Radikal: Mahalle baskını – İsmail Güzelsoy

Mahalle baskısı evrim geçirip bir mahalle baskınına mı dönüşüyor? Eski İstanbul’da tacize uğrayan kızların jargonuyla söyleyelim. Belki böylesi anlaşılır: “Muhitimize geldik, gider misiniz artık?”

mahalle-baskını

Geçen hafta, Kadıköy’de bir grup direnişçiye üst kattaki teyze şöyle sesleniyordu: “Barikat kurun çocuğum, barikat kurun!” Teyzenin bir marjinal örgüt üyesi olma ihtimalinin çok yüksek olduğunu sanmıyorum. Neden böyle bir şey söylemiş olabilir? İnsanı gülümseten bir anekdot elbette ama bunun gerisinde çok köklü bir muhit kültürünün yattığını düşünüyorum.

Osmanlı İstanbul’u sınıf değil “millet” aidiyetine göre öbeklenmiş muhitlerden, semtlerden oluşurdu. Muhitler büyük oranda zengin-fakir ayrımından daha karmaşık ilişkilere göre örgütlenirdi. Kıztaşı’na gittiğiniz zaman zengin bir konak, hemen bunun yanında gariban bir kulübe görmeniz mümkündü. Ancak o iki aile arasında, dışarıdan bakan birinin ilk anda algılayamayacağı bir bağ olurdu. Biraz abartarak, ekonomik yönü gevşek birer komün gibi düşünebiliriz “muhit” kavramını. Karagümrüklü olmak, sınıfsal, ırksal hatta bazı durumlarda dini kimlikten bile daha öne çıkabiliyordu. Her ailenin kendisini asayiş ve huzurdan belli ölçüde sorumlu hissettiği yarı klanik bir yapısı olan bu muhitlerin birbiriyle ilişkileri de “uluslararası hukuk” benzeri karmaşık ilkelerle belirlenirdi.

Muhit örgütlenmesi

Kentin kaosuyla çevrelenmiş korunaklı birer iç kaleydi muhitler. Gözle görülmeyen surların gerisinde süren hayatlar, o korunaklı dünyanın sağladığı mahremiyetin güveniyle kentin geri kalanıyla ilişki kurabilirdi. Muhitin mahremiyetini savunmak, onu kollamak gerekirdi. O görünmez iç kalenin kendi içtihatları olurdu. İçtihadı çiğneyene yönelik, kınama ile başlayıp, polise teslim etmeye kadar uzanan geniş bir cezalandırma sistemi ve bunun karşısında değişen oranlarda itibar rütbeleri bulunurdu.

Muhit örgütlenmesiyle ilgili Bizans’tan 70’li yılların sonuna kadarki sürece ilişkin çok şey söylenebilir ancak işin tarihi boyutunu geçip son aylarda, Gezi direnişiyle birlikte muhit kavramını yeniden düşünmeye başlamamız kaçınılmaz gözüküyor. Çünkü, şu ana kadar pek dile getirilmediyse de bu süreçte dikkatimi çeken bazı ayrıntılar, Türkiye ’deki büyük kentlerde hâlâ bir muhit duyarlığının korunduğunu düşündürtüyor bana. Gezi ve sonrasında ortaya çıkan binlerce fotoğraf, sayılamayacak kadar slogan ve olay arasında süreci en iyi özetleyen simgeler seç, denilse benim iki adayım olurdu.

‘Yavaş olun, kızım uyuyor’

Bunlardan ilki birkaç dakikalık bir film. Adana’da, kucağında bebeğiyle TOMA’nın önünde dikilen bir kadın görüntüsü… Burada çarpıcı olan, kadının cesareti, yiğitliği değil yalnızca. Tabii ki TOMA’nın önüne dikilebilmek cesaret isteyen bir şey. Kişisel olarak denedim, on metreye kadar ulaşabildim ve sonrasını hatırlamıyorum. Ama kadının, yanında bir çocuk, kucağında bir bebekle TOMA’nın önünde durup söylediği sözler, bana kalırsa 28 Mayıs’tan bugüne kadarki hikâyeyi net bir şekilde anlatıyordu. Özetle kadın, “Lütfen mahallemden çıkar mısınız?” diyordu. Nazikçe, şaşırtıcı bir sükunetle… Hatta bir ara, “Yavaş olun kızım uyuyor” filan diyerek kendi dinginliğini çevreye de telkin etmekten geri durmuyordu. Kadın, karşısındaki komisere şöyle sesleniyordu: “Yüzyıllardır biz burada yaşıyoruz ve daha da bir olay olmadı. Lütfen çıkın artık mahallemizden!” Bir sonraki kareyi hepimiz biliyoruz zaten. TOMA’lar tam-fışkiye çalışmaya başladı.

Devletin çamurlu ayakkabısı

Gezi süreciyle başlayan direniş silsilesi aslında adı konmasa da neoliberal kent kültürüyle muhit ruhu arasındaki bir gerilimin de hikâyesidir. Ankara ’yı biraz ayrı tutmak koşuluyla, Türkiye kentlerinin hâlâ bir ölçüde muhitler toplamı olduğu söylenebilir. Çağdaş hayatın kentsel örgütlenme anlayışına dayanamayıp önemli kişilik özelliklerini kaybetse de muhitlerin mahremiyeti bir arketip olarak varlığını koruyor demek ki. Doğal olarak devletin, adına TOMA denilen o gudubet araçlarla kötü bir konuk gibi muhitlere girip pervasız bir şekilde sokakları gaza boğması, insanları kovalaması, sokak aralarında gençleri tartaklaması muhit mahremiyetini rencide etti. Bunun en belirgin örneği elbette ki Beşiktaş , çArşı’ydı. Dışarıdan bakan pek çok gözlemcinin, futbola siyaset karıştırıldığını iddia etmekle, süreci doğru okuyamadığını düşünüyorum. çArşı, Kadıköy, Cihangir gibi yerlerde semt mahremiyeti çok fena hırpalandı. Devlet çamurlu ayakkabılarıyla yeni temizlediğimiz halıya bastı.

Muhitimize yanlış yapıldı

Gezi Parkı’nın –nispeten!- açılması sonrasında semt forumlarının ortaya çıkması şaşırtıcı değil mi? Neoliberal kent kültürünün karşısında çok kısa ömürlü olacağı söylenen forumların bazıları hâlâ sürüyor. İlginç bir durum çünkü hayat tarzlarımız bir muhit kültürünü besleyebilecek ve ondan beslenebilecek cinsten değil pek ama tıpkı bir insanın elini ağrıyı hissettiği noktaya götürmesi gibi, içgüdüsel olarak muhit örgütlenmesine yöneldik demek ki. Çünkü aslında saldırı oraya yapıldı. TOMA’larla, gazlarla pervasızca girilen yer sokaklarımızdı. Gezi Parkı ile birlikte oluşan refleks tam da buydu. Muhitimize yanlış yapıldı.

Gider misiniz artık?

Süreci özetleyen iki şey var dedim. İkincisi de bir slogan… Gezi sürecindeki bu önemli ayrıntıyı vurgulayan dahice bir tanımlamaydı bu. Çok dikkat çekmeyen ama burada yazdığım her şeyi -hatta galiba biraz fazlasını- özetleyen slogan şöyle: “Ev kira ama semt bizim.” Semtin, kişisel mal-mülk kadar önemli olduğunu hatırlatan bu tanımı ciddiye almak gerek. O yarı mahrem alana yapılan saldırılar durmalı. Yoksa Kadıköy’deki yaşlı teyze gibi, biri pencereden başını uzatıp, “Barikat kursanıza çocuğum” diyecektir. Teyzeyi tanımam, bilmem ama sokakta direnen o çocuklar ile ortak idealler paylaştığı konusunda kuşkuluyum. Yine de emin olduğum bir şey var: Teyze muhitine yönelik saldırıdan rahatsızdı ve muhitin gençlerinin bu saldırıyı durdurması gerektiğini düşünüyordu. Gençlere yardımcı olmaya çalışmıyordu; onlara görevlerini hatırlatıyordu.

Kasımpaşa da bir muhittir. Oradan gelen birinin bu duyarlığı anlayamaması çok şaşırtıcı. Ya da tam da bunu anladığı için TOMA’ları, tuhaf üniformalı, sevimsiz kasklı, fişekli polisleri oralara sürüyor. Mahalle baskısı evrim geçirip bir mahalle baskınına mı dönüşüyor?

Evet, eski İstanbul’da tacize uğrayan kızların jargonuyla konuşmayı deneyelim bir de. Belki böylesi anlaşılır: “Muhitimize geldik, gider misiniz artık?”

İsmail Güzelsoy
22 Eylül 2013
Kaynak; radikal.com.tr