Evrensel: Gökkuşağı’nın renklerinden duyulan korku – Yaşar Adanalı

Hafta başında, Fındıklı sahilinden Cihangir’e doğru çıkan dik merdivenlerden bir tanesinin baştan aşağıya gökkuşağı renklerinde boyanması ile tatlı bir süpriz yaşadık. Bu renkler, Beyoğlu’nda hızla yayılan iktidar ve sermaye mekanlarına ve onların TOMA, Akrep, Çevik gibi ‘koruyucu melekleri’ne karşı ruhumuza iyi gelen bir dokunuş olmuştu.

merdiven3

Sosyal medyada paylaşılan bir fotoğrafın heyecanıyla ben de hemen evden çıkıp yakınlardaki bu merdiveni görmeye gittim. Merdiven, yoldan gelip geçen herkesi şaşırtan, suratlarına bir tebessüm konduran, fotoğraf çekmeye davet eden bir mekan oluvermişti. Hemen akabinde ‘her gün geçip gittiğiniz mekanda, bir gün durup fotoğraf çekmek / çektirmek istiyorsanız, orası güzel bir yer olmuştur’ diye bir mesaj paylaştım. Ertesi gün tekrar gittiğimde, sosyal medyada hızla fenomenleşmesinin de yardımıyla, sırf merdiveni görmek için başka yerlerden gelen insanlara tanık olmuş, ‘Gökkuşağı Merdiveni anıt olma yolunda ilerliyor. İnsanlar vakit geçiriyorlar’ diye de not düşmüştüm.

Aklıma gökkuşağı bayrağının yaygın kullanımlarını getirerek ‘acaba bu merdivenleri Suriye için çalınan savaş tamtamlarına karşı barış için mi, yoksa LGBT hakları için mi boyadılar’ diye düşünürken, olayın kahramanının ortaya çıkması ile, gökkuşağının başka bir nedeninin olduğunu öğrendim: mutluluk!

Merdivenleri Karaköy sakini 64 yaşındaki orman mühendisi Hüseyin Çetinel boyamıştı. Yaşadığı yeri güzelleştirmek niyetiyle bu işe girişen Çetinel amacını da şöyle anlatmıştı: ‘Dikkat ederseniz tek bir harf, tek bir rakam, sembol ya da reklam yok. Sadece boya var. İnsanlar buraya geldiklerinde gülümsesin istiyorum. Görenler fotoğrafını çekiyor, hepsinin yüzünden mutluluğu okuyorum’. Aslında olan, yaşadığı yere sahip çıkan, o mekan üzerine kafa yoran bir yurttaşın yaptığı zevkli, küçük bir dokunuştu. Beyoğlu’nun yönetimine ‘katılmak’ istemiş, renk ekip, mutluluk biçmişti.

30 Ağustos Cuma sabahı uyandığımızda gökkuşağı merdiveninin griye boyanmış olduğunu gördük. Gecenin bir vakti birileri, insanları mutlu eden renklerin üzerini sanki kabahatmişcesine gri boya ile örtmüştü. Gezi Parkı mücadelesi sırasında duvarlara yazılan sloganları veya öldürülen 5 insanın duvar resimlerini gri boya ile örtmekteki başarıları sebebiyle hemen akla Beyoğlu Belediyesi geldi. Bir diğer ihtimal, komşu mahallenin çocukları, ‘sapkın’ renklerden üzerilerine vazife çıkartarak ellerinde gri boyaları ile ‘bir gece ansızın’ merdivene gelmiş olmalarıydı. Nitekim Twitter’da Tophane34 rumuzlu bir kişi ‘adresi Tophane olarak belirtilen bu mekan Cihangir’dedir.. Sapkın fikrin simgesi olabilir.. Bizim için sadece merdiven’ diye bir mesaj paylaşmıştı.

Aslında hikayenin bu kısmı, yani renklerin karartılması, herkes için oldukça tanıdık. Gri müdahale, devletin, askerin, otoriterinin, çoğunluğun tek renkliliği, eziciliği, baskıcılığı, soğuk temsiliyeti ile özdeşleştirildi. Malum, Gezi Parkı’nda yurttaşların kısa sürede yaptıkları bostanın yıkılmasına, sonrasında da üzerine başka yerlerden getirilen rulo çimlerin halı gibi serilmesine tanık olmuştuk. İstanbul, hayatın içinden üretilen mekanların renkliliği/sahiciliği ile otoritenin yukarıdan aşağıya dayattığı mekanların renksizliği/yapaylığını gösteren ‘güzide’ örneklerle dolu. Tabi bu tezatı, kelimenin tam manasıyla gökkuşağının renkleri ve gri üzerinden tekrar üretmek, kabul edelim otoriter eğilimleri olan bir yerel yönetim için bile fazla aptalca. Özellikle de ‘küresel şehir’, ‘marka kent’, ‘yarışan şehirler’, ‘yaratıcı endüstriler’ gibi neoliberal şehirleşme diskurundan bakıldığında ‘merdiven boyamak’ son derece kabul görülebilecek, özü itibariyle ‘politik’ olmayan bir mekansal müdahale şekli. Turist için ilginç, belediyenin cebinden de para çıkmıyor. Hatta bu tarzda dokunuşları soylulaştırma projelerini kolaylaştırmak için destekleyen birçok belediye bulunmakta. Ancak, bu kadarına bile tahammülün olmaması meseleyi hızla politize etmeyi başardı. Beyoğlu Belediyesi, ‘yurttaşların katılımına tamamen kapalı baskıcı bir yerel yönetim’ ithamını kucağında bulmuş oldu.

Neoliberal belediyecilikte ‘katılım’ önemlidir. Ancak seyreltik bir diskur olarak, bir proje ve profesyonellik ilişkisi ölçüsünde önemsenir. ‘Katılım’ mevcut iktidarın hegemonyasını kuvvetlendirdiği, onun kurduğu sermaye ve iktidar mekanlarına rıza ürettiği, verili olana ve sunulu tercihlere katılım ile sınırlandırıldığında kabul görülür. İBB’nin daha önce gerçekleştirdiği ‘İstanbullu Vapur’unu seçiyor’ veya ‘İstanbullu otobüs rengini seçiyor’ kampanyaları örneklerinde gördüğümüz gibi. Veya Beyoğlu Belediyesi’nin bir ara sıkça reklamını yaptığı Vatandaş Başkan programında, ‘katılımcı demokrasi’ vaat ediliyor, cep telefonu uygulamaları ile ‘katılım çok kolay, vatandaşlar başkan olabilirsiniz’ mesajı veriliyordu.

Ancak, halkın kendi inisiyatifi ve örgütlülüğü ile, aşağıdan yukarı ve özyönetime göz kırpacak bir şekilde gerçekleşen katılım süreci iktidarları korkutur. İşte Gezi ile de ortaya çıkan enerji, iktidarı demokratikleştirmeyi talep eden, pek de alışık olmadığımız bir katılım biçimiydi. İster mekana sahip çıkmak, ister LGBT hakları, isterse de barış mesajı algısı sebebiyle olsun, gökkuşağı renklerinden korkmak, aslında gerçek anlamda demokratik katılımdan duyulan rahatsızlığa işaret etmekte. Ancak korkunun ecele faydası yok. Bir kişinin ‘mutluluk’ için rengarenk yaptığı merdivenleri siz bir gece ansızın griye boyarsanız, karşınızda ellerinde fırça ve boyalarıyla binlerce kişiyi bulmayı da göze alacaksınız.

Yaşar Adanalı – Şehircilik Uzmanı, Stuttgart Üniversitesi
30 Ağustos 2013
Haberin kaynağı için tıklayınız; evrensel.net