Gezi isyanının on küsür yıllık AKP hükümetine karşı çok farklı tepkilerin birikiminin yarattığı bir patlama olduğu üzerine sıkça yazıldı, çizildi. AKP hükümetine karşı olmak, hareketin bir anlamda harcını oluşturuyordu. Ancak direnişin mevcut hali dikkate alındığında “hükümet istifa” sloganında ifadesini bulan hükümet karşıtlığını, aynı anda hem bir zaaf hem de hâkim siyaset modeline bir meydan okuma ve bu anlamda bir potansiyel olarak ele almak gerekiyor. Bu bağlamda, “hükümet istifa” sloganının henüz bir sosyal-sınıfsal muhtevaya ve dile sahip olmadığını gözardı etmek, hareketi müesses siyasetin saflaşmalarına mahkûm edebileceği gibi, bu sloganı bir imkân olarak değerlendirmemek de hareketi bütünüyle yerelliğe, gayripolitik bir STK siyasetine sıkıştırmaya meyilli. Teker teker ele alalım…
“Hükümet istifa” sloganı, onca yıllık iktidara karşı toplanmış öfkenin dışavurumuydu elbet ama hareketin tabir caizse “olgunlaşmamışlığının” da bir ifadesiydi. Bir şeyi dilemek, istemek başka, siyaseten gerçekleşebilir kılmak çok başka bir şey. Haziran ayında da bugün de hükümetin sokakta nasıl, hangi toplumsal ittifaklar aracılığıyla düşürülebileceği konusu bütünüyle belirsiz. Hareketin seferber ettiği kitlelerin haricinde kalan toplumun çok daha geniş kesimlerini bu hükümetin devrilmesinin anlamlı, erişilebilir ve istenir bir siyasal hedef olduğuna ikna edecek bir siyasal öneri mevcut değil. Gezi direnişi bu memlekette solun hitap edebildiğinin çok ötesine bir dinamiği harekete geçirmiş olsa da (kabul edelim) bu aşamada hükümeti pes ettirecek, kabaran toplumsal öfke karşısında çekilmeye zorlayacak bir toplumsal genişliğe sahip değil. Üstelik kitlesel ve militan bir emek hareketinin yokluğunda hükümetin çekilmeye nasıl zorlanacağı meselesi bütünüyle bir muamma. Bu anlamda Gezi’den siyasal alana nasıl sıçranacağına dair bir tasarımın yokluğunda “hükümet istifa” sloganı bir temenniden, hareketin reel durumuyla ilintisiz bir dileğin ifadesinden ibaret kaldı.
Diğer yandan “hükümet istifa” sloganı, Gezi direnişini ulusal çapta bir hadiseye dönüştürdü. Onu genelleştirdi, direnişe nasıl gerçekleşeceği belirsiz de olsa bir siyasal hedef ve bütünlük verdi. Bu slogan olmaksızın Gezi direnişinin bütün radikal politik ve sosyal imalarına rağmen sınırlı, sektörel bir mücadele olarak kalması pekâlâ mümkündü. Direniş bu sloganla eksikli ve bazen çelişkili de olsa bütünsel bir siyasi yönelime ve mevcut siyasal sisteme tepkiyi ifade eden radikal bir hüviyete büründü. Hareketin anti-otoriter dinamiği bu sloganda yoğunlaşmış ifadesini buldu. Bu sloganın hareketi ifade etmediğini düşünenler için Gezi direnişi zaten esas itibariyle ya dar anlamda (yani anti-sistemik hiçbir mahiyeti olmayan) bir “çevrecilik” meselesi ya da yerel meselelerde karar alma sürecinin nasıl olması gerektiğiyle ilgili bir konudan ibaret kalmalıdır. Bu kesimler açısından “hükümet istifa” sloganının benimsenmesi, hareketin “ulusalcıların” kontrolüne geçmesi anlamına taşıyacağı için ciddi bir risk de ihtiva ediyor. Bu görüşte olanların kavrayamadığıysa hükümete dönük tepkiden ayrıştırıldığında Gezi direnişinin bir katılımcı belediye meselesine indirgenerek radikal potansiyellerini bütünüyle yitirebileceği.
Bu tartışma yanlış anlaşılmasın: Hareketin sloganlarından slogan beğenecek, istemediğimizi ayıklayacak değiliz elbet. Harekete dışarıdan/yukarıdan daha “doğru” sloganlar dayatmak ancak içi boş bir siyasal kibrin ifadesi olabilir zaten. “Genç” Marx, 1843’te bir mektubunda hareket noktalarının soyut ilkeler değil, “gerçek” mücadeleler olduğunu yazıyor ve ekliyordu: “Kitlelere ‘mücadelelerini bırak, onlar aptalca, sana mücadelenin gerçek sloganını biz vereceğiz’ demiyoruz.” Önemli olan bir slogana ne içerik verildiği, hangi siyasal tasarımla bütünleştirilebildiği. Burada kritik olan, Gezi mücadelesinin merkezi sloganlarından olan “hükümet (ya da Tayyip) istifa”nın, kitlelerin benimsediği her slogan gibi, mücadelenin kısıt ve olanaklarını ele vermesi, Gezi direnişinin politik imkân ve çelişkilerinin tam da bu sloganda özetleniyor olması. Hareket, el koyma/mülksüzleştirme yoluyla birikim stratejisine dönük bir mücadeleden fışkırması itibariyle zaten en baştan radikal siyasal ve sosyal iddialar taşıyordu. Ancak bu iddialarla “hükümet istifa” talebi arasında somut bağlar kurulabilmiş değil. Daha açık bir dille ifade edilebilirse, neoliberal otoriterizme karşı gelişen sosyal direniş ve hareketler henüz hükümete geri adım attıracak, güç ilişkilerinde ezilenler lehine kalıcı bir güç kaymasına neden olabilecek genişlikte değil. AKP’nin hegemonyasında kimi çatlaklar görünür olmuşsa da bir karşı hegemonik alternatif şekillenmiş değil. Solda maalesef sıkça yapıldığı gibi, birtakım mağduriyet ve hoşnutsuzluk kategorilerini ard arda sıralamayı hegemonya girişimi addetme hatasına düşmüyorsak elbette…
Söz konusu çelişki hareketin “ulusalcı” bileşenin liderliği için geçerli değil. Bu kesim için hükümet karşıtlığının Gezi direnişinin ima ettiği türden radikal sosyal içerimleri yok. Salt ve dar anlamında siyasal alanda kalan, esas itibariyle “yukarıdaki”, yani büyük siyaset sahnesindeki bir değişimden bahsediyorlar. Dolayısıyla geniş kitlelerin önüne daha “gerçekçi, yani ulaşılabilir ve somut görünen, üstelik mevcut siyasal alışkanlıklara da uygun bir alternatif önerebilecek durumdalar. Devrimci-radikal sol ise “hükümet istifa” sloganını dillendirdiğinde “aşağıdan”, sosyal güçler dengesinde alt sınıfları güçlendiren bir siyasal dönüşümü ima ediyor. Ancak henüz ortada bu dönüşümü geniş kitleler nezdinde tanınır ve anlaşılabilir bir dille ifade edebilecek örgütsel kapasiteye ve siyasal berraklığa sahip değil. Daha da önemlisi, böylesi bir siyasal-sosyal değişikliği gündeme getirecek bir toplumsal ittifakı harekete geçirebilme kapasitesi de namevcut. Dolayısıyla (Marx’ın zaman zaman kullandığı örneği hatırlarsak) “köstebek” başını toprağın üstüne çıkarmışsa da, hani son zamanların popüler tabiriyle devrim göz kırpmış olsa da, zaman “tünel kazmaya” devam etmek zamanı olmaya devam ediyor. Yani olası bir yeniden kabarış için hazırlık yapmak, tünel kazarken bir yandan şu yakın zamanda açılan gedikleri genişletmek gerekiyor.
Bu hususta kritik bir hatırlatmanın yeridir: Antikapitalist mücadele toplumsal mücadele ve direnişlerden neşet eder, toplumsal alanlar içerisindeki gerçek öznelerin gerçek ezme-ezilme ilişkileri üzerine bina edilir. Bu, bu ilişkilerin siyaset dışı oldukları anlamına gelmez. Tam aksine, sosyalist siyasetin başlıca görevi, Gezi Parkı’nda olduğu gibi, siyasi değilmiş gibi, “doğalmış” gibi kurulan bu toplumsal ezme-ezilme ilişkilerinin aslında siyasetin konusu olduklarını ortaya çıkarmaktır. Sosyalistler için siyasetin esas mevzii burasıdır. Burası ile temas kurulmadan yapılacak bir siyasi ve ideolojik mücadele, sosyalist siyaseti burjuva siyasetinin dehlizlerine çekmekten ve orada debelenmeye mahkûm etmekten başka bir işe yaramayacaktır. Bu bağlamda toplumsal hareketler üzerine oturmayan, bunlarla rabıtasını kurmamış bir sosyalist argümanlar ve projeler bloğunu burjuva siyasal argümanlar ve projeler bloğuyla kafa kafaya tokuşturmaya kalkışmak, toplumsal mücadeleler içerisinde kökleşmeye dayalı bir inşa stratejisine sahip olmaksızın iktidar partisine karşı “geniş” muhalefet cepheleri örmeye soyunmak, sosyalist hareketin uzun yıllardır mustarip olduğu bir siyasal illüzyon zaten.
Her türlü sosyalist stratejinin kalkış noktası müesses partilere ve “büyük” siyasetin aktörlerine dair senaryolar üretmek değil, somut ezme-ezilme ilişkilerini aşmaya yönelik direniş pratiklerini hayata geçirmeye cüret etmektir. Siyasal aktörlerle yapılan mücadele ve cebelleşme, ancak ve ancak bu mücadele hattının bir uzantısı olduğu anda anlamlı hâle gelir. Kapitalizmin siyasal taşıyıcılarını hedef almak, onların özgün söylem ve pozisyonlarını dikkate alarak siyasal ve ideolojik bir mücadele yürütmek siyasal mücadelenin elbette olmazsa olmazıdır. Ancak unutulmaması gereken, kapitalizme karşı geliştirilecek muhalefetin temel öznelerinin toplumsal mücadele alanlarından türeyeceğidir. Somutlarsak: Antikapitalizm “soyut”, AKP karşıtlığı ise “somut” bir siyasal tutum değildir. AKP’ye muhalefet ancak antikapitalist bir temelde anlamlandırılabilirse somut bir devrimci politik tutum halini alır. Gezi direnişi bu hususta önümüze şimdiye kadar hiç düşünmediğimiz, düşünemeyeceğimiz potansiyelleri koymuş durumda. Mesele bizim bu potansiyellerle ne yapacağımız, ne yapabileceğimiz…
Foti Benlisoy
15 Eylül 2013
Kaynak; fotibenlisoy.tumblr.com