Radikal: Markar Esayan’a cevap: Erdoğan direniyor mu, saldırıyor mu?- Ali Ahmet

Esayan Yeni Şafak’taki köşesinde yazdığı*, Erdoğan neden hedef isimli yazı ilk olarak tarihi bir yanlışla başlıyor. Kendisine başlangıç olarak koyduğu nokta baştan aşağı yanlış olduğu zaman, sonunda varacağı yerin de doğru olmasını beklememek gerekir. Bu sebeple ilk olarak literatürde Bab-ı Ali Baskını veya Bab-ı Ali Darbesi olarak bilinen 1913 yılında İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin iktidara el koyma operasyonun anlatmalıyım.

rte

İkinci meşrutiyet ilan edildikten sonra, Osmanlı’daki en kuvvetli ve örgütlü güç olan İTC seçimleri rahatlıkla kazanmıştı. Ancak İTC içinde kabinede yer alacak kadar kıdemli memur veya asker bulunmadığından kendisine yakın gördüğü isimlerden bir kabine oluşturarak, perde arkasında kalmayı tercih etmişti. İlerleyen dönemde 31 Mart Vakası ile gücü denenen İTC, İtalya’nın Trablusgarp seferi sırasında oluşan atmosferi fırsat bilen ve kendisine Halaskar Zabitan (Kurtarıcı Subaylar) ismini takan bir grup tarafından verilen muhtırayla iktidardan indirildi. Bundan sonra yine aynı şekilde Balkan Savaşları sırasındaki atmosferi değerlendiren İTC Bab-ı Ali’ye yaptıkları bir baskınla bazı kabine üyelerini öldürüp ve iktidarı tekrar ele geçirdiler.

Görüldüğü üzere Esayan’ın iddia ettiği gibi İTC’nin herhangi bir parantez açtığı falan yoktu. Burada İTC’yi iktidarı elinden alınmış demokrasi sevdalıları gibi göstermek istemiyorum, çünkü İTC 1912 yılında kazandığı son seçimleri baskıyla kazanmıştı, hatta öyle ki bu seçimler tarihte sopalı seçim olarak anılır. Peki İTC karşısındaki muhalefet önceden demokrattı ancak sopalı seçim sonrasında mı güç kullanmaya çalıştı. Tabii ki hayır, öncesinde de iktidarı ele geçirmek için yapılan başarısız bir darbe projesi olarak 31 Mart Vakası vardı.

Osmanlı’nın son yılları görüldüğü gibi farklı grupların iktidarı ele geçirme mücadeleleriyle geçmiştir. Bu olaylarda haklılık veya haksızlık yoktur. İki taraf da kendi iktidarını korumak için elinden geleni yapmıştır. Bu durumda bu parantezi İTC’nin açtığını söylemek yanlıştır. Bu parantezi Halaskar Zabitan’ın açtığını söylemek de yanlıştır. Çünkü ortada bir parantez yoktur. Ortada bir iktidar savaşı ve bu savaşın sonuçları vardır.

İTC tarihte kanlı bir leke bırakmış ve sayısız Ermeni kökenli, sivil Osmanlı vatandaşının ölümünden sorumlu bir örgüttür. Ancak Türkiye’deki askeri vesayeti onların başlattığı veya merkeze geçerek yüzyıl boyunca merkezden ayrılmadıklarını iddia etmek komiktir. Osmanlı’nın son yıllarında meydana gelen iktidar mücadelelerinden Ak Parti’ye mağduriyet ithal etmek ise trajikomiktir.

Esayan’ın koyduğu bu yanlış noktayı teşhis ettikten sonra devam edelim. Esayan’ın 1912 yılındaki çoğulcu anayasaya yaptığı gönderme çok yerinde, 1921 meclisi de aynı şekilde Türkiye Cumhuriyeti tarihinde çoğulculuktan bahsedebileceğimiz ender yerlerden birisi olarak göze çarpmakta. Her ne kadar 1924′e darbe anayasası demek abartı bir tabir olsa bile ondan sonraki 80 yılda çevrenin merkeze ilerlemesi şeklinde bir mücadele geçtiğini söylemek, cumhuriyetin son 80 yılını tek bir çatışmayla açıklamaya çalışmak bizi büyük bir yanlışlığa sürükler. Esayan merkez-çevre ilişkisi konusunda bana göre hatalı bir yorum yapmıştır ancak pratikte özellikle 28 Şubat süresince askeri yönetim altında baskıya uğrayan kesimlerin Ak Parti ile beraber iktidara geldiği bir gerçektir.

Esayan şimdiye kadarki argümanı şudur. Darbeyle iktidarı ele geçiren İTC, merkeze oturmuş ve içeriye çevreden hiç kimseyi almamıştır, Ak Parti bunu yıkmakta ve merkezi ele geçirmektedir. İTC ve darbe konusunun çok hatalı olduğunu açıkladım, Ak Parti ve Erdoğan’ın kendisine tarihi bir bağ atfettiği Menderes ve Özal arasındaki merkez-çevre ilişkisi her ne kadar büyük problemleri de olsa bir dereceye kadar doğrudur. Ak Parti merkezi ele geçirmektedir, daha doğrusu Ak Parti yüzyıllardır bu topraklarda iktidara gelen her güç gibi gücü eline geçirince merkezleşmiş ve bütün gücü kendisinde toplamıştır.

Yazının ikinci bölümündeyse direnen bir Erdoğan portresi çizildiği görülüyor. Erdoğan, Ak Parti, destekçileri ve sempatizanları karşılarına bir düşman koydukları zaman inatla muğlak ifadelerle konuşuyorlar. Bu düşmanlar zaman zaman Yahudi diasporası, faiz lobisi, dış mihraklar olabiliyor. Bu sefer bu durum bir adım ileri taşınmış. Bu düşmanlar Esayan’ın yazısında komple soyut bir hali almış ve adından sanından bahsedilmemiştir. Esayan yazısının ilk bölümünde gayet net tespitler yaparken bir anda sahte haber yapan bir spor yazarı edasıyla edilgen yapıya geçmiş ve ateşlendi, yapılmış gibi ifadeler kullanmaya başlamıştır. Bu eylemlerin kim tarafından, ne tarafından yapıldığı kesinlikle bahsedilmemiş, sadece merkezdekiler gibi anlaşılmayan bir tanımlanma kullanılmış. Hangi örgüt, hangi parti, asker mi, polis mi, yargı mı yoksa şimdiye kadar hiç adını bilmediğimiz bambaşka bir şey mi, bilemiyoruz. Esayan hedefi göstermiş, eski merkez!

Esayan’ın fark etmediği veya fark edemediği bir gerçek var. Erdoğan ve Ak Parti Esayan’ın kafasında çizgilerini çizdiği ve 100 yıllık Türkiye tarihini şıp diye açıkladığı merkeze oturdu. Bir süredir de o merkezde yaşıyor. Askeri siyasetten el ayak çektirdi, o konuda bütün Türkiye için çok güzel bir şeyi başardı. Köşkte kendi partisinden birisi oturuyor. Yüksek yargı kurumlarıyla bir sıkıntısı yok. Polis teşkilatıyla zaten bir problemi yoktu. Ağzından çıkanı manşet yapmayı bekleyen hazır ve nazır bir medyası elinin altında duruyor. YÖK ve üniversiteler tamamen kendisine bağlı duruma geldi. Sahi Erdoğan kime karşı direniyordu?

Gezi Parkı Direnişi için özellikle direniş karşıtları tarafından dillendirilen ilk başta iyiydi ama sonradan çok bozdular iddiası Esayan tarafından da dile getirilmiş. Beş kişinin öldüğü, 11 kişinin gözünü kaybettiği, onlarca kişinin beyin travması geçirdiği ve binlerce kişinin yaralandığı eylemlerde bütün suçu direnişçilere atan bu dil kabul edilemez. İnanılmaz bir polis şiddetiyle bastırılmaya çalışan eylemler arasında cenazeler, basın açıklamaları, Taksim’e karanfil bırakma veya sadece durmak gibi eylemler vardı. Erdoğan daha eylemlerin ilk gününde Gezi Parkı’nı tekrar değerlendireceğiz dese bütün eylemler bitecekti, bu gerçek ortadayken tüm güç konsantre edilerek Erdoğan’ın üstüne gidildi iddiası biraz komik kaçıyor. Eylemciler için edilmedik hakaret bırakmayan ve eylemcileri karşılarına kendi kitlesini çıkarmakla tehdit eden Erdoğan’ı partisinde etkisizleştirmek gibi ne olduğu bile anlaşılmayan ifadelerde eylemcilerin asıl hedefinin ülkeyi etkisizleştirmek olduğu iddiası günlerce sokaklarda eylemlere katılan insanlara yapılmış en büyük iftiralardan birisidir.

Gerçek aydın ve entelektüellerin, insanların anayasal haklarını kullanması karşısında uygulanan şiddet karşısında susması ve Erdoğan’ın yaptıklarını desteklemesi gerektiğini de Esayan sayesinde öğrenmiş olduk. Şimdiye kadar yaptığı her harekette Erdoğan’ı destekleyen pek çok aydın ve entelektüelin eylemler sırasında Erdoğan’ı eleştirmesi yüzünden bir anda sınıfsal kibri ile yüzleşememiş vicdan kuaförleri haline gelmesi de Esayan’ın ciddi bir algı problemi olduğunu düşündürtüyor. Esayan’a göre Erdoğan eleştirilemez, anayasal bir hak olan gösteri yapma hakkı hedefte iktidar varsa hiçe sayılabilir. Polis şiddetine karşı durursanız vicdan kuaförü haline gelirsiniz. Bu argümanlara göre 2002′den beri hemen her konuda Erdoğan’ın arkasında durmuş, ülkedeki vesayet rejimine karşı uzunca bir süredir savaşan Ahmet Altan bile kendi mahallesinden korkan bir vicdan kuaförü haline geliyor.

Esayan’a göre Kürt ve Alevi sorunlarının çözülmesi durumunda bir daha eskiye dönülmeyeceğini bilen eski merkez bunların çözülmemi için uğraşıyormuş. Esayan Yavuz Sultan Selim’inin 3. Köprüye verilmesi veya Ali’yi sevmek Alevilikse ben de aleviyim gibi yersiz açıklamaları yapanın Erdoğan olduğunun farkında değil sanırım. Bunun yanında hala devam eden ancak tarafların muğlâk ifadeleri haricinde pek bir şey bilinmeyen çözüm süreci üzerinden Gezi Parkı eylemcilerini eleştirmek için biraz kalındığını söyleyebilirim. Eylemlerin odak noktası olarak devam eden park forumlarının çözüm sürecine destek verdiğini bilmek belki Esayan’ı bir derece rahatlatır. Bunun haricinde Kürt tarafının da Gezi Parkı eylemlerinin çözüm sürecine darbe vuracağı korkusunun ilk 3 günün ardından geçtiği düşünülürse Esayan’ın Kürt problemi konusunda eylemcileri eleştirmesinin ne kadar anlamsız olduğu görülebilir. Büyük ihtimalle Kadıköy’de, Nişantaşı’nda veya Taksim’de atılan Kürtçe sloganlardan da Esayan’ın haberi yoktur. Esayan’ın Gezi Parkı eylemlerine çözüm süreci üzerinden eleştiri yapma konusunda Yıldıray Oğur’la görüşmesini tavsiye ediyorum. Bir süre Oğur da bu konuda bir hayli çaba göstermişti.

Yaklaşık 3 milyon insanın katıldığı eylemleri mühendislik olarak tanımlayan Esayan, Erdoğan’ın jargonuna da hakim olduğunu Biz neyin eleştiri, neyin mühendislik olduğunu çok iyi biliriz diyerek gösteriyor. Yaş ortalaması 25 civarında gezinen ve yetişkinleri boyunca Erdoğan’dan başka lider görmemiş eylemcileri koca bir yüzyılı kendilerine tahsis edilmiş bir kesim olarak gören Esayan, yine hatalar ve çarpıklarla dolu Cumhuriyet analizini bu sefer 25 yaş ortalamalı eylemciler üzerinden vurguluyor. Pek çok kere söylendi, tekrarlamakta fayda var. Menderes’i dedelerimiz bile zor hatırlıyor, 72 muhtırası ve 80 darbesi sırasında daha Dünya’ya gelmemiştik. 28 Şubat’ta kimimiz ilkokulda, kimimiz ortaokulda, kimimiz lisedeydi. Eylemcileri eski merkez olarak tanımlamak bu gerçeği görmezlikten gelmektir.

Uzun bir süredir, iç politikada sıkıntı varsa dış politikadan puan topla mantığıyla hareket eden Ak Parti’nin mantığını Esayan da devralmış gibi duruyor ve bir anda Mısır ve Suriye konusunu açıyor. Mısır’da demokrat, Sudan’da darbeci, Suriye’de mazlumun, Irak’ta zalimin dostu olan bir iktidarı adalet timsali olarak gören zihniyet karşısında Aleksey Karamazov’un tiksintisine sahip olduğumu saklamayacağım.

Türkiye tarihinin en kuvvetli isimlerinden birisi, askeri siyaset sahnesinin dışına atmış, yargıyı, basını ve polisi kendisine bağlamış bir başbakan ve Esayan Erdoğan’a hala mağduru oynatıyor. Erdoğan’ın direndiğinden bahsediyor. Erdoğan artık direnmiyor. Direndi ve o savaşı kazandı. Kaybedenleri arenadan sildi. Şimdiyse karşı saldırıyor. Biz de bu saldırıya karşı direniyoruz. En büyük derdi otoriter ve buyurgan bir dille hayatına karışılmasını istemeyen bizler.

Ali Ahmet
02 Eylül 2013
Kaynak;radikal.com.tr