T24: Gezi ve Z Kuşağı- Orhan Alkaya

Gezi’nin ana damarını temsil eden 17-25 yaş kuşağı için “Z” kuşağı deniliyor. Doğayı siber âlemin içerisinden kavrayan ve duyarlılıkları da virtuel-visuel bir algı âleminde oluşan bir kuşak.

Her türlü yaygın tipolojik terminoloji Amerikan patentli olduğu için, bu kuşağa, Vietnam Savaşı’nın Amerikan toplumunda yarattığı travmanın bilgisinden habersizleştirilen “X”ler sonrası, teknoloji ve globalizm bilgisiyle yetiştirilen “Y” kuşağından sıkılan, uzmanlık boğuntusuna tepki duyan, kendi kimlik tanımlanmalarını (identitiy) doğrudan bedenleriyle toplumsal düzene deklare eden bir kuşak da diyebiliriz.

Bu klasifikasyon her toplumda farklı tezahür etti. Tıpkı medeniyetin (civilization) batı-merkezli (euro-centric) tek bir sosyal tarifi olmadığı gibi, X, Y, Z kuşaklarının da belirgin bir ortaklaşmaları hem var hem yoktu.

Türkiye’de X kuşağı, bir ucundan 1970’lerin toplumsal ve sınıfsal dalgasının farkına varan, diğer yandan bunun yol açtığı özyıkıcı sonuçları deneyimleyerek pozisyon alan bir kuşaktı. Anlayışı kıt arkaik-modernist zihniyet, bu kuşağa, çoklukla anlama çabasına da girişmeksizin “12 Eylül Kuşağı” yahut “Özal Kuşağı” demeyi yeğledi. Bu kuşak için en hoşgörülü sıfatlandırma da “de-politizasyon” oldu; yani bir tür politik frijidite…

X kuşağının önüne, kolay yoldan zengin olabilme ihtimali fazlasiyle sunuldu. Bu kuşak için üretmek bir ihtiyaç olmaktan çıkartılmıştı. Kapitalizmin basit bir parodisi, sözgelişi, üretime dayalı birikimlerin irreal yollardan değerlendirilebileceği önermesi, bir tür oyuna dönüştürülmüştü onlar için.

Akdeniz açıklarından limana yanaşmakta olan bir kuru yük gemisi, içindeki mal için KDV indirimini alana kadar açık denizde bekliyor, kanun hükmünde kararname (KHK) ile, salt o mamul madde için vergi indirimi sağlandığında limana yanaşıyor, yükünü boşalttıktan sonra söz konusu KHK yürürlükten kaldırıldığında, kapitalizm içi oyununu oynamış olmanın keyfiyle yeni sulara yelken açıyordu.

Kapitalizmin oyun keyfini en fazla yaşayıp deneyiminden nemalanan kuşak oldu bu “X”ler.

X kuşağı, doğadan bütünüyle uzaklaştırılmış, kâğıt ve rakam aracılığıyla en zevkli amiral battı oyunu için uzmanlaştırılmıştı. Üstelik de-politik oldukları için, yağ satarım bal satarım oyunundaki ebeleyiciler kadar gaddar olmaları da olağandı.

Y kuşağı, hızlı gelişen bir sürecin içine doğdu. Onlar için paralel disiplinlerde master ve doktora yapmak önemliydi. Silikon vadilerinde yazılım geliştiren, kapitalizmi rasyonalize etmek için yeni enstrümanlar üreten, para eksenli borsalarda, gerçekte var olmayan değerleri alıp satarak, yüksek adrenalinli bir hayatı sürdüren bireyler olmak, verili hayatın başarı endeksli kriterleriydi.

Y kuşağı, dehasını insanın tanrı yaratabileceği anafikrine dayandırıyordu. Bir İnsansız Hava Aracı’nın (İHA) geliştirilmesi, uranyumun zenginleştirilmesi yoluyla elde edilebilecek yok edici etki yahut genetik teknolojisi yoluyla elde edilebilecek mutantlar onların başlıca heyecan kaynağıydı.

Hem X kuşağının, hem Y kuşağının belirgin zaafı, ontolojik sorgulamalarıydı elbette. Her iki kuşak da, yapabildiklerinin, sadece bir yetenek betimlemesi olmadığının, tıpkı Alfred Nobel’in, Albert Einstein’ın yahut Robert Oppenhemier’in trajik iç hesaplaşmalarındakine benzer bir anlamsızlık içerdiğinin, zaman içerisinde farkına vardı, varmaya başladı…

Z kuşağı, bu ontolojik hesaplaşmadan doğdu bir bakıma. Konvansiyonel savaşlara dönmeye niyetlenen W. Bush belki o kuşağı ilk kez uyandırdı. W. Bush, eski Roma’dan esinlenen, kara harekâtçısı, işgalci bir stratejiyi ilkin Afganistan’da, ardından Irak’ta yürürlüğe soktuğunda, bunu da embedded haber kanallarıyla bir ilkel ve non-aktif bilgisayar oyunu formatında dünya medyasına yaydığında, yeni teknolojik formasyonla yetişmiş üçüncü kuşak kendiliğinden bir farkındalık geliştirmeye başladı.

Z kuşağı kapitalizmin çıkışsızlığını fark etmeyi de, böyle kaba bir kara harekâtı uyarması sonrasında ilk kez fark etti.

Z kuşağı, de-politik değildi. A-politik hiç değildi. Belki ve bana göre öyle, bu kuşak a-reelpolitik bir kuşaktı. Hâl böyle olunca, reel-politik’in dışında kalan “marjinal” her oluşum onlar için bir çekim alanı olmasa da, doğal bir müttefik haline geldi.

Z kuşağı, farklılıklarının üzerine titreyen hassas bir kuşak olarak belirdi. Belki bu yüzden, kendisinden çok önce oluşmuş inorganik refleksleri de önemsizleştirirken, özel bir çaba harcamadı.

Şiddetle karşılaşan bu kuşak, şiddetle karşılaşan herhangi bir kişiden dil, din, cinsiyet, bayrak yahut kutsiyet sormayı aklının ucundan bile geçirmedi. Dahası, bunu yapan ve kısa zaman aralığı farkıyla arkaik saydığı insanları, grupları da kendi dışına itelemeyi seçmedi.

Bugünlerde herkes, Gezi’nin künhünü anlamaya çalışıyor. Basit. Cevheri de, asaleti de, nihayeti de bu Gezi’nin: Z kuşağı!

Gezi kimlik sormadı.

Z kuşağından öğreneceğimiz birşeyler var. Öğrenmeye kendimizden çıkarak başlayabiliriz. Nasıl olsa geri döneceğimiz gene kendimiz. Yeter ki serüveni göze alalım.

Orhan Alkaya
22 Eylül 2013
Kaynak;t24.com.tr