İstanbul’un yeşil hattı – Carlo Petrini

Carlo Petrini‘Slow Food: Yeni Bir Yaşam ve Yemek Kültürü’nün yazarı CARLO PETRINI. Petrini’nin,  Gezi Parkı direnişi hakkındaki izlenimlerini içeren yazısı 14 Haziran 2013 tarihinde La Republica gazetesinde yayınlanmıştı. 

Galata Kulesi’yle Gezi Parkı’nın arası üç buçuk kilometre. Taksim Meydanı’na açılan İstiklal Caddesi’nin girişine ulaşmak için üç dakikalık bir füniküler yolculuğu gerekiyor. Aşağıda, Haliç tarafında her zamanki insan koşuşturmacası var: Trafik, açık işyerleri, seyyar satıcıların eski arabalarının yanında modern tramwaylar; yukarısıysa modern İstanbul’un ticari merkezi. Fünikülerle yeraltından yaptığımız üç dakikalık yolculuk birbirinden tamamen farklı iki dünya arasındaki mesafeyi temsil ediyor adeta: bir tarafta tamamen normal bir günlük yaşam, diğerinde bütün dünya televizyonlarının yayınladığı bir kent mücadelesinden sahneler. Bize oraya kadar fünikülerle çıkmamamız tavsiye edildi zira hava göz yaşartıcı gaz sebebiyle solunamaz haldeydi ve polisle göstericiler her an karşı karşıya geliyordu. Taksim Meydanı’nın göstericiler tarafından “kurtarıldığını” görmek, devamında Gezi Parkı’nın içinde ağaçların arasından göze çarpan çadır ve tentelerin görüntüsü insanda farklı bir etki yaratıyor. O ağaçlar, belki de beklediğimizin ötesinde bir isyanın sembolü şimdi. Bir sükunet hali var ama aynı zamanda derinde yatan bir gerilim de hissediliyor. Meydanın orta yerinde, üzerinde sarı naylon yağmurluğuyla yaşlıca bir adam hareketsiz bir şekilde elindeki Türk bayrağını tutuyor. Meydandan parka girişte yer alan merdivenler, barikatla neredeyse tamamen kapatılmış vaziyette. Yan tarafındaki bir aralıktan ise insanlar rahatlıkla girip çıkıyorlar. Etrafta bez afişler ve pankartlar var. İçerde uyku tulumunu katlayanlar, çadırını toplayanlar, çember yapmış tartışanlar…

Genellikle kalabalık olan İstiklal Caddesi polisle göstericilerin mücadelesinden birkaç saat sonra canlanmaya başlıyor. Polisler kasklar, tazyikli sular ve göz yaşartıcı gazlarla silahlanmış, İstanbul’un çeşitli mahallelerinden buraya gelmiş olan binlerce genç ise yalnızca toz maskeleri ve inşaat baretleriyle korunuyor. Külün altındaki korun hala canlı olduğu hissi var. Ve Erdoğan’ın diyaloğa ayırdığı bu ateşkes gününün aslında çok daha uzun bir sürecin habercisi olduğu anlaşılıyor. Gezi Parkına yapılacak, İstanbul’un kim bilir kaçıncı devasa alışveriş merkezinin tehdit ettiği ağaçları kurtarma amacıyla ortaya çıkmış bu hareket, bu bağlamda tamamen yeni bir şey. Çevreci düşüncelere sahip olmayan bir turist gözüyle bile şehrin orta yerinde bulunan böyle yeşil bir alanın tamamen ortadan kalkacağı düşüncesi akla yatkın değil. Burada karşı karşıya gelen, sadece birbirinden tamamen farklı şehircilik anlayışları değil, aynı zamanda etkileyici bir hızla büyüyen ama birbirinden farklı iki dünya arasında bir sentez yakalayamamış olan Türkiye’nin birbirinden farklı iki yaşam felsefesi. Yıllar boyu, biraz da askerin dayatmasıyla uygulanan laiklik, çoğunluğu Müslüman olan halkın dini taleplerini görmezden gelmiş. Bugün ise dengeler tersine dönmüş vaziyette. Dini hevesleri olan bir hükümet Avrupa ve demokrasi yanlısı gençlerin modern laikliğini bastırmaya çalışıyor. Elbette Erdoğan’ın seçimlerdeki çoğunluk oyunu kullanıyor ama bu gençlere karşı da oldukça saygısız ve kibirli bir tavır takındığı yadsınamaz.

Bu iki dünya arasındaki mesafe, özellikle Taksim Meydanı’nda biriken kalabalığı ve onun çevresinde ve tüm şehirde günlük meşgaleleriyle uğraşan insanları aynı anda görünce iyice anlaşılır oluyor. Fakat İstanbul’un bu iki ruhunu ağaçların kesilmesine karşı verilen bu mücadelede birleştiren ahlaki bir unsur var. Akşam dokuzda ve sonra daha geç saatlerde, Boğaz’dan başlayıp bu olayların olduğu bölgeyi de içine alarak kuzeybatı yönünde uzanan Beyoğlu ilçesinde halk, evlerinde ışıklarını açıp kapatmaya, tencere tavaları birbirine vurarak metalik bir gürültü yaratmaya başlıyor. Bu gürültü tam da hükümetin kesmek istediği ağaçlardan yazın gelen Ağustosböceği gürültüsüne benziyor.

Gezi Parkının içinde işgal sırasında bir bostan kurulmasına katkıda bulunan Slow Food sempatizanı gençlerin de bir kampı var. Bugün bu bostanı buradan kaldırarak nihai karşılaşmadan kendilerine bir kaçış noktası oluşturdular.

İstanbul Slow Food’un lideri Defne Koryürek’in dediğine göre “Bir kütüphane ve bir bostan kurma fikri dayanışmanın işbirliği ve arzusuyla bir anda ortaya çıktı. Bu bostanın anası ya da babası yok, bu bostan bütün bu topluluğun bebeği. Grup olarak yıllardır bu şehirle ilgili dev projelere karşı olduk; Boğaz’a yapılacak 3. Köprü, Kuzey’e yapılacak yeni havaalanı, Gezi Parkı’nın yerine inşa edilecek alışveriş merkezi gibi. Bir şeye karşı çıkarken hep ne diyeceğimizi biliyoruz. Somut örneklerle ortaya çıkmak ise daha zor. Gezi Bostanı bizim gelişme modelimizi temsil ediyor, toprağımızla ne yapmak istediğimizi gösteriyor. Ve bu bostanı çocuklarımızla birlikte oluşturduk, tohum ve bitkileri birlikte ektik, çünkü bu bostanın meyvelerini onlar toplayacak”.

Refika Kortun onsekiz yaşında, Defne’nin bir alt neslini temsil ediyor. Parkı korumak için bu gösterilere nasıl katıldığını anlatıyor: “Gezi bizim hayallerimizle dolu. Korkmama rağmen bugünlerde sahip olduğum enerji harika. Burada gerçek bir toplum yarattık, bu daha önce tecrübe etmediğim bir şey. Bu topluluk Twitter ve Facebook üzerinden doğdu ve bizi buradan kovalasalar bile, oralarda yaşamaya devam edecek.

Bu gençlerin gözlerine bakmak, onlardaki kararlılığı ve tutkuyu görmek, bir parktaki ağaçlar gibi basit ama önemli şeylere değer veren yeni bir Türkiye’yi görmektir.

Çeviri; Çağrı Ekiz
15 Haziran 2013

Kaynak; Sinek Sekiz Yayınevi