BirGün: Facebook sansürünün nedenleri ve çözüm için yapabileceklerimiz – Onur Erem

Bir zamanlar ifade özgürlüğünün savunucusu olduğu iddia edilen sosyal medyada sansür yaygınlaşırken bunun ardında yatan siyasi ve ticari nedenleri inceleyerek sansüre karşı eylem planı yaratmanın zamanı geldi.

amed

Bir şirket insan hakları ve ifade özgürlüğü konusunda ne kadar duyarlı olabilir? Bugüne kadar gördüğümüz örneklere bakarak soruya “Bu duyarlılıklar şirkete maddi kazanç sağladığı sürece” cevabını verebiliriz. Eğer tüketiciler bir şirketin bazı konularda duyarlı olduğunu düşünüyorsa, özellikle o şirketi seçerek onlara destek verebilir. Oysa gerçek bir duyarlılıktan daha önemli olan şey, bu duyarlılığın imajıdır. Kapitalist sistem içerisinde insan haklarına önem veren bir şirket olmak maliyetliyken reklam kampanyalarıyla bu imajı yerleştirmek daha kolay bir çözümdür. Mesela reklam kampanyalarında ırkçılık karşıtlığı, homofobi karşıtlığı, insan hakları gibi konuları işleyerek bir imaj yaratmaya çalışan Benetton’un insan haklarına verdiği gerçek değer reklam kampanyalarından değil, Nisan 2013’te Bangladeş’te üretim yaptırdığı tesisin çok basit önlemlerin ihmal edilmesiyle çökmesi sonucu 1.021 kişinin ölmesi, 2.500 kişinin yaralanmasından anlaşılmaktadır. İletişim sektöründe de kendini ‘iletişim ve ifade özgürlüğü fedaisi’ gibi gösteren şirketlere bakmadan önce bunu aklımızda tutmalıyız.

Ortaya çıktığı dönemde devletlerin yasal boşlukları sayesinde kullanıcılara sınırsız ifade özgürlüğü sunan internet ve sosyal medya zaman içinde değişti, bir yandan devletlerin yasal düzenlemeleri diğer yandan da bu alanın ticarileşmesiyle birlikte ifade özgürlüğü açısından başladığı noktadan epey geriye çekildi. Günümüzde Facebook ve Twitter’ın domine ettiği sosyal medya, içeriği yaratan kişilerin kullanıcılar olması nedeniyle ana akım medyaya kıyasla daha fazla özgürlük sunsa da bu özgürlük ‘hassas’ konularda bir anda yok olabiliyor, özellikle de iktidarların ve sermayenin tehdit edildiği noktalarda.

Arap Baharı süresince Arap ülkelerinde sosyal medyanın ne kadar özgürleştirici olduğu, halklar tarafından iktidarlara ve ana akım medyaya karşı etkin bir silah olarak kullanabileceği yazılırken bu mecraları yöneten şirketlerin sahipliği, merkezlerinin bulunduğu ABD hükümetiyle aralarındaki ilişkiler gözardı edildi. Örneğin İran’da 2009 yılındaki seçimlerden sonra gerçekleşen protestolar sırasında bakıma girmesi planlanan Twitter, ABD hükümetinin talebiyle bakımını ertelemiş, protestocuların haberleşmesine olanak sağlamıştı. Arap Baharı da, İran Protestoları da ABD’nin açıkça desteklediği süreçlerdi. Bu şirketlerin gerçek özgürlük anlayışını değerlendirmek için protestoların Batı’nın kalbinde olduğu zaman ne yaptıklarına bakmamız gerekir. İşte birkaç örnek: Londra’da kemer sıkma karşıtı eylemlere katılan öğrencilerin ver örgütlerinin hesapları 2011 yılında toplu bir şekilde kapatıldı. 12 saat içinde 50’den fazla muhalif örgütün sitesinin peş peşe kapatılması, bunun planlı bir şekilde yaptığını gösteriyordu. Prens Williams ile Kate Middleton’ın evliliğinin ‘huzurlu’ geçmesi için yapılan operasyondan kısa bir süre önce Londra emniyetinin “Londra’daki anarşistlere karşı özel önlemlerimizi devreye soktuk” açıklaması faili ele veriyordu. ABD’nin New York, Seattle ve diğer eyaletlerindeki Occupy hareketlerinin de benzer şikayetleri vardı.

Ülkemizde de Facebook sansürünün en büyük mağduru siyaset ve haber sayfaları. En bilinen örnekler ise Ötekilerin Postası ve Kürt hareketi. Ötekilerin Postası’nın yaratıcısı Emrah Uçar ile bu yılın başında buluştuğumuzda Facebook’un içerik kaldırmasından şikayetçiydi. Ancak şimdi o günleri arar durumdalar çünkü Facebook, haber içeriklerini sansürlediği gibi defalarca da sayfalarını kapattı.

Kürt hareketinin durumu ise özellikle bu yaz kötüleşti. BDP’li siyasetçiler adına açılan sayfalar daha önce de sansüre uğrasa da bu yaz sansür sıklaştı, bu sayfalar topluca kapatıldı. Bu sayfaları yöneten ekipten Özcan Irmak, görüşmemizde bunun ana nedeni olarak Gezi ve Rojava’yı gördüğünü söylemişti.

Türkiye, Facebook’un en çok reklam geliri sağladığı ülkelerden biri. 32 milyon Facebook kullanıcısıyla dünyanın en çok Facebook kullanan 7. ülkesi olan Türkiye’de internet kullanıcılarının yüzde 88’inin Fecabook hesabı var. Bu nedenle Facebook’un Türkiye’ye dair en büyük korkularından biri, Türkiye’nin siteye erişimi yasaklaması. AKP’nin faşist, sansürcü politikaları ve geçmişteki YouTube örneği, bunun gayet mümkün olduğunu gösteriyor. Bu yüzden Facebook’un kapanma tehlikesine karşı AKP’nin sansür taleplerine boyun eğmesi gözardı edemeyeceğimiz bir ihtimal.

Peki bu keyfi sansürlere karşı ne yapabiliriz? Sosyal medyanın başarısı ağ örgütlenmesinde, kullanıcının içerik üretip birbirleriyle anında paylaşabilmesinde yatıyor. Sorun bu modelde değil, bu modeli uygulayan şirketlerde. Buradan yola çıkarak 2 alternatifimiz olduğunu söylemek mümkün: Ya şirketleri dönüştüreceğiz, ya kendi sosyal medyamızı kuracağız.

Kullanıcıların yönetimde söz sahibi olduğu sosyal ağlar mevcut. Bunların en popüleri Diaspora. Ancak Diaspora bile Facebook’un popülerliğinden çok uzak. İnsanları Facebook kullanmaya iten şey herkesin orada olması, bu nedenle en azından kısa vadede Diaspora ve benzerleri Facebook’a gerçek bir alternatif olmaktan uzak. Arkadaşlarının çoğunun olmadığı bir sosyal medyayı kim niye kullansın?

Facebook’u dönüştürme seçeneğine gelince, bunun için kitlesel ve örgütlü adımlara ihtiyacımız var. Facebook’un anladığı dilden konuşarak, ticari gelirleri azaltacak toplu boykot kampanyaları düzenlemek en etkili yöntemlerden biri. Ancak bunu da örgütlemek zor. Daha önce sosyal medyada BDP’lilerin başlattığı kampanyalara CHP tabanının gösterdiği sert tepkileri hatırlıyoruz. Facebook sansüründen (şimdilik) BDP kadar mağdur olmayan diğer muhalefet kesimlerini kitlesel bir kampanyaya ikna etmek bu nedenle sanıldığı kadar olmayabilir.

Yine de önümüzde başka seçenek olmadığı için, bu iki alternatife emek harcamalıyız. Herkesin çevresindeki insanları Diaspora ve benzerlerini kullanmaya davet etmesi, Facebook’a karşı boykot kampanyaları örgütlemesi kısa vadede olmasa bile orta vadede meyvelerini verebilir. İkisi de kolay seçenekler değil ama özgürlüklerin kolayca kazanıldığı nerede görülmüş ki?

Onur Erem
22 Eylül 2013
Haberin kaynağı için tıklayınız; birgun.net