“Geceleri de sokakları da meydanları da terk etmiyoruz” derken, parkları da kastediyorduk.
“Panzerin üstünde, derenin başında, kadınlar her yerde” derken bugünleri de öngörüyorduk. Tam iki yıl önce 31 Mayıs Hopa olaylarında Dilşat panzerin üstüne çıktığından beri bu sloganı atmamızın bir anlamı var.
Kadınlar derken, hepimizi kastediyorduk, trans kadınları da… Gezi Parkı direnişinde “Hepiniz orospu çocuğusunuz” diye bağıran kitleye sakince ve nazikçe “Arkadaşlar biz de orospuyuz ve buradayız. Orospular kötü insanlar değildir” diye seslenen ve bir anda sloganların “Tayyip istifa”ya dönüşmesini sağlayan trans kadınları…
Ve nihayet “kurtarılmış bölge” Gezi Parkı’nın yarısı, belki daha fazlası biz kadınlarla dolu. Üstelik kurtarıldıktan sonra gelmedik! Çadırları kurduk, sabahın 5’inde operasyon yedik. Barikatlarda çatıştık, mahallelerden kent meydanlarına direnişi örgütleyerek Gezi Parkı’nın sahibi olduk.
Neden? Çünkü bu bir “AKP hayatımızdan, yaşam alanlarımızdan elini çek” kavgası ve bu kavga ilk önce biz kadınların hayatlarına müdahale edilmesiyle başladı. Bu demek ki önce bizim öfkemiz bu. Önce kadınların isyanı. Üstelik bu isyanı oluşturmak için provamız da vardı.
Orta sınıf ve yoksul kadınlar olarak sokakta bedenlerimizin sömürgeleştirilmesine karşı ve “benim hayatım, benim kararım” demek için günlerce sokakta buluşmuştuk. Gezi Parkı direnişinde olmamızın sebebi de aynı: Sezaryen “düzenlemesi”, ertesi gün hapının yasaklanması, kaç çocuk doğuracağımız talimatı, metroda nasıl davranacağımız anonsu, kaç yaşında evleneceğimiz, kaçımıza kadar okuyacağımız, ne zaman, nerede türban takacağımız, “evinin kadını”, “çocuklarının anası”, patronunun ucuz işgücü olmak için ne yapmamız gerektiği, savaşa karşı olmak yerine “hanımefendi” olmamızı söyleyen iktidarı iyi tanıyor ve iktidarın baskısını 11 senedir en derinden biz hissediyoruz.
Çünkü biz “vajina” deyince Arınç utanıyor (!), üç çocuk yapmayınca Tayyip kuduruyor, hamile kalınca patron işten atıyor.
Bu direnişte de cesaretle barikatların en önünde, panzerlerin tam karşısındayız. Çünkü hayatımızın her anında ölüme en az o anki kadar yakınız. Her gün içimizden en az 5’i öldürüldüğü için… O şiddeti her gün evdeki “polis”ten prova ettiğimiz için.
Polisin küfürleri, tacizleri, her türlü şiddetine karşı ve bunlara rağmen çatışmaların en önündeyiz. Çünkü taciz; bizim hayatlarımız için sıradan olduğu kadar, ilk elden yıkılması gereken erkekçe(!) ve devletçe, bizzat Tayyip tarafından desteklenen kurumsallaşmış bir saldırı.
Herkes geleceği için, çocukları için Taksim’e, Kızılay’a ve kent merkezlerine akarken, dayatıldığı üzere annelik yapmayacağımızı çocuklarımızla geldiğimiz direniş alanlarında gösteriyoruz. Ya da işverenlerimiz ve AKP’li belediyeler sorumluluklarını yerine getirmediği için kreşe gönderemediğimiz çocuklarımızı ilk defa bu kadar rahatça evde bırakıp çıkıyoruz.
Savaşlarda ölecek, sermayeye ucuz işgücü olacak diye bizden “çocuk yetiştirmemizi” ve “toplumsal annelik” yapmamızı bekleyen iktidara karşı, çocuklarımız için anneler gibi değil “kadın militanlar” gibi direniyoruz.
Direnişin ilk anında AKP saldırganlığına karşı Gezi Parkı’na siper olan kadınlar, gazların, tazyikli suların, polis copunun karşısında duran kadınlar, direnişçilere uygulanan şiddeti mahallelerinde görüp evlerini onlara açan kadınlarla birleşti. Şimdi liseli, üniversiteli, mahalleli, işçi kadınlar, hepimiz sokakta “Bizim kararımız olmadan asla” diyoruz. Gezi Parkı direnişi faşizme karşı direnişe dönüştükçe özgürlük için sokakları zapt ediyoruz. Hem sokakları özgürleştiriyoruz hem kendimizi. Hem geceleri kazanıyoruz hem kent meydanlarını. Sabaha kadar çatışmanın içinde kalan mahalleli kadınlar, günlerce kentin meydanında yatan kadınlar direnişin içinde eşitliği kazanıyor. Tedirgin yürüdüğümüz kentlerin içinde özgüvenle tek başımıza, çatışmada bıraktığımız izlere göz kırparak yürüyoruz.
İzmir’de AKP gençlik örgütü militanlarının dövdüğü gençlerden Ayşe. Ayşe sargılı kolları ve bacaklarıyla direnmeye devam ediyor..
Dayanışmanın sihirli gücünü keşfederken, kadın dayanışmasının da gerçekte ne olduğunu çok iyi gördük. Çünkü gaz bombalarından el ele tutuşup kaçarken, birbirimizi tanımıyorduk ama durduğumuz anda birbirimize gülümsüyorduk. Regl olanlar için kaygılanıyorduk. Çatışma sırasında tampon pek sağlıklı değil diye konuşuyorduk. Feministlerin, küfürlü yazılamalarını mor spreylerle kapattığını duyunca bakışıp anlaşıyorduk.
Bu sihri yüz binlerce kadınla daha yakaladık artık. Suyunu, deresini savunmak için bir kere sokağa çıkan Tortumlu Leyla, zorla evlendirilmek istenince nasıl evden kaçtıysa, bugün sokağa çıkan kadınlar da durmayacak evlerde.
Şimdi güvencesiz kadınlar için güvence: Direniş!
Şiddete uğrayan kadınlar için tek çare: Direniş!
Aile içine hapsedilmek istenen kadınların özgürlüğü bulacağı yer: Direniş!
Savaşların en mağdur ettiği kesim, kadınların arayıp bulduğu şey: Direniş!
Barikatın önünü, parkları, meydanları, geceleri,
Terk etmiyoruz!
Tuba Güneş
4 Haziran 2013
Kaynak; sendika.org