İnsan Haber: Sanatçılar 1 Eylül Dünya Barış Günü’nde barışı anlattı

Bugün 1 Eylül Dünya Barış günü; savaşı konuştuğumuz şu günlerde barıştan ne kadar umutlu olduğumuzu sanatçılara sorduk. Rojin, Hilmi Yarayıcı, Şebnem Sönmez ve Jehan Barbur barışı anlattı…

sanatcilar-1eylül

Rojin – Müzisyen

Yurtta savaş cihanda savaş

Hiçbir siyasi konuda yorum yapmayacaksın konuşmayacaksın, sözunü kendime verdiğim bu günlerde sevgili Gülşen’in barış yazısı isteğine, emeğini çabasını bildiğim için hayır diyemedim. Çünkü mücadelede her zaman yapayalnız kalındığını, ezber bozuyoruz diyen hiç kimsenin ezberini bozmadığını ve kimsenin kimseye hiç acımadığını sadece güce taptığını çok geç anladım… Güce tapınma duygusundan tiksiniyorum.

30 yıllık savaşın sonuna geldik nihayet diye sevinmek, iyi hissetmek isterken. Artık yen bir tarz yeni bir dil ve anlayış gelmeli diyorsunuz kendi kendinize, öyle ya kavramlar değişti, hiçbir şey, Kürt hareketi dahil eskisi gibi değil, tutsak bir liderin tek bir sözüyle silahlara veda eden örgüt, rehineleri serbest bırakarak başladı,ve geri çekilmeyi gerçekleştirdi, ortada daha çok dağ kadrosu yetişiyor ve daha yüzde 20′si çekildi dedikodularına rağmen, Kürdistan’da Hewler’den alıyoruz haberleri…

Oysa karşı taraf tarihsel acılara ve bütün haksızlığına rağmen, hala “terörle mücadele” diyor barış sürecine, hala ‘terörist’ diyor. Hala anadilde eğitim olursa Türkçe zedelenir diyor, çok komik geliyor bu zedelenme sözü bana; Kürtçe’de zede (fazla) anlamına geliyor, sanırım ‘zede’ oldu bu konuşma ve çok ağır; arkasından Kürtler FKÖ gibi değil işgal edilmiş toprakları yok, 4 ayrı ülkede (Irak, İran, Suriye, Türkiye) aynı dili konuşan insanlar okey mi oynuyorlar, neden iktidarla mücadele ediyorlar, anlaşılmaz bir şey… İşgalin ne olduğunu mu bilmiyoruz acaba!

Daha da beteri Kürt bölgesel yönetimini tehdit, “biz onlara gerekeni söyledik eğer dediğimizi yapmazlarsa ilişkilerimizi gözden geçiririz” gerçekten birilerinin ilişkileri tekrar gözden geçirmesi lazım ama bu kim acaba? Onca tarihsel dansözlük ve aldatılmanın ardından barış sevdalısı bölgenin batıdan barışa hala sorgulayan tavrı daha çok incitici ve kırıcı değil mi?

Gezi olayları, onca tutuklu can, öldürülen gencecik canlar, barışı nasıl anladığımızı ortaya koyuyor. Bir barış söz konusu değil, bir bağrış çağrış var, kimse birbirini duymuyor…

***

Hilmi Yarayıcı-Müzisyen

Savaşa karşı barışı kucaklıyoruz

Eskiden S.S.C.B ve Vraşova paktı üyesi ülkeler, barış içinde bir dünya mücadelesini hatırlatmak amacıyla Hitler faşizminin 1939 yılında Polonya’yı işgal ederek 2. paylaşım savaşını başlattığı tarih olan 1 Eylül’ü ‘Dünya Barış Günü’ olarak ilan etmiştir. Ardından BM genel kurulu 1981′de aldığı kararla 21 Eylül’ü Uluslararası Barış Günü ilan etmiştir. Amaç savaşsız bir gün ilan edip bu barışı (sözde) 24 saate indirgeyen anlayış…

İki bidon mazot, iki torbaya şekere, bir kutu sigaraya katır sırtında taşıyıp geçimlerini sağlamak, eve ekmek götürmek amacıyla kaçakçılık yapmak zorunda bırakılan Roboski köylülerine bomba yağdırmak, 34 yurttaşımızı katledenler nasıl bir dünya barışından bahsedebilir?

Filistin, Libya, Tunus, Cezayir, Irak, Mısır, Suriye’de hala kan akıtılırken, hırsız mutfağına dönüşmüş, BM’nin ve askeri gücü olan Nato’nun egemenlere ve sermaye sahiplerine peşkeş çektiği bu topraklardaki kanı temizlemeden bir dünya barışından nasıl söz edilebilir?

Hayatımızı zorlaştıran, canımızı yakan ve bu gidişe “dur” diyebilmek için parasız eğitim hakkını, barınma hakkını, düşüncelerimizi özgürce ifade etme hakkını, eşit işe eşit ücret ve insanca yaşama hakkını, ücretsiz sağlık hakkını savunan, sahiplenen duyarlı insanların verdiği mücadeleye karşı şiddetle bastıran, tüm demokratik hakları rafa kaldıran bir yöntem anlayışı varken dünya barışındna söz edebilir mi?

Bilim ve bilim merkezli eğitim yuvalarını sermayeye peşkeş çektiği için, Suriye’de yapılan ve taşeronluğu üstlendirilen emperyalist müdahaleye karşı barışı ve halkların kardeşliğini savunmak için özerk demokratik bir üniversite istedikleri için TUBİTAK binası önüne gelerek basın açıklaması yapmak isteyen ODTÜ’lü öğrencilere 3 bin kolluk kuvvetiyle saldıran, orantısız güç kullanan, evlere baskın yaparak gözaltına alan bir yönetim anlayışı varken dünya barışından söz edebilir miyiz?

“Tükürürüm böyle sanatın içine” deyip ülkemizin önde gelen heykeltıraşın heykellerini kaldırtan, yıktıran, konusunu beğenmediği dizi filmlerini yayından kaldırtan, Emek Sineması’nı yıktırtan, Gezi eylemlerine destek verdikleri için türlü bahane ve gerekçelerle sanatçıları gözaltına aldıran, sindirmeyle baskı altına alan ve işlerinden olmaları için sinema ve tiyatro sanatçılarını hedef gösteren bir anlayış varken, dünya barış gününden bahsedebilir miyiz?

En Yüce değer olan emeği, emekçinin kutladığı ve simgesi haline getirdiği 1 Mayıs Taksim alanını kapatan, oraya gelenlere pervasızca saldıran bir zihniyet varken, dünya barışından bahsetmek mümkün mü?

“Dokunanın yandığı” halka gerçek haberleri okutma görevini üstlenen gazetecilerin tutuklandığı, işkence gördüğü, öldürüldüğü bir zihniyet varken Dünya Barış Günü’nden söz edilebilir mi?

İktidarın “ben karar veririm, olur” dayatmasına karşı “yeter” diyenlerin, kentlerine, emeğine, doğaya, yaşamına, sahip çıkanların, isyanına, öfkesine, dayanışmasına kulak veren gencecik kardeşlerimizi yitirdiğimiz Gezi olaylarının sorumluları, failleri, emri veren ve bunu uygulayanlar elini kolunu sallarken dünya barışından bahsetmek mümkün mü?

Hatay Reyhanlı’da patlatılan bombanın sorumluları da Gezi olaylarında kaybettiğimiz canların sorumluları aynıyken ve yargılanmazken, Abdullah Cömert, Ali İsmail Kormaz’ın, Ethem Sarısülük ve nicelerinin annelerinin gözlerine bakıp “unutun bunları hadi barışlarım” denilir mi?

Barış anlamlıdır, içten, pazarlıksız, kardeşçe bir paylaşımı, samimiyeti ifade eder. Düşmanca bir yaklaşım karşısında, iyiden, güzelden, dostluktan yana olan en önemli vicdan sahiplerinin, insanı ve vicdani bakışını ortaya koyar..

Gezi olayları meydanlarda yeni bir dünyayı ve dili bize öğretti. Bu dil sokağa çıkanların ortak dilidir. Her dilden, her renkten, her milliyetten, her dinden ve inançtan oluşan milyonların her bireyi toplumun bütün kesimlerini kucaklayan, koruyan, onların en geniş temsil hakkını sağlayan, çağdaş, demokratik, ilerici, temel hak ve özgürlükleri görev edinen bir anlayışla “savaşa karşı Barışı, ölüme karşı yaşamı” kucaklayanlardır.

***

Şebnem Sönmez-Oyuncu

Bütün dünya bir inansa

Kendinde, geçmiş ya da bugüne ait en küçük herhangi bir küskünlüğü bile taşıyanın; barıştan sözedemeyeceğine inanıyorum.
Sevmenin her koşulu kapsayan kudretine kendini bırakamayanın; barışı sağlayabileceğine inanmıyorum.
Barışın, savaşarak elde edilebileceğine inanmıyorum.
Savaşın, insanları katledenleri barıştırdığına inanıyorum.
İnandığım en üstün fikir; Mahatma Gandhi’nin “Dünyada arzu ettiğiniz değişimin kendisi olunuz!” düşüncesidir.
Bütün dünya buna inansa! Bir inansa!

***

Jehan Barbur

Halklar barıştan yana

-1 Eylül dünya barışı günü sizin için ne anlam ifade ediyor?

Vallahi hiçbir şey ifade etmiyor. Bir hatırlatma diyelim. Dünya barış gününü bir gün boyunca kutlayıp ikinci gün katliamlara imza atmak tabii ki ifadesiz kalışımın sebeplerinden biridir. Kişisel ilişkilerde varsa bir etkisi onu bilemem. En azından gündelikte fayda sağlıyordur. Politik, göz boyamaya yönelik, hırsı törpülemeyen her şeyin günü var madem barışın da olsun denilmiş sembolik ama gerçekte kifayetsiz bir gün.

-Tüm dünyada ölümler ve katliamlar sürerken Barış’tan söz etmek mümkün mü?

Barış’tan her daim söz etmek mümkün. Ama barıştan söz eden nedense hep halklar oluyor; iktidarlar, devletler, ve siyasiler değil. Onlar için barış sanki yaptırımlarının kabul görmesiyle sağlanacak bir olgu. Halklar içinse özgürlük alanlarının sağlanabildiği ve kimliklerinin kabul görüldüğü bir yaşam ortamı. Tacizsiz, ihlalsiz. Barışçıl ortamlar açgözlülüğün, bitmek bilmeyen kapital açlığın sürdüğü yerlerde zor sağlanır. Barış, yaşam hakkının bir değeri olan yerlerde anlamlıdır. Ölümün ve öldürmenin ne uğurda olursa olsun meşru ve etkisiz varsayıldığı toplumlarda ağza kendini arada bir iyi göstermek için sakız edilmiş bir göz boyama kelimesi gibi kullanıyor olması ürkütücü. Barışabilmek için sahip olmak gerekçe değildir. Barışabilmek için göz dikmemek, göz dikilmemek, var olma halimizi sürdürebiliyor olmamız gerekmektedir diye düşünüyorum. Kolay mı? Erdem olmayan bir dünyada zor elbet

-İktidar savaş çığırtkanlığı yaparken halkların barış konusundaki ısrarı galip gelebilir mi?

Kısa sürede olmasa da uzun vadede galip gelebileceği konusunda hala umutluyum. Ama ısrarımızın onların çığırtkanlığıyla karıştırılmaması gerekir. Yüzyıllardır güce sahip olanın savaşma ve daha fazla güce sahip olma arzusu sözde güçsüz addedilen halkın barış çığlıklarına sağır kalmaktadır. Güç, vicdandan yoksunsa, vicdanı olan bir halk ancak bir umuttur.

-Kimimiz ‘barış’ kelimesini dilimizden düşürmüyoruz ama, barışçıl bir eylem bile bu ülkede ölümlere neden oluyor. Gezi de barışçıl bir eylemdi… sonucu 5 kişi yaşamını yitirdi.. Tüm bu tabloya bakarak ‘barış’ olacak bu ülkede diyebilir miyiz? Nasıl gelecek? Ne yapılmalı?

Ne kadar basit ama cevabı ne zor bir soru. Bu ülkede din, dil, ırk, mezhep eğilimli, insanları cehaletle yoğurarak onlara birbirlerine karşı kin aşılayan iktidarlar olduğu sürece barıştan söz etmek mümkün görünmüyor. Politikayı yok ettiği zannedilen hümanizmin kabul gördüğü gün – ve dinden yahut bir kitaptan bağımsız olarak- barışı telaffuz etmeye başlayacağız. Hümanizmin acıma duygularından, duygu sömürülerinden ortaya çıkmış bir düşünce tarzı olmadığına, insanları apolitize eden bir bakış açısı getirmediğine ikna olduğumuz gün umudumdur, barışacağız.

Gülşen İşeri
1 Eylül 2013
Haberin kaynağı için tıklayınız; insanhaber.com