gökçer Tahincioğlu - Kemal Göktaş

“Bu öğrencilere bu işi mi öğrettiler? Başbakan Erdoğan, bu sözleri sadece öğrencileri değil bir bütün olarak akademiyi suçlayan bir konuşmasında sarf etmişti. ‘Bu öğrenciler’ derken karşısına aldığı bir kitleden, ‘bu işler’ derken tahkir etmeye çalıştığı bir pratikten söz ediyordu. Bu sözlerin birçok açıdan AKP hükümetinin öğrencilere yönelik baskı politikalarının kaynağını özlü biçimde ifade ettiğini düşündük ve kitaba bu adı verdik.”

Politik öğrenci hareketine yönelik baskılar tekil olaylar bazında bir süredir kamuoyunun gündeminde… Sokaktaki polis şiddeti ve bir dizi operasyonla tutuklanan, okullarından atılan öğrenciler… Bu baskıların sistematikliğini, sonuçlarını ve yöneldiği hedefi ortaya koyma düşüncesi, Vatan gazetesi muhabiri Kemal Göktaş ve Milliyet gazetesi Ankara temsilcisi Gökçer Tahincioğlu’nu Türkiye’de öğrenci hareketlerinin iktidarla ilişkisinin irdelendiği Bu Öğrencilere Bu İşi mi Öğrettiler: Öğrenci Muhalefeti ve Baskılar adlı kitabı yazmaya itti. Göktaş ve Tahincioğlu’yla sohbetteyiz…

Öğrenci hareketlerinin, karanlık odaların, gizli güçlerin, askerin içindeki grupların kışkırttığı olaylar olarak yorumlanması bugüne mi yönelik?
Gökçer Tahincioğlu: Eskiden beri öğrenci eylemlerinin dışarıdan “kumanda edildiği”, birtakım karanlık odakların maşası oldukları vs. iddia edilirdi. Bu suçlama AKP döneminde biraz biçim değiştirdi ve AKP’nin kendine yönelik darbe girişimlerine karşı yaptığı operasyonlardan da güç alarak kurduğu hegemonik söylem içinde soruda belirttiğiniz suçlamada yer aldı. Elbette, bazı dönemlerde provokatif bazı müdahaleler, ajanlaştırma, yönlendirme vs. ile olmuştur. Ama bu politik öğrenci hareketinin ve onun eylemlerinin güdümlü olduğunu göstermez.

Kemal Göktaş: En başta bu öğrencilerin savunduğu değerlerin bunu izin vermediği ve böyle bir kullanıma elverişli olmadığını  söylemek gerekir. Böyle bir düşünce, öğrencileri kendi eylemlerinin bilincinde olmayan bir kitle olarak kabul eden bir varsayıma dayanır ki bu da kriminalize etmenin ilk aşaması olarak iş gören bir çarpıtmadır.

Öğrencilerin “terör”le suçlanmak ve cezalandırılmak için sistemin herhangi bir noktasına karşı gelmesi yetiyor. Siz bu “terör”ü nasıl tanımlıyorsunuz?
Kemal G.: Terör tanımına sokarak doğrudan devletin baskı aygıtlarının devreye sokulması, sadece öğrenciler için değil, hemen hemen tüm hükümet karşıtları için işletilen bir mekanizma. Bu yolla düşman ceza hukukun uygulanması için tırnak içinde “meşru” bir zemin yaratılmış oluyor. Yapıp ettiklerinizin terör tanımının unsurlarını taşıması gerekmiyor bu işleyişte. Kimi zaman bulunduğunuz siyasi konum, kimi zaman kimliğiniz ve kimi zaman da sadece varoluşunuz teröristlikle suçlanmanıza yetebiliyor.

Gökçer T.: Muhaliflere yönelik terör suçlamasına eşlik eden uygulamaların ne anlama geldiği aslında Gezi eylemlerinde daha görünür oldu. Burada “millet” tanımı içinde kabul edilmeyen, millete dışsal zararlı unsurların bertaraf edilmesine yönelik pratiğin “millet” nezdinde kabul görmesi gayreti var. Hatta bir adım daha ileri gidilerek milletin reddetmesi de yetmiyor, millet-dışı unsurlara karşı harekete geçmesi isteği de uç veriyor.

Kemal G.: İşte terör kavramının bu kabulü, düşmanlaştırmada zikredilen diğer bazı kavramlarla birlikte çok önemli bir yönetim aracı  haline geliyor. Burada temel amacın siyaset alanın daraltılması ve aykırı her söylemin “tehlikeli ve  yıkıcı olduğunun” tüm topluma gösterilmesi olduğu açık.

Parasız eğitim pankartı açma, yemekhane ücretinin artmasını ve harçların dört katına çıkmasını protesto etme, afiş asma terör suçları kapsamına giriyor. Delillerse kitaplar, posterler, kartpostallar… Öğrencilere sorguda çevik kuvvet kalkanlarına dayanarak uzuneşek ve birdirbir oynamaları soruluyor, doğmadıkları dönemdeki örgütlere üyelikten suçlanıyorlar. Bir iddianamede bir öğrencinin marş ve şarkıda tempo tutarak suç işlediğinden bahsediliyor. En ufak bir öğrenci hareketi nasıl örgüt kapsamında değerlendirilebiliyor?
Gökçer T.: Örgüt, demin de bahsettiğimiz, öğrenci hareketine yükletilmek istenen bütün o kötülüklerin anası çünkü. Bütün kısıtlayıcı, yasaklayıcı, hakkın kullanılmasını zorlaştırıcı yasal mevzuata göre dahi toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkı alanında değerlendirilmesi gereken eylemlerin terör ve örgüt suçuna konu edilmesi bastırma için gereken araçları iktidara veriyor. Tek tek suç olmayan eylemler, soyut, zorlama kurmacalar ve en önemlisi illiyet bağı olmadan bir araya getiriliyor ve örgüt çatısı altında toplanıyor.

Kemal G.: Böylece, örneğin herhangi bir taleple yapılan gösteri, x ya da y örgütünün açıklamalarıyla denk düştüğü gerekçesiyle örgüt suçu olarak yargılamaya, tutuklamaya konu ediliyor. Bunun için de somut bir delil gerekmiyor. İnternetten yapılan bir açıklama, o kişinin o talimatı okuyup okumadığı, okumuşsa bile bunun onun için bir talimat anlamına gelip gelmediği somut delillerle ortaya konulmadan “örgüt talimatı ile eylem yaptı” diyerek cezalar veriliyor.

Gökçer T.: Ya da bir pankarttaki ifade, bir derginin evinde bulunması, bir slogan, marş ya da işte dediğiniz gibi sadece tempo tutmak doğrudan örgütsel bağ olarak gösteriliyor. Burada bırakın hukuksal analizleri, basit akıl yürütmelerin bile geçersiz hale geldiğini görmek mümkün. Muhatabını cezalandırmaya koşullu bir sistemin âdeta bir sokak belalısının “Niye öyle baktın” diyerek saldırmasına benzer absürt bir hal var, üstelik çoğunlukla herhangi bir bakma hali bile söz konusu olmaksızın bu oluyor.

“Polisin şiddet üretmesi bekleniyor”
Kitapta ayrıca on bir yıldır gizlenen çevik kuvvet raporunu da yayımladınız. Polis şiddetine dair itirafların yer aldığı o raporu, bugün, tam on bir yıl sonra nasıl değerlendiriyorsunuz?

Kemal G.: Çevik Kuvvet raporu, yaygın söylemin kavramlarıyla ifade edersek; eski Türkiye’nin polisiyle, ileri demokrasinin polisinin halka yönelen şiddet konusunda pek bir farklarının olmadığını gösteriyor. Biz o raporu 2002 değil de 2013 raporu olarak yazsaydık, pek de yadırganmazdı herhalde. Sonuçta şiddet üretmesi, insanları dövmesi, biber gazıyla dağıtması, TOMA’yla ıslatırken yaralaması beklenen bir birim Çevik Kuvvet. Bunu o gencecik insanlara yaptırmak için gereken ne varsa, o yapılıyor. Emniyet içindeki hiyerarşi, kötü muamele, ideolojik yönlendirme, düşman gösterme, sırtını sıvazlama, suç işlediğinde koruma kollama…

Gökçer T.: Burada dikkat çekici olan şey şu: Onca demokratikleşme paketleri, AB reformu yasaları aslında devletle vatandaş arasındaki ilişkinin niteliğini hiç değiştirmemiş. İşkencenin bir sorgu yöntemi olarak çıkması, onu sokakta bir cezalandırma aracı olarak kullanmaktan alıkoymuyor polisi. Üstelik bu şiddeti, iktidar eliyle meşru göstermekte daha başarılı oluyor.

BU ÖĞRENCİLERE BU İŞİ Mİ ÖĞRETTİLER
Gökçer Tahincioğlu, Kemal Göktaş
İletişim yayınları
2013, 222 sayfa, 18 TL.

İpek İzci
5 Ekim 2013
Haberin kaynağı için tıklayınız; kitap.radikal.com.tr