Cumhuriyet: #Diren Kazova

Türkiye’nin en hararetli günlerine ve sosyal yaşamın değişmeye başlayan renklerine yakışan şaşırtıcı, umut verici bir işçi hareketi.

kazova

“31 Ocak 2013 tarihinden beri işsiz ve açız. İktidar partisine yakın olmakla övünen, ramazanlarda iftar çadırları açan Somuncu ailesi tarafından kıdem tazminatlarımız ve 4 aylık maaşlarımız verilmeden kapının önüne koyulduk. Patronumuz Ümit Somuncu ve oğlu Mustafa Somuncu’yla yaptığımız bütün görüşmeler sonuçsuz kaldı. Somuncu ailesinin Çalık Holding’de ‘kurumsal iletişim müdürü’ olarak görev yapan kızları Gaye Somuncu’ya da derdimizi anlatmaya çalıştık. Mavi Marmara gemisiyle yola çıkan, eşitlik, adalet ve vicdandan söz eden Gaye Somuncu, bizi ‘Uzun zamandır ailemle ilişkilerim bozuk’ diyerek başından savdı. Oysa kendisini defalarca fabrikada gördük. Somuncu ailesi, işlerin bozulduğunu bahane etti. Akrabalık ilişkileri olduğu bilinen Albaraka Türk’ten 2 milyon TL kredi çektiler. Henüz bunu ödemeden 6 milyon daha kredi aldılar. Bizi kirli çıkar ilişkileri ilgilendirmiyor. Sadece hakkımızın peşindeyiz. İşçinin korunmasını istiyoruz. Bunun için bir yasa çıkarılmalı. Ama olmayacağını biliyoruz. Çünkü pek çok milletvekilinin kendine ait iş yeri var. İşçiyi koruyacak yasa çıkaramazlar…”

Film gibi bir öykü…

Kazova Tekstil’in hikâyesinin bir tarafında gözünü para bürüyenlerin, kişisel çıkarları nedeniyle emekçinin üç kuruşunu bile gasp edenlerin, yalan söyleyenlerin arsız adımları var. Öteki yanında ise kanser hastası karısına ilaç alamayan, üç aylık bebeğine bakamadığı için onu yetiştirme yurduna vermek zorunda kalan ve kredi borcunu ödeyemediği için hacizle boğuşan emekçiler duruyor. Kazova Tekstil işçilerinin anlattıklarıyla şekillenen öykünün buraya kadar olan bölümüne aşağı yukarı aşina olduğumuz çok açık. Ne var ki yaşananların bundan sonrası trajik boyuttan hızla uzaklaşarak umutlu bir geleceğe doğru akıyor. Yeşilçam filmlerine taş çıkaracak öykü, Amerika ülkelerinden birinde kurulan bir film setinden taşan karelere dönüşüyor. Haklarını alamadıkları için yaklaşık iki yüz gündür direnişte olan Kazova işçileri, çalıştıkları fabrikayı ele geçirdiklerinden, burada üretim yapmaya başladıklarından, ürettiklerini sattıklarından ve ortak bir fon oluşturduklarından söz ediyorlar.

Bundan sonra patronumuz yok

Hakları gasp edildiği için iki yüz gündür direnen, çalıştıkları fabrikayı ele geçiren, eski patronlarının haince kırdığı makineleri tamir eden ve üretimi geliştirmekten söz eden Kazova işçilerinin hikâyesi pırıl pırıl, aydınlık bir sona doğru akıyor. Bu, patronu reddeden ve birkaç gün önce tam kapasiteyle üretime başlayan emekçinin onurlu duruşu.

“Daha işimiz bitmedi, direnişimiz boyut değiştirdi ama tamamlanmadı” diyen Bülent Ünal, yaşanan sürece umut dolu bir virgül koyuyor: “Gezi Direnişi’nden sonra, forumları dolaşıp bağış toplayabilirdik. Herkes bize yardımcı olurdu. Ancak biz emeğimizi ve mücadelemizi öne çıkaran bir duruş sergilemeyi tercih ettik. Önce fabrikada yarım kalan kazakları tamamladık, bunları da forumlarda da sattık. Gelirleriyle makineleri tamir ettirip yenilerini üretmeye çalıştık. Ürettiklerimiz piyasanın altında olacak. Yıllardır bu sektörde çalıştığımız için pazarı biliyoruz. Birkaç gün önce geniş çaplı üretime de başladık. Bir kooperatif kuracağız. Kendi patronumuz olacağız ve kendimiz üretip kendimiz kazanacağız.”

İşgal et ve üret

Fabrika kapanmadan önce burada şef olarak görev yapan Aynur Aydemir, “Üreten biziz, emeğimizi kimsenin sömürmesine izin vermek istemiyoruz. Birlikte başaracağız” diyerek, Kazova Tekstil’te yaşanan süreci özetliyor: “Geçen yıl başında işler değişmeye başladı. Firmayı önce ikiye ayırdılar. Borçlarını ödememek için böyle bir yol izlemişler. Bir süre sonra maaşlarımız ödenmez oldu. Fabrika binasını sattılar. Bizlerle yollarını ayıracaklarını, fakat kıdem tazminatlarımızı ve içeride kalan maaşlarımızı ödeyeceklerini söylediler. Çok geçmeden bizi oyaladıklarını anladık. Fabrika satışından elde edilen parayla patronumuzun oğluna iş kurulacağı söylendi. İçerdeki mallara ise fabrikaya mal veren firmalar tarafından hacizler kondu. Avukatlara gittik, hiçbir sonuç alamayacağımızı anlattılar. Alacaklıların fabrikadan mal götürdüklerini öğrendik. Dikiş makinelerini, ütü makinelerini, iplik ve kazakları aldılar. Burada önce bizim hakkımız var. Bu nedenle çadır eylemimize başladık.” Kazova işçilerinin çadır eylemi ses getirse de bir süre sonra ilgi azalır. Emekçiler ikinci bir adıma geçip açlık grevine başlarlar. Aydemir, “Daha radikal bir eylem bulmamız gerektiği konusunda hemfikir olduk” diyor. Tam bu noktada eylemin kaderi de ona destek verenlerden biri sayesinde değişiyor. Aynı zamanda gazeteci, yazar ve belgeselci olan avukat Metin Yeğin, Kazova işçilerine yol gösteriyor. Hep birlikte, onun çektiği “Patronsuzlar” belgeseli izleniyor. Latin Amerika’da iflas eden fabrikaları ele geçirip üretime başlayan işçilerin yaşamlarını anlatan belgesel serisi işçilerde gereken etkiyi bırakıyor. “İşgal et, diren ve üret” sloganı bir anda Kazova emekçilerinin de anlayışı oluyor. “Latin Amerika örneği aklımıza yattı” diyen Aydemir, “Kadınların, çocukların, emekçilerin hikâyesi bizimkilere benziyordu” diye sözlerine devam ediyor, “İşçiler otoriteyi tanımıyorlardı. Verilmeyen hakları karşılığında fabrikaları ele geçirip üretime başlamışlardı. Aynı şeyleri yapabileceğimizi düşündük. 30 direnişçi işçiyiz. Sayımız onlara göre az olsa da sesimiz yüksek.”

Kazova Türkiye’de bir ilk

Kazova tekstil işçilerinden Bülent Ünal ise, direnişin yön değiştiren seyrini ve fabrika işgalini şöyle anlatıyor: “Yeni bir mevzi kazanmalıydık. Direnişin başlamasından iki ay sonra fabrikayı işgal etmeye karar verdik. 8 kişi içeri girdik. Diğer arkadaşlarımız da fabrika önünde bizi korumaya aldılar. Polis gelirse kendilerini fabrika kapısına zincirleyeceklerdi. Patronumuz aylardır çalışmayan, üstelik başka birine satmış olduğu fabrikada, ‘İşçiler üretimi engelliyorlar, binamı gasp ettiler’ diye ihbarda bulundu. Ancak tam bu noktada, binanın yeni sahibi bize destek oldu. ‘Bina benim, işçiler misafirimdir’ dedi. Emekçiler büyük bir sorunu geride bırakmış olsalar da karşılarına çıkan yeni engellerle mücadele etmek durumunda kalırlar.

Ünal, “Somuncu ailesinden alacağı olan firmalara öncelikle bizim hakkımız olan fabrika makineleri ve üretim mallarını kaptırmamak için çok çaba gösterdik” diyerek anlatıyor: “Bir yandan da Emniyet’le mücadele ediyorduk. Henüz sabah olmadan icra takibi yapmak için fabrikayı bastılar. Bu arada, üretim yapabilmek için makineleri tamir etmek zorunda kaldık. Çünkü patronumuz, makineleri ‘Madem bana yâr olmayacak kimseye de yâr olmasın’ diyerek parçalatmış. Öncelikle bu makineleri tamir ettirmek için uğraştık, hâlâ da uğraşıyoruz.”

Emekçiden korkuyorlar

Ünal, yaşadıkları zorlu mücadele ve benzeri olmayan direnişte pek çok baskıyla karşılaştıklarını anlatıyor: “Kazova, akacak yolu kendisi bulan bir direniş oldu. Biz alın terimizin karşılığını almak için yola çıktık. ‘Eylemlerimizi programlı bir sınıf mücadelesine dönüştüreceğiz, Türkiye’nin de önünü açacağız’ gibi bir tavrımız yoktu. Fakat bunlar kendiliğinden oldu. Hakkımızı almak için her yolu denedik. Bayramın birinci günü Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’la görüşmek istedik. Amacımız Kısıklı’daki evine gidip derdimizi anlatabilmekti. Ancak daha fabrika önünde peşimize polis takıldı. Otobüslere beşer kişilik gruplar halinde bindik. Fakat Anadolu yakasına geçemeden bizi otobüslerden indirdiler. Bu ülkede seyahat özgürlüğünün olmadığını da anlamış olduk. GBT bozuk denilerek bizi karakola götürdüler. Burada da sistem çökmüştü. Saatler sonra GBT’lerimiz alınabildi. Elbette amaçları Başbakan’la görüşmemizi engellemekti. Karakoldan çıktığımızda, Erdoğan çoktan evinden ayrılmıştı.”

Artık geriye dönüş yok

Ünal, haklı ve onurlu mücadelelerinde toplumun pek çok kesiminden destek aldıklarını da anlatıyor: “Belgeselimizi yapıyorlar. Direnişimizin hikâyesini Türkiye daha yakından tanıyacak. Çağdaş Hukukçular Derneği (ÇHD) ve Türk Tabipleri Birliği (TTB) yanımızda oldu. Çadırımız her gün dolup taşıyor.” Ünal, Kazova’yla yan sokakta yer alan başka atölyelerde çalışan emekçilere ve sendikalara ise sitemde bulunuyor. “Arkadaşımız olan işçiler, korku nedeniyle bizlerle selamı sabahı kestiler. Düzen, kendini korumak için korkuyu kullanıyor. Sendikalardan da genel merkezleri çok yakınımızda olmasına rağmen, yeterli desteği alamadık. Sadece Nakliyat-İş başından sonuna kadar yanımızda oldu. Bununla birlikte haziranda başlayan Gezi Direnişi, Tüm Türkiye gibi bize de umut oldu. Bu süreçte hem halk hem de işçiler bilinçlendi. Emekçiler uyandı, artık hiçbir şey eskisi gibi olmaz.”

Erk Acarer
2 Eylül 2013
Haberin kaynağı için tıklayınız;cumhuriyet.com.tr